Ana içeriğe atla

Seküler Aydın Tipolojisinin Fikrî ve Ahlakî Zaafları: Celal Şengör ve Fatih Altaylı Örneği

 

Seküler Aydın Tipolojisinin Eleştirisi: Celal Şengör ve Fatih Altaylı Örneğinde Bilim, Modernizm ve İnanç

Giriş

Modern Türkiye'de seküler aydınlar olarak görülen bazı figürler, dinî değerlere ve geniş halk kesimlerine karşı takındıkları küçümseyici tavırlarla tartışma konusu olmaktadır. Özellikle jeolog Celal Şengör ve gazeteci Fatih Altaylı, hem medya aracılığıyla kamuoyunda entelektüel üstünlük sahibi kimseler olarak sunulmakta, hem de halkın inançlarına tahkir edici üslupları nedeniyle eleştirilmektedir. Bu makalede, adı geçen figürlerin söylem ve tutumları eleştirel bir bakışla incelenerek, seküler-modernist dünya görüşünün bilimsel, entelektüel ve ahlaki zaafları ortaya konulacaktır. İnceleme, pozitivist bilim anlayışının sınırlılıkları, seküler modernizmin halktan ve hakikatten kopuk yönleri ve medya eliyle oluşturulan sahte entelektüel imajı irdelemektedir. Tartışma esnasında Kur’anî bakış açısının yanı sıra felsefi, sosyolojik ve tarihsel bağlamlar da devreye sokularak modern “aydın” tipolojisinin iç çelişkileri gözler önüne serilecektir.

Pozitivist Bilim Anlayışının Sınırlılıkları

  1. yüzyılda Auguste Comte ile sistemleşen pozitivizm (olguculuk), “doğru bilginin yalnızca bilimsel bilgi olduğu” varsayımına dayanırdusunbil.com. Bu anlayışa göre gerçeklik hakkında hakikate ancak deney ve gözlem yoluyla ulaşılabilir; duyularla kavranamayan metafizik veya manevi unsurlar bilgi alanının dışında, hatta “safsata” olarak görülürdogus.nl. Pozitivist bilim anlayışı, özellikle 20. yüzyıl başlarında zirveye çıkan bir düşünce akımı olarak, bilimcilik şeklinde de adlandırılmış ve insan tecrübesiyle sınırlı olguların dışında hakikat arayışını reddetmiştirdogus.nl.

Halbuki bilimsel yöntemin başarısı yadsınamaz olsa da, pozitivist yaklaşımın ciddi epistemolojik sınırlılıkları olduğu modern felsefede geniş kabul görmektedir. Bir kere, bilim sadece “nasıl” sorusuna yanıt arar, olguların işleyiş mekanizmalarını açıklar; ancak insan yaşamı “neden” sorularıyla da doludurdogus.nldogus.nl. İnsanlığın varoluş gayesi, hayatın anlamı, etik değerlerin temeli gibi konular salt deney ve gözlemle cevaplanamaz. Pozitivizmin kısıtlı ufku, bu “neden” sorularını ya cevapsız bırakmakta ya da bu alanları bilim dışı ilan ederek yok saymaktadır. Nitekim pozitivizmin zirveye ulaştığı 20. yüzyılda, sadece olgulara dayalı akılcılığın toplumsal ve tarihi neticeleri de parlak olmamıştır. Aşırı bilim ve akıl yüceltmesinin damga vurduğu modern çağ, beklenenin aksine savaşlar, yıkımlar ve manevi buhranlar çağı da olmuştur; insan aklına ve bilime duyulan sınırsız güvenin toplumsal hayatta pek iyi izler bırakmadığı tarihsel tecrübeyle sabittiracikerisim.selcuk.edu.tracikerisim.selcuk.edu.tr.

Öte yandan, pozitivist paradigmanın kendi içinde de tutarsızlıklar ortaya çıkmıştır. Ünlü filozof Bertrand Russell, dini inançların insanlığın “aklın çocukluk çağı”ndan kalma bir kalıntısı olduğunu, akıl ve bilim yol gösterici oldukça dinin yok olacağını savunmuşturdogus.nl. Bu görüşe göre insanlar anlayamadıkları fenomenleri Tanrı’ya atfederek dini üretmişler; bilim ilerleyip açıklayamadığımız şeyleri açıklar hale geldikçe dine ihtiyaç kalmayacaktırdogus.nl. Ancak bu iddia, bizzat bilimci (scientist) bakış açısının çelişkisine işaret eder. Zira bilimcilik, bir yandan “açıklanamayanı Tanrı’ya yormanın ürünü dinlerdir” derken, diğer yandan açıklanamayan her şeyin tek çözümünü bilim olarak ilan etmektedir. Böylece bilimi adeta Tanrı’nın yerine koyarak ona mutlak kudret atfetmekte, kendisi de bir tür dogmatik inanç halini almaktadırdogus.nl. Nitekim bir ideoloji haline gelen katı pozitivizm, körü körüne bilime duyulan inanç üretmiştir ki bu durum, akıl ve bilimin her sorunu çözeceği yönündeki iyimser iddianın aksine, modern dünyada beklenen huzur ve anlaşılabilirlik ortamını sağlayamamıştıracikerisim.selcuk.edu.tracikerisim.selcuk.edu.tr. Bilimin kutsallaştırılması, onu da eleştiri dışı dogma haline getirir ve insanın manevi ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalıracikerisim.selcuk.edu.tr. Gerçekten de bilimsel bilgi son derece gerekli ve değerlidir; ancak bilimin sınırlarını bilmek şartıyla... Aksi halde modern insanın karşılaştığı “manevi buhran” ve “kişilik bozukluğu” gibi sorunlar ortaya çıkmıştır, çünkü rasyonalizm tek başına insanın maneviyat açlığını giderememiştiracikerisim.selcuk.edu.tr.

Kısaca, positivist bilim anlayışı metafizik hakikatleri dışladığı ölçüde eksiktir. Varlığın sadece maddi yönüne odaklanmak, insanlığın yüzyıllardır peşinde olduğu aşkın anlam arayışını cevapsız bırakmaktadır. Bu yüzden 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren pozitivizm, felsefe ve bilim teorisinde yoğun biçimde eleştirilmiş; Kuhn ve Popper gibi isimler bilimin doğrusal ilerlemediğini, paradigma değişimleri ve yanlışlanabilirlik gibi kavramlarla mutlak bir gerçeklik veremeyeceğini göstermişlerdir. İnsanın bilgi kaynakları arasında vahiy, sezgi, vicdan gibi unsurların da olduğunu savunan yaklaşımlar, pozitivizmin dar bakışını genişletmeye çalışmıştır. Kur’anî perspektiften bakıldığında da, sadece gözle görülen dünya ile sınırlı kalan bir bilgi anlayışı eksik kabul edilir. Kur’an, “gözler kör olmaz lakin göğüslerdeki kalpler kör olur” diyerek hakikatin sadece maddede değil, manevi idrakle kavranabileceğini vurgular (Hac 22:46). Bu nedenle, pozitivist-ateist yaklaşımın iddia ettiği gibi dinî inançların tamamen yok olacağı tezi gerçekleşmemiş; aksine modernlik içinde dinin farklı formlarda varlığını sürdürdüğü, sosyolog Peter Berger’in ifadesiyle “dünya hala dipdiri bir şekilde dindar” kaldığı görülmüştür. Bu durum, seküler bilgi iddiasının insan gerçeğinin ancak bir kısmını yakalayabildiğini, tümünü kuşatamadığını ortaya koymaktadır.

Seküler Modernizmin Halktan ve Hakikatten Kopukluğu

Sekülerleşme, dünya hayatını merkezileştirip ahiret ve manevi değerleri kamusal alandan dışlamayı hedefleyen bir modernleşme biçimi olarak tanımlanabilirtr.wikipedia.org. Batı’da Aydınlanma ile hız kazanan ve kutsalı “büyü” sayıp tasfiye etmeye çalışan modernizm, dünyevileşmeyi ilericilik saymış; geleneksel dinî sembolleri ve ritüelleri gericiliğin alametleri olarak silmeye uğraşmıştıracikerisim.selcuk.edu.tr. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk modernleşmesi de büyük ölçüde pozitivist ve laik bir paradigma tarafından şekillendirilmiştirkirmizilar.comimh.org.tr. Ancak bu seküler-modernist tutum, doğası gereği halkın inanç ve kültür dünyasından kopuk bir elit söylemi üretmiştir. “Eski Türkiye”de iktidarı tutanlar, Türkçü-laik-pozitivist kurucu paradigmanın sadık Kemalist seçkinleri idi; bunlar çoğunlukla toplumun değerlerinden ziyade kendi ideolojik doğrularını dayatmayı esas aldıfikircografyasi.com. Sonuçta geniş halk kitlelerinin dünyası ile seküler elitin dünyası arasında derin bir uçurum oluştu.

Seküler modernistler, kendilerini “aydınlanmış akıl” ile donanmış görüp, çoğu zaman halkın geleneksel inançlarını cahillik veya “irtica” olarak yaftaladılar. Bu tutum bir yandan hakikatten kopukluk içerir; çünkü hakikati sadece maddi ilerleme ve Batılı yaşam tarzında arar. Oysa kadim hikmet geleneği, hakikatin hem maddi hem manevi boyutu olduğunu vurgular. Modern seküler zihin ise hakikatin manevî yönünü reddederek onu eksik bırakır. Kur’an perspektifinde hakikat sadece fiziksel olgulardan ibaret olmayıp, aşkın bir boyut taşır; “Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler, ahiretten ise gafildirler” ayeti (Rum 30:7), salt dünya odaklı bir bakışın hakikatin bütününü ıskaladığını ifade eder.

Diğer yandan seküler modernizm, halktan kopukluk da sergiler. Türkiye örneğinde, halkın büyük kısmı Müslüman ve geleneklerine bağlı iken, seküler elit bunları “çağ dışı” görmüş ve tepeden inmeci politikalarla toplumu dönüştürmeye kalkmıştır. Tarihsel olarak da, Jakoben modernleşme girişimleri halkın değerlerini hor gördükçe toplumsal gerilim artmıştır. Bu kopukluk, entelektüel kesimin halkı “eğitimsiz kitle” olarak görüp karar mekanizmalarından dışlama isteğinde somutlaşır. Celal Şengör’ün “fazla demokrasicilik oynarsan bir sürü aptala teslim olmak zorunda kalırsın” sözü, bu zihniyetin açık ifadesidirtr.wikiquote.org. Demokratik çoğunluğu “aptallar sürüsü” olarak niteleyen bu bakış, aydının kendini halktan üstün konumlayışını ve halk iradesine güvensizliğini gösterir. Yine Şengör, Türkiye halkının “zır cahil” olduğunu, kültür düzeyinin “Afganistan ya da Orta Afrika kabilesi kadar” olduğunu söyleyerek toplumun her kesimini aşağılamıştırtr.wikiquote.org. Bu söylem, seküler elitin halkla bağının ne derece koptuğunu çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Kendisini üst kültür, geniş halkı ise ilkel ve cahil olarak tanımlayan aydın tipolojisi, sosyolojik bir yabancılaşma içindedir.

Seküler modernistlerin hakikatten kopukluğu, manevi ve etik değerleri dışlamalarında görülürken; halktan kopuklukları ise toplumsal realiteyi küçümsemelerinde ortaya çıkar. Bu tutumlar tarih boyunca reaksiyon da doğurmuştur: Halk, kendisini hor gören “münevver”e güven duymamış, kendi değerlerini sahiplenen liderlere yönelmiştir. Nitekim Türkiye’de seküler seçkinlerin despotik uygulamaları, zamanla demokratik tepkiler üretmiş; halkın ekseriyetini yok sayan projeler sürdürülebilir olmamıştır. Hakikatten kopukluk ayrıca modern seküler aklın kendini mutlak zannetmesinde belirgindir. Oysa felsefi olarak modernizm sonrası dönemde, tek boyutlu akıl eleştirilmiş; Max Horkheimer ve Theodor Adorno gibi düşünürler, Aydınlanma aklının kendi miti içinde boğulduğunu ileri sürmüşlerdir. Sonuçta ortaya çıkan tablo, “özgürleştirici” iddiasındaki modernliğin, insanı anlam dünyasından kopararak bürokratik, ruhsuz ve yabancılaşmış bir toplum inşa ettiğidir. Maneviyat krizi ve nihilizm, seküler modernliğin açmazları olarak karşımıza çıkar. Modern insan, bilim ve akıl sayesinde evreni kontrol etmeye çalışırken, varoluşsal boşluk ve anlamsızlık duygusuyla baş başa kalmıştıracikerisim.selcuk.edu.tr.

Medya ve Sahte Entelektüel Üstünlük Algısı

Günümüz toplumlarında medya, entelektüel figürlerin kitleler nezdindeki imajını belirlemede merkezi bir rol oynar. Televizyon, gazete köşeleri ve dijital platformlar, belirli ideolojik söylemleri sürekli görünür kılarak bazı kişileri “üstün akıl” mertebesine çıkartabilmektedir. Özellikle seküler ve bilimci söylemi benimseyen figürler, medya tarafından “aydın ve entelektüel” olarak parlatılmakta; buna karşılık dindar veya farklı görüşten insanlar geri plana itilmektediracikerisim.selcuk.edu.tr. Bilhassa bilim-din karşıtlığı çerçevesinde kurgulanan programlarda, “bilimci olan kesim entelektüel olarak adlandırılmıştır” ifadesi bu gerçeği yansıtıracikerisim.selcuk.edu.tr. Medya, bilimi ve sekülerliği sorgusuz benimseyen tutumu normalleştirip yüceltirken, bu tutuma itiraz edenleri “cahil, yobaz” gibi sıfatlarla yaftalayabilmektedir. Böylece ekranlar ve köşeler aracılığıyla bir entelektüel üstünlük algısı inşa edilir.

Bu algı çoğu zaman sahte bir üstünlük görünümüdür; zira medyada ünlenen herkes gerçek anlamda entelektüel derinliğe sahip olmayabilir. Ancak kitle psikolojisi ve medya etkisiyle, ünlü simalar bir nevi dünyevi kutsal haline getirilmektediracikerisim.selcuk.edu.tr. Nitekim modern dünyada medya tarafından yaratılan yıldızlar, birçok insan için idol konumundadır: Ekranda gördükleri her şeyi “doğru ve hakikat” kabul edebilen kitleler oluşmuşturacikerisim.selcuk.edu.tr. Bir televizyon yorumcusunu veya YouTube kanaat önderini görmek, bazı izleyicilerde adeta “ilahî bir karşılaşma yaşamışçasına” heyecan uyandırmaktadıracikerisim.selcuk.edu.tr. Bu durumda medya, seküler bir toplumda dinin boşalttığı manevi coşku ihtiyacını büyüleyici bir gösteri ile ikame etmiş oluracikerisim.selcuk.edu.tr. İnsanlar eskiden kutsal kitaplara ve din büyüklerine koşulsuz inanırken, şimdi benzer bir teslimiyeti medya figürlerine gösterebilmektedir. Neticede medya eliyle beslenen körü körüne inanma tutumu, eskiden eleştirilen dogmatizmin farklı bir versiyonu olarak sürmektedir.

Celal Şengör ve Fatih Altaylı gibi isimler, medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşan ve belirli bir otorite atfedilen kişiler olmuşlardır. TV programlarında bir bilim insanı kimliğiyle sürekli boy gösteren Şengör, herhangi bir konuda görüş bildirdiğinde sanki o alanın da uzmanıymışçasına itibar görür. Medya, onun akademik ünvanını ve sivri çıkışlarını kullanarak tartışma programlarında reyting elde ederken, izleyici nezdinde de “Şengör söylüyorsa doğrudur” şeklinde bir güven telkini oluşur. Benzer şekilde, yıllarca ana akım medyada yöneticilik yapmış, gazete köşelerinde yazmış ve ekran yüzü olmuş Fatih Altaylı, keskin üslubuyla “doğruyu söyleyen adam” imajına büründürülmüştür. Oysa bu imajın ardında çoğu zaman sübjektif yargılar, önyargılar ve hatalar gizlidir. Medyanın tek taraflı sunumu, bu kişilerin de hata yapabileceği gerçeğini örter. Ayrıca medya, tartışma programlarında çoğu kez karşıt görüşten ciddi entelektüelleri ya davet etmez ya da susturur; böylece seçilmiş figürlerin görüşü mutlak doğru gibi sunulur. Bu durum, sahte bir entelektüel hegemonya yaratır.

Örneğin, popüler bir tartışma programında Celal Şengör, evrim teorisini savunurken karşısına sadece yetersiz argümanlı biri çıkarılır ve Şengör’ün üstünlüğü perçinlenir. İzleyici, “bakın bilim adamı hepsini nasıl bozdu” derken, aslında moderasyonun ve kurgunun etkisini fark etmeyebilir. Bu tarz medya pratikleri, bilim karşıtlığı üzerinden bir ayrım yaratarak, bilimi kutsayanları entelektüel elit, eleştirenleri cahil olarak yaftalaracikerisim.selcuk.edu.tr. Oysa kör bir bilim ideolojisi de eleştiriye muhtaçtır ve toplum için tek başına yeterli olmadığı aşikârdıracikerisim.selcuk.edu.tracikerisim.selcuk.edu.tr. Medyanın büyülü atmosferi içinde, görsel imajlar ve keskin ifadeler gerçeğin yerini alabilir; sonuçta kitleler “ekranda söyleneni hakikat kabul etme” kolaycılığına sürükleniracikerisim.selcuk.edu.tr.

Ayrıca sosyal medya çağında gazeteciler ve akademisyenler, kendi kanalları üzerinden geniş kitlelere hitap edebilmektedir. Bu durum, denetimsiz bir güç de getirir. Örneğin Fatih Altaylı, kişisel YouTube kanalında veya Twitter hesabında bir kesime hakaret ettiğinde, bu ifadeler bir anda milyonlar tarafından görülebilmektedir. Eğer medyanın toplumu bilgilendirme ve aydınlatma misyonu olduğu kabul edilirse, bu tür tutumlar bu misyona aykırıdır. Fakat ne yazık ki reyting ve popülarite uğruna, kışkırtıcı ve aşağılayıcı üslup medya ekosisteminde prim yapabilmektedir. Böylece provokatif çıkışlar ile sahte bir entelektüel cesaret gösterisi sahnelenir; medya bunu besler, tartışmaları köpürtür ve ilgili figürün şöhreti daha da artar. Son kertede, medya destekli bu şöhret, ilgili aydının görüşlerini adeta mutlak akıl mertebesine çıkarmakta ve eleştirel düşünce yerine taraftarlık üretmektedir. Bu da entelektüel tartışma kalitesini düşürürken toplumdaki kutuplaşmayı artırır.

Celal Şengör: Din Karşıtı İddialar ve Entelektüel Zaaflar

Prof. Dr. Celal Şengör, dünya çapında tanınan bir jeolog olmasının yanı sıra, Türkiye’de ateist kimliğiyle ve din konusunda yaptığı sivri çıkışlarla bilinen bir figürdür. Şengör’ün dinî inançlara yönelik tavrı, çoğu zaman tahkir edici ve dışlayıcı olmuştur. Kur’an, Tevrat ve İncil gibi kutsal metinleri tarihten örnekler vererek “Ortadoğu din mitolojisi parçaları” şeklinde nitelendiren Şengör, Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. Musa gibi figürlerin anlatılarını “masal” olarak tanımlamıştırtr.wikiquote.org. Onun ifadesiyle, “İbrahim ne kadar masalsa, Musa ne kadar masalsa (Kur’an’daki anlatım) da o kadar masaldır.” Bu söylem, Müslüman Türk toplumunun inanç temelini oluşturan peygamberleri ve kutsal tarih anlatısını tümden mitoloji düzeyine indirgemektedir. Nitekim katıldığı bir televizyon programında kullandığı bu gibi ifadeler nedeniyle hakkında “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçlamasıyla soruşturma açılmıştırbirgun.net. Savcılığa ifade veren Şengör, özür dilemek bir yana, savunmasında da dini değerleri “dinsel masallar” diye nitelendirerek 21. yüzyılda bilim yerine bu masalları değerlerin temeline koyan bir zihniyetin kendisini şüpheli yapmasını eleştirmiştirbirgun.netbirgun.net. Bu çıkış, onun bakış açısında bilim ile dinin uzlaşmaz bir çatışma olarak görüldüğünü ve bilimin yanında yer almak adına inanca hakareti meşru saydığını gösterir.

Celal Şengör’ün entelektüel zaafları, her şeyden önce kendi uzmanlık alanı dışındaki konulardaki dogmatik tutumunda kendini belli eder. Bir yerbilimci olmasına rağmen, teoloji, felsefe, sosyoloji gibi alanlarda da kesin yargılar beyan etmekte ve çoğunlukla bu alanların iç dinamiklerini göz ardı etmektedir. Örneğin “Bilime dayanmayan felsefe, boş laftan ibarettir” diyerek, felsefenin tüm dallarını bilimsel metoda indirgemektedirtr.wikiquote.org. Oysa bilimsel bilgiyle etik, estetik veya metafizik problemler çözümlenemez; felsefe, bilimin sınırlarının ötesindeki soruları da ele alır. Şengör’ün bu tutumu, pozitivist bakışının dogmalaştığını ve kendi paradigmasının dışındaki bilgi türlerine kapanıklığını gösterir. Bu anlamda entelektüel çeşitlilik ve derinlikten yoksun bir bilimcilik (scientism) sergilemektedir. Kur’an, “hikmet sahibi olmayı” gerçek akıl sayarken, hikmeti sadece deneysel veriye indirgeyen bu anlayış eleştiriye açıktır.

Şengör’ün iddialarının bir diğer zaafı, kendi kendini tekzip eden elitizm barındırmasıdır. Aydınlanmanın temel iddiası, aklın ve bilimin ışığında toplumun ilerlemesidir; bu ilerleme ideal olarak herkesi kapsayıcı olmalıdır. Ancak Şengör, defaatle halkın çoğunluğunu aşağılayan ifadeler kullanmış ve ileri gitmenin yolunu elitist bir zümrenin toplumu yönetmesinde görmüştür. “Elitist olmayan hiçbir toplum ileri gidemez” sözü ona aittirtr.wikiquote.org. Bu bakış açısıyla, demokrasiye açık bir tepki göstermekte; geniş kitlelerin iradesine güvenmemektedir. Nitekim bir mülakatta, Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin aristokrat bir sınıfının olmayışı olduğunu, toplumun kültürel ve siyasi rehberliğini ancak böyle bir sınıfın yapabileceğini söylemiştiren.wikipedia.org. Ona göre Türkiye’de ordudan başka elit yoktur ve subaylar eğitimleri ve görgüleriyle ülkeyi yönetmeye ehildiren.wikipedia.org. Bu ifadelerle 1980 askeri darbesini hararetle savunan Şengör, “1980-82 arasındaki askeri rejimin her politikasını kayıtsız şartsız onayladığını” belirtmiş; hatta en tartışmalı uygulamalardan biri olan insanlara dışkı yedirilmesini “sistematik olmadığı sürece işkence sayılmaz” diyerek meşrulaştırmaya çalışmıştıren.wikipedia.org. Sonradan sözlerinin yanlış anlaşıldığını iddia ederek özür dilese de bu tavır, bir bilim insanının insan hakları ve ahlaki değerler konusundaki ciddi zaafını göstermiştir. Şengör, demokrasi ve insan hakları yerine otoriter bir elit iktidarını tercih ettiğini saklamamaktadıren.wikipedia.org. Hatta Platoncu bir tonda, kültürlü elitin yönetimini sıradan insanların yönetimine yeğlediğini ifade etmiştiren.wikipedia.org. Bu tutum, modern bir entelektüelin beklenen değerlere (özgürlük, eşitlik, insan onuru vb.) aykırı bir duruşudur ve bir iç çelişki barındırır: Bir yandan akıl ve bilim adına konuşurken, öte yandan akıl ve bilimin gereği olan özgür tartışma ve insan onurunu savunmada sınıfta kalmaktadır.

Celal Şengör’ün ahlaki eksiklikleri sadece soyut politik tercihlerinde değil, somut davranışlarında da tezahür etmiştir. 2021’de çevrimiçi bir etkinlikte, bir kadın öğrencisine sınıfta cinsel taciz mahiyetinde bir davranışta bulunduğunu gülerek anlatması (etek kaldırıp tokat attığını itiraf etmesi) infiale yol açmış; hakkında üniversite tarafından soruşturma başlatılmıştıren.wikipedia.org. Bu olay, onun bir eğitimci olarak etik çizgiyi aştığını ve kendini hesap vermez gördüğünü ortaya koyar. Ahlaki açıdan kendini bağlayıcı ilkelere tabi görmeyen bir entelektüel portresi çizmektedir.

Sonuç olarak Celal Şengör, modern aydın prototipinin pek çok çelişkisini şahsında barındıran bir figür olarak karşımızdadır. Bilim adına konuşurken bilim etiğini hiçe sayabilen, akıl adına yola çıkarken eleştirel düşünceye kapalı dogmatizm sergileyen, medeniyet ve ilerleme derken halkı küçümseyen ve hatta zorbalığı olumlayan tutumlar geliştiren bir portre çizmektedir. Bu, seküler entelektüel tavrın sorunlu yönlerini açıkça gösterir. Kur’anî açıdan bakıldığında ise, Şengör’ün tavrı “kibr” kavramıyla örtüşmektedir: Kendini bilgi ve statü itibariyle üstün görerek hakkı ve hakikati küçük gören kimseler, Kur’an’da eleştirilir. “İnsan, kendini yeterli gördüğü için azar” (Alak 96:6-7) ayeti, insanın ilim ve iktidar alanında kendini tuğyan edecek kadar müstağni görmesini kınar. Celal Şengör örneği, ilim kibrinin modern bir yansıması olarak değerlendirilebilir. İlim sahibi olduğunu iddia edip tevazu göstermeyen, bilakis başkalarını hakir gören tavır, aslında ilmin ruhuna aykırıdır.

Fatih Altaylı: Medya Dili ve Halkı Aşağılama Üslubu

Fatih Altaylı, uzun yıllar ana akım Türk medyasında köşe yazarlığı, televizyon programcılığı ve yöneticilik yapmış bir gazetecidir. Sivri dili ve sert üslubuyla tanınan Altaylı, özellikle son dönemde toplumun belirli kesimlerine yönelik aşağılayıcı ifadeleri ile gündeme gelmiştir. Gazetecilik meslek ilkeleri tarafsızlık ve saygıyı gerektirirken, Altaylı çoğu kez bu çizginin dışına çıkarak hakaretamiz bir dil kullanmaktadır. Özellikle dindar-muhafazakâr kitleleri hedef alan sözleri, seküler elitin halkı hor gören söylemine örnek teşkil etmektedir.

2023 yılı Aralık ayının sonunda Altaylı, YouTube kanalında yayınladığı bir videoda Ankara’da düzenlenen “İsrail’e ve PKK’ya Lanet” mitingine katılan kalabalığa yönelik çok sert ifadeler kullandıbbc.combbc.com. Bu mitinge katılan vatandaşları topluca aşağılayan Altaylı’nın ifadeleri nedeniyle hakkında, TCK 216 kapsamında “halkın bir kesimini kin ve düşmanlığa alenen tahrik ve aşağılama” suçundan resen soruşturma başlatıldıbbc.com. Söz konusu videoda Altaylı’nın kullandığı hakaretlerden biri, bu insanları “şerefsizler” diye nitelemesiydiyenisafak.comyenisafak.com. Toplumun bir kesimine topluca “şerefsiz” (onursuz, haysiyetsiz) demek, bir gazetecinin dilinde asla yer almaması gereken, son derece ağır bir hakarettir. Altaylı bu sözleriyle yalnız bireyleri değil, onların inandığı değerlere sahip çıkan geniş bir kitleyi aşağılamış oluyordu. Bu kitle, Filistin’e destek için sokağa çıkan, mazlum coğrafyalara duyarlılık gösteren insanlardıyenisafak.com. Altaylı’nın perspektifinde ise bu davranış övgüye değil, sövgüye layıktı.

Hemen ardından 1 Ocak 2024’te İstanbul’da benzer bir Gazze’ye destek yürüyüşü sonrasında gelişen başka bir olayda, protesto dönüşü elinde tevhid sancağı taşıyan bir vatandaşa fiili saldırıda bulunan bir provokatöre Fatih Altaylı sosyal medya hesabından destek verdibbc.combbc.com. Saldırganın, gösteriden dönen İsmail Aydemir adlı vatandaşı “Arap sevici” diyerek yumruklayıp kanlar içinde bırakması geniş tepki çekerken, Altaylı Twitter hesabından saldırgan için “Eline sağlık” diye yazdıyenisafak.com. Türkçede “eline sağlık” ifadesi, bir eylemi gerçekleştiren kişiye “iyi yaptın, bravo” anlamında kullanılan bir övgüdür. Yani Altaylı, şiddet uygulayan kişiyi alenen tebrik etmişti. Bu durum üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Altaylı hakkında “suçu ve suçluyu övme” suçundan ayrı bir soruşturma daha başlattıyenisafak.combbc.com. İfadeye çağrılan Altaylı, savcılıkta yaklaşık bir saat ifade verdikten sonra yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldıbbc.combbc.com. Kamuoyu baskısı üzerine Altaylı attığı “Eline sağlık” tweetini silmek zorunda kaldı ve gelen tepkilere karşı “Ben kimseye bir şey demedim, insanlar ne anlayacak diye test ettim” gibi inandırıcılıktan uzak bir açıklama yaptıbbc.com. Fakat yaşananlar, bir medya mensubunun nasıl olup da şiddeti övebilecek noktaya gelebildiğini göstererek büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Fatih Altaylı’nın medya dili, gazetecilikten çok bir tribün fanatiğinin diline evrilmiştir. Muhalif görüşleri sivri biçimde dile getirmesiyle bilinirken, bunu yaparken sık sık topluma hakaret etmesi, ifade özgürlüğünün sınırlarını zorlamaktadır. Kullandığı dil, eleştirdiği kesimleri ikna etmekten ziyade onları tahrik eden ve kutuplaştıran bir dildir. Örneğin geçmişte de farklı konularda “salak”, “gerizekâlı” gibi ifadeleri köşesinde kullandığı bilinen Altaylı, böylelikle medya platformunu adeta bir hakaret kürsüsü haline getirmiştir. Altaylı, kendisiyle aynı fikirde olmayan geniş toplum kesimlerini anlamaya çalışmak yerine onları küçük düşürmeyi tercih etmektedir ki bu, entelektüel dürüstlükle bağdaşmadığı gibi toplumsal barışa da aykırıdır.

Altaylı örneği, modern “aydın” tipinin medya aracılığıyla nasıl bir halktan kopuk kibir sergileyebileceğini göstermesi açısından çarpıcıdır. Bir gazeteci olarak görevi kamuoyunu aydınlatmak, doğru bilgi sunmak ve farklı görüşleri yansıtmak olması gerekirken, o kendini hakem yerine koyup geniş bir kitleyi aşağılamayı seçmiştir. Bu tutum hem ahlaki bir zaaf hem de entelektüel bir yüzeysellik içerir: Ahlaki zaaf çünkü şiddeti ve nefreti teşvik etmek, temel insani ve mesleki değerlere aykırıdır; entelektüel yüzeysellik çünkü hakaret, fikirsel tartışmanın bittiği noktadır. Hakaret eden, artık argüman üretmiyor demektir. Altaylı’nın dilinde argümanların yerini küfür ve küçük görme aldığında, aslında kendi entelektüel otoritesini de zedelemektedir. Ne var ki medya, bazen bu gibi sansasyonel çıkışları dürüstlük veya açıksözlülük diye pazarlayarak, Altaylı gibilerinin popülaritesini artırmıştır. Bu da yukarıda bahsedilen sahte entelektüel üstünlük algısının bir parçasıdır: İzleyici, “bak ne cesur, herkesin yüzüne söylüyor” diyerek aslında nezaket ve diyalog eksiğini cesaret zannetmektedir. Halbuki hakaret etmek cesaret değil, çoğu zaman çaresizlik ve öfke belirtisidir.

Sosyolojik açıdan, Altaylı’nın tavrı Türkiye’deki uzun süreli merkez-çevre geriliminin bir tezahürüdür denebilir. Seküler, kentli ve kendini elit gören merkez medya figürü, taşra veya muhafazakâr kesimleri “gerektiğinde dövülmesi, sövülmesi müstahak” gruplar olarak görebilmektedir. Bu bakış açısı, Cumhuriyet tarihi boyunca var olan tepeden bakmacı modernizer anlayışın devamı niteliğindedir. Ne var ki günümüzde bu dil, demokratik olgunlukla bağdaşmadığı gibi hukuki açıdan da yaptırımla karşılaşmaktadır (nitekim Altaylı hakkında açılan davalar bunun göstergesidir). Kur’anî bakış açısıyla değerlendirildiğinde, insanlara hakaret ve kibirle yaklaşmak büyük bir ahlaki kusurdur. Kur’an, “insanlara yanağını dönüp kibirlenme” (Lokman 31:18) diye öğütleyerek kibirli üslubu yasaklar; “Ey iman edenler, bir topluluk diğerini alaya almasın, belki onlar kendilerinden hayırlıdır” (Hucurât 49:11) ayeti ise herhangi bir grubun bir başka grubu küçümsemesini men eder. Altaylı’nın söylemi, tam da bu men edilen davranışlarla örtüşmektedir. Dolayısıyla sadece seküler etik değil, dini etik açısından da ciddi bir problem teşkil etmektedir.

Kur’anî, Felsefi ve Tarihsel Perspektif: Aydın Tipolojisinin İç Çelişkileri

Yukarıda ele alınan örnekler ışığında, modern seküler “aydın” tipolojisinin kendi içinde barındırdığı çelişkilere daha geniş bir perspektiften bakmak faydalı olacaktır. Gerek Celal Şengör gerek Fatih Altaylı örneğinde gördüğümüz üzere, kendisini aklın ve bilimin temsilcisi olarak sunan bu aydın profili, çoğu zaman tutarlılık sorunu yaşamaktadır.

Her şeyden önce, bu tip aydınlar epistemolojik bir paradoks içindedir: Bir yandan eleştirel aklı ve bilimsel şüpheciliği savunduklarını iddia ederken, öte yandan kendi benimsedikleri seküler paradigmaya karşı en ufak bir eleştirelliğe tahammül göstermezler. Celal Şengör’ün dinî metinleri bütünüyle “mitoloji” olarak yaftalayıp bunları değerli sayanları cahillikle suçlaması, kendisinin eleştirel düşünceyi sadece tek yönde uyguladığını gösterir. O, nasıl ki dindar birinin bilimi bütünüyle reddetmesini bağnazlık görüyorsa, dindarların da kendi inançlarını bütünüyle reddeden bir bilimciyi aynı şekilde bağnaz görebileceğini hesaba katmamaktadır. Modern aydın, başkalarını dogmatik olmakla suçlarken kendi dogmalarını ürettiğinin farkına varmaz. Bu durum, Kur’an’ın eleştirdiği ironiye benzer: “Onlara 'İnsanların inandığı gibi siz de inanın' denildiğinde, 'Biz o akılsızların inandığı gibi inanır mıyız?' derler. Bilin ki asıl akılsızlar kendileridir, fakat farkında değiller” (Bakara 2:13)tr.wikiquote.org. Yani, bir kesimi akılsız/cahil görüp onların değerlerini küçük sayanlar, belki de gerçek hikmetten pay alamayan kendileridir. Celal Şengör ve Fatih Altaylı vakasında bu ayetin hayata yansıyan bir veçhesini görmek mümkündür: Kitleleri akılsızlıkla suçlayan sözde akıl sahipleri, özünde hikmetten nasipsiz bir dogmatizmin pençesindedir.

Felsefi açıdan bakıldığında, modern seküler aydın, Aydınlanma düşüncesinin krizini temsil eder. Aydınlanma, insan aklını otoriteden azade kılma ve özgürleştirme projesiydi. Ne var ki Eleştirel Teori’nin kurucularının işaret ettiği gibi, Aydınlanma aklı kendi totaliter mantığını doğurmuştur: Araçsal akıl ve pozitivizm, her şeyi kontrol etmeye çalışırken anlam ve değeri yok saymıştıracikerisim.selcuk.edu.tr. Celal Şengör gibi aydınlar, bilimin hükümranlığını savunurken aslında Newtoncu determinist evren tasavvurunun ve 19. yüzyıl pozitivizminin modası geçmiş kalıplarına sarılmaktadır. Oysa 20. yüzyılda bilim, kendi doğasını bile sorgulamış; izafiyet ve kuantum teorileriyle kesin determinizm sarsılmış; bilim felsefesi, bilimsel bilginin doğrusal birikim olmadığını ortaya koymuştur. Fakat seküler aydın miti, hala bilimin çözemeyeceği hiçbir sorun olmadığı yanılsamasını sürdürür. Bu nedenle örneğin Şengör, toplumsal veya ahlaki problemleri de “cehaleti bitirirsek her şey çözülür” şeklinde formülleştirir. Bu yaklaşım, insan doğasını ve toplum karmaşıklığını hafife alan aşırı bir indirgemeciliktir. İnsan davranışlarını tek başına eğitime ya da biyolojiye indirgemek, modern entelektüelin sık düştüğü bir hatadır. Sonuçta, aydın tipolojisi kendi ilan ettiği rasyonalite ölçütlerine bile uyamamakta; rasyonel olmak adına insanın irrasyonel yönlerini göz ardı eden irrasyonel bir tavır sergilemektedir.

Tarihsel ve sosyolojik bağlamda, modern aydının bir diğer çelişkisi de iktidar ile ilişkisidir. Klasik anlamda entelektüel, hakikati iktidara karşı savunan, doğruyu söyleme cesareti gösteren kişi olarak tanımlanır (Foucault’nun “parrhesia” kavramı, aydının güç karşısında risk alıp gerçeği dillendirmesini ifade eder). Ancak Celal Şengör ve benzeri birçok seküler aydın, gerçek iktidar odaklarına karşı eleştirel durmaktan ziyade onlarla özdeşleşmektedir. Şengör’ün askeri vesayete övgüler dizmesi, monarşiyi demokrasiye tercih ettiğini söylemesi ve darbecileri haklı çıkarmasıen.wikipedia.orgen.wikipedia.org, aydının iktidar karşısındaki bağımsızlığını yitirdiğini gösterir. Benzer şekilde Fatih Altaylı da medya gücünü kullanarak zaman zaman belli siyasi çevrelere yakın durabilmiş, çıkar ilişkileriyle anılmıştır (geçmişte bir spor kulübü yöneticisi olarak çıkar çatışmaları yaşamış olması vb. bilinir). Bu tip aydınlar, halktan kopuk oldukları kadar gerektiğinde halk iradesine karşı güç odaklarıyla da işbirliği yapabilmektedir. Bu da entelektüel etiğin ihlalidir. Modern aydın, bir yandan halkı küçümserken öte yandan halk adına iktidarı denetleme rolünü de ihmal edebilmektedir. Bu çelişki, aydın kavramının itibarını zedelemiştir.

Kur’anî açıdan bakıldığında, bilgi ile eylem arasındaki makasın açılması büyük bir tehlikedir. Kur’an, “Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?” diye sorarak (Saf 61:2) teori-pratik tutarsızlığını kınar. Modern aydınların özgürlük, eşitlik, kardeşlik söylemi dillerinden düşmezken pratikte halka tepeden bakmaları, demokrasi yerine oligarşiyi desteklemeleri, söylem-eylem tutarsızlığına örnektir. Yine Kur’an’da, şeytanın bilgi eksikliğinden değil kibir ve itaatsizlikten dolayı suçlandığı anlatılır: Şeytan, Adem’den daha üstün olduğunu iddia ederek secde emrine karşı gelmiştir. Bu kıssa, kibrin bilgiyi değersiz kılışına dair ibretlik bir ders taşır. Modern aydınlar arasında da kendi entelektüel “ırkçılık”ını yapanlar vardır: Kimi soyut akıl kapasitesine, kimi bilimsel bilgiye dayanarak kendini “Adem”den üstün görüp toplum nezdinde ayrıcalık talep eder. Halbuki ahlakî ve manevî boyutu olmayan bilgi, sahibini erdemli kılmaz; belki daha tehlikeli hale getirir. Nitekim atom bombası bilgisi ile donanmış bilim insanı, hikmet ve vicdan sahibi değilse, uygarlığı felakete sürükleyebilir. Bu nedenle, İslam düşüncesinde gerçek aydın (alim), hem ilim hem irfan sahibidir; yani maddi bilgisiyle beraber manevi basireti de olan kişidir. Bu perspektiften bakıldığında, Celal Şengör ve Fatih Altaylı gibi figürler, ilimleri arttıkça irfanları azalan, bilgi sahibi oldukça tevazu yerine kibirlenen prototipler olarak eleştirilebilir.

Son olarak, iç çelişkilerin neticesi olarak modern seküler aydın tipinin toplum nezdinde itibar erozyonuna uğradığına değinilebilir. Halktan kopuk söylemler, uzun vadede aydını yalnızlaştırır. Türkiye’de de son yıllarda sıkça tartışıldığı gibi, “aydın ile halk arasındaki uçurum” derinleşmiştir. Halkın değerlerine hakaret eden entelektüel, halk nezdinde inanılırlığını yitirir. Bu da kamusal aklı geliştirecek sağlıklı tartışmaların önünü tıkar. Halbuki toplumun gerçek entelektüellere, yol gösterici bilge kişilere ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı karşılayacak aydınların, sadece seküler bilgi birikimiyle değil, aynı zamanda ahlaki duruş ve empati ile donanmış olmaları gerekir. Kur’anî modelde bilginin amaçlarından biri, insanı kibirden arındırıp hikmete ulaştırmaktır. Modern “bilgi sahipleri” ise tam aksine kibirlerine yenik düşmekte, böylece hem kendi iç bütünlüklerini hem de toplumsal fonksiyonlarını zaafa uğratmaktadırlar.

Sonuç

Celal Şengör ve Fatih Altaylı örnekleri üzerinden yapılan bu inceleme, modern seküler aydın tipolojisinin eleştirel bir dökümünü sunmuştur. Bu figürler, pozitivist bilim anlayışına ve seküler ideolojiye sıkı sıkıya bağlılıklarıyla ön plana çıkarken, aynı zamanda dini değerler ve geniş halk kesimleri karşısındaki tahkir edici tutumları ile tepki çekmektedir. Makale boyunca görüldüğü gibi, pozitivist-seküler bakış açısı, epistemolojik olarak dar (metafizik boyutu dışlayan), sosyolojik olarak yabancı (halkın değerlerine uzak) ve ahlaki olarak sorunlu (kibir ve tahakküme meyilli) yönlere sahiptir. Celal Şengör’ün din karşıtı söylemleri ve entelektüel kibri, Fatih Altaylı’nın medya dilindeki saldırganlık ve halkı aşağılama üslubu, bu durumun somut tezahürleri olarak değerlendirilebilir.

Bu iki isim özelinde tespit edilen entelektüel ve ahlaki eksiklikler, aslında seküler modernizmin yapısal zaaflarına işaret etmektedir. Sadece fenni ilimleri rehber alan, manevi hakikatleri “masal” sayan bir dünya görüşü, insanın anlam arayışına cevap verememekte; dahası bu eksikliği fark eden geniş kitlelere karşı tepeden bakan bir tavır geliştirmektedir. Pozitivist bilim anlayışının sınırları, insanlığın ihtiyaç duyduğu değer ve manayı kapsamadığı için, seküler aydını hakikatten koparmaktadır. Öte yandan bu aydınlar kendilerini toplum mühendisleri olarak konumlandırırken, halkın inanç ve kültürünü hor görmeleri nedeniyle halktan da kopmaktadırlar. Bu içsel kopukluklar, modern entelektüelin inandırıcılığını zedelemekte ve onu bir paradoks içine sokmaktadır: Bilgi iddiası yüksek ama hikmetten yoksun; eleştirellik iddiası var ama dogmatik; özgürlük savunucusu görünümünde ama otoriter hayranı; ahlak vurgusu yok ama ahlaki üstünlük taslar durumda.

Kur’anî, felsefi ve tarihsel değerlendirmeler ışığında, gerçek entelektüel olmanın bilgi kadar hikmet de gerektirdiği sonucuna varıyoruz. Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu “ilim ile amel bütünlüğü” ve tevazu, entelektüel için de geçerlidir. Kendini bilgi nedeniyle ayrıcalıklı görüp başkalarını küçümseyen kişi, hem hakikate hem topluma yabancılaşır. Modern seküler aydın tipinin kurtulması gereken en büyük maraz, işte bu kibir ve kopukluk marazıdır. Topluma gerçekten öncülük edebilecek aydınlar, halkın inanç ve değerlerini küçümsemek yerine onlarla diyalog kurabilen; bilimi yüceltirken onu putlaştırmayan; eleştirel aklı savunurken kendi görüşünü de eleştiriye açabilen; en önemlisi derin bilgiyle beraber derin bir vicdan ve sorumluluk duygusu taşıyan kişiler olmalıdır.

Sonuç olarak, Celal Şengör ve Fatih Altaylı örnekleri bize şunu göstermektedir: Sahici entelektüel üstünlük, medyanın parıltılı ekranlarında veya kibirli ifadelerde değil; tevazu, tutarlılık ve hakikate sadakatte gizlidir. Bilgi, ancak ahlakla birleştiğinde hikmete dönüşür ve toplumlara fayda sunar. Aksi halde, bilgi hamalı entelektüeller çok şey bildiklerini zannettikleri halde gerçeğin ruhunu ıskalarlar. Bu yüzden, modern aydın profilinin özeleştirisi şarttır. Sekülerliğin temel zaaflarını giderme yönünde, hikmet geleneğiyle barışan, halkın değerleriyle temas kuran ve bilimin yanına kalp gözünü de koyan bir entelektüel anlayış, hem toplumun hem de aydının kurtuluşu olacaktır.


SON EK: Seküler Aydın Tipolojisinin Eksiklik ve Hatalarının Özeti

1. Bilgi Zannıyla Karanlıkta Kalan: Celal Şengör’ün Açık Eksiklikleri

  • Uzmanlık dışı alanlarda cüretli cehalet: Jeolog kimliğini her alana taşıyan Şengör, teoloji, felsefe ve toplum bilimleri gibi alanlarda konuşurken derinlikten yoksun; sadece özgüveniyle hüküm veriyor. Bildiği sınırlı, konuştuğu sınırsız.

  • Kur’an ve peygamberlere hakaret: Kur’an’daki anlatımları “masal” diyerek küçümseyip, Hz. İbrahim, Musa ve İsa gibi peygamberleri halkın gözünde itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bu, halkın inancına düşmanlıktır.

  • Bilimi putlaştırma ve dogmatizm: Bilim dışında hiçbir bilgi tanımıyor; aklı da, hikmeti de sadece laboratuvara sıkıştırıyor. Pozitivizmi dinleştirip, kendini onun peygamberi sanıyor.

  • Demokrasi düşmanı vesayetçi zihniyet: “Subaylar yönetsin, halk anlamaz” diyerek halkın oyuna, iradesine, hatta meşruiyetine düşmanlık ediyor. Bu, bilim adamından çok bir despot profilidir.

  • Modern putperestlik: Heykele secde: Devlet adamlarının heykellerine eğilip konuşan Şengör, müşriklerin taşla konuşmasından farklı bir şey yapmıyor. Putun maddesi değişti, zihniyet değişmedi. Bu bir seküler tapınmadır.

  • Etik zaaf ve cinsiyetçi densizlik: Bir kadın öğrenciye tokat attığını gülerek anlatması, akademisyen değil, tacizci zihniyetin ifşasıdır. Ciddiyetini yitirmiş bir özensizlik ve şımarıklıktır.

  • İğrençlikten kahramanlık çıkarmak: Küçükken dışkı yediğini utanmadan anlatan biri, bu mide bulandırıcı ayrıntıyı halkı “eğlendirmek” için kullanıyorsa artık bilim değil, şahsiyet çöküşü sergiliyordur. Bu kişi örnek değil, ibretliktir.


2. Cahilliğini Bağırarak Örten: Fatih Altaylı’nın Çarpık Entelektüel Kurgusu

  • Diplomasız entelektüel sahtekârlığı: Her fırsatta fikir satıyor ama hiçbir üniversite mezuniyet kaydı ortada yok. Akademik arka planı sıfır, üslubu sanki fikir dâhisi! Bu durumun kendisi medya balonculuğunun açık örneğidir.

  • Fikrî derinlik yerine hakaretle hüküm: “Şerefsizler” gibi ifadelerle milyonlara saldırıyor. Eleştiri değil, aşağılamayı meslek edinmiş.

  • Şiddeti kutsayan medya figürü: Vatandaşa yumruk atan birini “eline sağlık” diye övmesi, hukuk değil vandallıktır. Bunu kamuoyuna örnek gösteriyor, provokasyonu cesaret diye pazarlıyor.

  • Popülerlik için seviyesizlik: Herkesi tersleyerek, bağırarak, söverek gündem olmayı aydın olmakla karıştırıyor. Halbuki sesini yükseltmek düşünceyi yükseltmez.

  • Bilgisizlik, bağırarak kapatılmaz: Ne sosyoloji bilir, ne tarih, ne de ilahiyat. Ama konuşur. Çünkü medya “kimsin” değil, “kime hizmet ediyorsun”a bakar.


3. İkisine Ortak Not: İlmi Kibriyle Zehirleyenler, Toplumu Ayıranlar

  • Kibirle karışmış bilgi, hikmeti öldürür: Bunlar halkı değil, kendi seslerini severler. Bildikçe alçalmaları gerekirken, büyüklendikçe cehaletleri açığa çıkıyor.

  • Toplumdan kopuk, halk düşmanı sözde elitler: İnanan insanı “ilkel”, milli değerleri “cahilce” gören bu tipler aslında milletin değil, Batılı kalıpların robotlarıdır.

  • Seküler müşrikliğin çağdaş sembolleri: Şengör’ün heykelle tapınması ve Altaylı’nın medya ekranlarını hakikat kürsüsü sanması, Allah’a değil, egoya secde eden bir zihin yapısının ürünüdür.

  • Gerçek aydın halkına öfkelenmez, halkını yükseltir: Bunlar ise halka değil, halkın imanına düşmandır. Sadece sesi çok çıkan, ama hakikatten uzak seküler putperestlerdir.

==============================================================

Kaynakça:

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...