Yeni Feodalite ve Modern Bilim Sınıfı: Akılcılığın Kılıcını Taşıyan Yeni “Kilise”
1. Giriş: Orta Çağ’ın Kilisesinden Modern Bilim Tapınağına
Tarihte krallar ve yöneticiler, halk üzerindeki yönetim haklarını bir kutsal merkezden, yani kiliseden meşrulaştırırlardı. Papa’nın tacı takması, kralın “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olarak ilan edilmesi bu düzenin parçasıydı. Bugün görünüşte sekülerleşmiş bir dünyadayız. Fakat gerçekte meşruiyet kaynağının yalnızca el değiştirdiği; artık kralların değil, devlet adamlarının, ideologların ve yasa koyucuların akıl ve bilimin “tapınak muhafızlarından” yani modern bilim sınıfından onay alarak varlıklarını sürdürdükleri bir düzene geçtik.
Bu yeni dönemde bilim, özellikle bilimcilik (scientism) adı verilen ideolojik biçimiyle eski kilisenin yerine geçmiştir. Tıpkı eskiden "kiliseye karşı gelmek Tanrı’ya karşı gelmek" anlamına geliyorsa, bugün de "bilimsel otoriteye karşı çıkmak akla, ilerlemeye ve medeniyete karşı çıkmak" şeklinde sunulmaktadır. Bu yazıda, modern bilim sınıfının nasıl yeni bir feodal meşruiyet kaynağına dönüştüğü ve bu yapının içindeki çelişkiler açığa çıkarılacaktır.
2. Orta Çağ Kilisesi: Hakikatin Tekeli
Feodal düzenin temelinde tanrısal iradeyle onaylanmış bir iktidar yapısı vardı. Bu yapının en üstünde Tanrı adına konuşan kilise, alt kademelerde kral ve derebeyleri, en altta ise halk bulunuyordu. Kilise sadece dinî değil aynı zamanda epistemolojik bir merkezdi; neyin doğru, neyin yanlış olduğu ona göre belirlenirdi. Astronomiden ahlaka, siyasetten tıbba kadar her alanda “doğrular” kilise tarafından onaylanırdı.
Bu dönemin en tipik özelliği, “bilgiye erişimin kutsal bir sınıfın tekelinde olması”dır. Bu sınıf sıradan halkın sorgulamasını değil, itaatini isterdi.
3. Modern Dönem: Seküler Kilise Olarak Bilim Eliti
Bugün sözde laikleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Ancak hakikatte bu laikleşme, dinî otoritenin yerini “bilimsel otorite”ye bırakmasıyla sınırlı kaldı. Modern feodalitenin en üstünde “bilimin sesi”ni temsil eden akademi, medya ve teknoloji elitleri yer alıyor. Bu sınıf;
neyin doğru düşünce olduğunu,
hangi fikrin “bilim dışı”, “gerici”, “komplo teorisi” olduğunu,
hangi toplumsal düzenlemelerin “ilerici” ve “rasyonel” olduğunu belirliyor.
Devlet yöneticileri, yasa koyucular ve hatta uluslararası kurumlar bu “bilimsel aklın temsilcileri”ne sırtını yaslamadan adım atamıyor. Modern çağda "Papa'nın mührü"nün yerini "bilimsel raporlar", "panel kararları" ve "akademik onay" aldı. İşin ironik yanı, bu kararların çoğu toplumun çoğunluğu tarafından doğrudan okunamaz, anlaşılmaz, hatta sorgulanamaz metinlere dayalıdır. Tıpkı Latince İncil’i anlayamayan Orta Çağ halkı gibi…
4. Modern Kilisenin Dogmaları
Yeni bilimci kastın dayattığı bazı “mutlak kabuller” vardır. Bunlar tıpkı dogmatik inanç ilkeleri gibi işlev görür:
“Bilim her şeyi açıklar ve açıklayacaktır.”
“Metafizik ya da dinî açıklamalar bilim dışıdır.”
“Deneyle gösterilemeyen şey yok hükmündedir.”
“İnsan zihni ve toplumu mekanik ve evrimsel yasalarla işler.”
“Bilimsel olmayan ahlaki değerler subjektiftir ve bağlayıcı değildir.”
Bu önermeler, sorgulanması teklif dahi edilemeyecek birer modern dogmadır. Halbuki bilim felsefesinin kurucularından Karl Popper, bilimsel bilginin en temel özelliğinin “yanlışlanabilirlik” olduğunu söylemiştir. O hâlde, yanlışlanamaz bir “bilim tapınması”, bizzat bilimin ruhuna ihanettir.
5. Yeni Bilim Sınıfı: Seküler Rahipler
Bugünün meşruiyet taşıyıcıları, Celal Şengör gibi medya figürleri veya evrimsel psikoloji ve iklim politikası gibi alanlarda “bilim adına konuşan” teknokratlardır. Bu isimler:
Kutsal bir metne değil ama “bilimsel konsensüs”e dayanırlar.
Günümüz halkına, “bilime aykırı düşünmeyin” diyerek düşünceyi terbiye etmeye çalışırlar.
Dine karşı mücadeleyi “gericiliğe karşı savaş” kılıfıyla sunarak tek bir akıl türünü –pozitivist, deneyci aklı– yüceltirler.
Bu sınıf aynı zamanda iktidarı kutsar, çünkü kendilerine danışıldığı sürece her iktidarı “rasyonel” ilan ederler. Tıpkı eskiden kralların kiliseye hediyeler vererek meşruiyet alması gibi, bugün yöneticiler de “bilim adamlarını dinliyoruz” diyerek aklî meşruiyet kazanırlar.
6. Feodalite 2.0: Bilimcilik Putunun Kurbanları
Tarihte kiliseye muhalefet eden insanlar, dine değil, dogmaya karşı çıkmışlardı. Bugün ise bilime değil, bilimciliğe karşı çıkanlar yine aynı şekilde aforoz edilmekte:
COVID sürecinde bilimsel görüş farklılıkları, sansür ve linçle bastırıldı.
Ahlak, cinsellik, aile ve değerler hakkında bilimsel kisveli ama ideolojik raporlar toplumu yönlendirdi.
Metafizik, ilahî irade ve gaybî bilgi “geçersiz bilgi türü” sayıldı.
Böylece modern çağın feodalite sistemi, bilimsel jargonla kamufle edilmiş bir kutsallık inşa etti. Bu kutsallık sorgulanamaz hale getirildiğinde, artık bilim değil, putlaştırılmış bilimcilik doğmuş olur.
7. Sonuç: Yeni Altın Buzağı ve Gerçek Akıl
Tarihsel döngü tekrar ediyor. Eski feodalite Tanrı adına yönetiyordu, yeni feodalite ise bilim adına. Ama her ikisi de kendi çıkar sınıfını halkın üstüne otorite olarak yerleştirmiştir.
Kur’an’ın Hz. Musa kıssasında geçen altın buzağı, aslında insanın kendi elleriyle yaptığı bir şeyi kutsallaştırmasının sembolüdür. Bugün de insanlar bilimsel metodun ürünlerini mutlaklaştırarak modern altın buzağı yapmışlardır.
Gerçek akıl, hakikatin peşindedir; ideolojilerin değil. Gerçek bilim, tevazu içinde hakikati arar; kibirle hüküm vermez. Bu yüzden, meşruiyetin yeniden inşası ancak:
Vahyin rehberliği,
aklın sınırlarını bilen bir düşünce,
ve fıtratla uyumlu bir toplumsal düzen ile mümkündür.
Bilim, bu üçlü içinde bir araç olarak yerini almalı, ilahî iradenin yerine ikame edilen yeni bir kilise olmamalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder