Ana içeriğe atla

Pozitivist Materyalizmin Çöküşü ve Bilimciliğin Akıl, Bilinç ve Vahiy Karşısındaki Yetersizliği

 

Pozitivist Materyalizmin Çöküşü ve Bilimciliğin Akıl, Bilinç ve Vahiy Karşısındaki Yetersizliği

1. Giriş: Gözlem ve Deneyle Sınırlı Hakikat Arayışı

Pozitivizm ve onun türevi olan materyalist bilimcilik, 19. yüzyılda metafiziği, dini ve vahyi bilgi kaynaklarını reddeden bir paradigma inşa etmiştir. Auguste Comte’un başlattığı bu yaklaşım, “sadece gözlemlenebilen ve deneyle doğrulanabilen bilgiler gerçektir” iddiasına dayanır. Bu iddia kendi içinde çelişkilidir. Çünkü “sadece deneyle doğrulanabilen şeyler gerçektir” önermesi, bizzat deneyle doğrulanamaz. Böylece bilimcilik, bilimsel olduğu iddiasında bulunurken aslında dogmatik bir inanç sistemine dönüşmektedir.


2. Bilimcilik: Modern Çağın Altın Buzağısı

Bilimsel veriyle açıklanamayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bu anlayış, modern zamanlarda adeta bir “din” haline gelmiştir. Kur’an’da geçen şu olay çarpıcıdır:

“Mûsâ’nın kavmi, onun ardından süslü takılarla yapılmış, böğüren bir buzağıyı tanrı edindiler.” (A’râf, 148)

Buzağı böğürmüştür; canlıymış gibi yapmıştır. Bugünkü bilimcilik de canlıymış gibi görünen ama ruhsuz bir düzeni tanrılaştırır. Maddi evreni “kendi kendine işleyen” bir sistem olarak sunar. Buzağının böğürmesi ne kadar aldatıcıysa, bilimciliğin hakikati ortaya koyuyormuş gibi davranması da o kadar yanıltıcıdır.


3. Bilimciliğin Felsefi Çıkmazı: İnsan, Ahlak ve Gaye Sorunu

Maddeyi mutlaklaştıran materyalist bilim, şu sonuçlara varır:

  • İnsan bir protein ve nöron yığınından ibarettir.

  • İrade beyin kimyasından ibaret bir illüzyondur.

  • Ahlak sadece evrimsel faydaya dayalıdır.

  • Anlam yoktur; evrenin gayesi yoktur.

Kur’an ise buna karşılık insanın bir madde yığını olmadığını, ilahi bir emanetle sorumlu bir varlık olduğunu bildirir:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna.” (Tîn, 4-6)

İnsanın değeri biyolojik yapısında değil; aklı, iradesi ve imanıyladır. Bilim bunu ölçemez, çünkü metafizik boyutları yok sayar.


4. Vahyin Hakikat Yolu: Kevnî Ayetlerden Beyyine’ye

Kur’an’da gözlemlenebilir kevnî delillere dikkat çekilir. Fakat bunlar tek başına yeterli değildir. Bu deliller, akıl ve kalp ile birleşerek “beyyine”ye dönüşür:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlar için yararlı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda... düşünen bir toplum için elbette deliller vardır.” (Bakara, 164)

Doğadaki işleyişler, Allah’ın kudretini ve düzenini gösterir. Ama bu işleyişi sadece fiziksel düzeyde açıklamak, onun arkasındaki ilahi iradeyi görmezden gelmektir. Kur’an’da “beyyine” olarak adlandırılan gerçek delil, hem aklî hem vahyî delildir.


5. Zanna Dayalı Bilimsel Teorilerin Sınırı ve Bilinç Çıkmazı

Kur’an’da zanna (varsayıma) dayalı bilgi eleştirilir:

“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Zan ise gerçekten hiçbir şey ifade etmez.” (Yûnus, 36)

Modern bilim, iddia ettiği kesinliğe rağmen pek çok konuda varsayımlar ve belirsizlikler üzerine inşa edilmiştir. Evrenin başlangıcı (Big Bang), evrim teorisi, kuantum belirsizliği gibi alanlarda hâlâ kesin ve tek bir açıklama mevcut değildir. Bu teoriler sık sık revize edilir, bu da onların mutlak hakikat değil, zanni çıkarımlar olduğunu gösterir.

Bu belirsizliklerin en keskin göründüğü alanlardan biri ise bilinç sorunudur.

Bilinç Sorunu (Hard Problem of Consciousness)

Bilinç, insanın kendi varlığının farkında olmasıdır. Klasik materyalist bilim, insan zihnini beynin bir ürünü olarak açıklamaya çalışsa da, bilincin ortaya çıkışı hâlâ açıklanamamıştır. Bu, filozof David Chalmers tarafından "zor problem" olarak adlandırılmıştır:
“Sinirsel işlemler açıklanabilir olabilir; fakat bu işlemlerin öznel bilinç deneyimini nasıl ortaya çıkardığını açıklamak imkânsız gibi görünmektedir.”

Qualia: Rengin Kırmızısı, Acının Tadı

Qualia, bir şeyi nasıl deneyimlediğimizdir. Mesela kırmızının nasıl göründüğü, acının nasıl hissedildiği gibi. Bunlar:

  • Beyindeki kimyasal süreçlerle nesnel olarak ölçülemez.

  • Başka birine aktarılmaz, deneyimlenemez.

  • Hiçbir fiziksel ölçüm, bir hissin neye benzediğini gösteremez.

Bu, materyalist yaklaşımın sınırına çarptığı yerdir. Çünkü:

  • Beyin taraması yapılsa da, kırmızının nasıl bir his olduğu gösterilemez.

  • Acı çekmek gözlemlenebilir ama acı olmak açıklanamaz.

Bu yüzden bilinç ve qualia, materyalist bilim için bir "kara kutu" olarak kalır.


6. Vahiysiz Bilim, Kördür: Bilinç de Vahiy ile Anlam Bulur

Kur’an’a göre insan sadece beden değil, aynı zamanda ruh ve akıl ile mücehhez bir varlıktır:

“Sonra ona şekil verip kendi ruhundan üfledi...” (Secde, 9)

İnsanı sadece maddi olarak tanımlamak, onu yarım bırakmak demektir. Bilim, ruhu inkâr eder, ama bilinci de açıklayamaz. Vahiy ise bilinci, Allah’ın insanı muhatap kıldığı yönüyle tanımlar.

Kur’an’da kalp, bilinçli bir idrak organı olarak tanıtılır:

“Onların kalpleri vardır, fakat onunla anlamazlar; gözleri vardır, fakat onunla görmezler; kulakları vardır, fakat onunla işitmezler.” (A’râf, 179)

Bu, bilinçli farkındalığın sadece sinir sistemiyle değil, ruhi ve ahlaki boyutlarla da ilgili olduğunu bildirir.


7. Hakikatin Bilinmesine Rağmen İnkar: Ahlakî Bir Sapkınlık

Kur’an’a göre inkâr çoğu zaman bilgisizlikten değil, kibir ve zulümden kaynaklanır:

“Gerçek kendilerine açıkça belli olduktan sonra, ancak zulme sapmaları yüzünden onu inkâr ettiler.” (Neml, 14)

Bu durum bilimciliğin özüne de yansır: Bilim, bilinç gibi meselelerde yetersiz kaldığını bilir, ama kendi dışındaki bilgi kaynaklarını hâlâ inkâr eder. Bu, bir epistemolojik değil, bir ahlaki sapmadır.


8. Sonuç: Bilinç, Ruh, Anlam ve Hakikat – Vahyin Işığı Olmadan Bilinemez

Bilinç ve qualia, modern bilim için en büyük kriz alanlarından biridir. Çünkü:

  • Bilinç, salt maddeyle açıklanamaz.

  • Qualia, hiçbir cihazla ölçülemez.

  • İnsan, biyolojik bir makine değildir.

Kur’an, insanın Allah’a muhatap bir varlık olduğunu; aklı, kalbi ve ruhuyla birlikte yaratıldığını bildirerek bu gerçeği ta baştan ortaya koyar:

“Biz onlara ayetlerimizi hem çevrede hem kendi nefislerinde göstereceğiz ki onun hak olduğu kendilerine iyice belli olsun…” (Fussilet, 53)

Bilim yoluyla kâinattaki düzen görülebilir; ama bu düzenin anlamı ve gayesi ancak vahiy ile bilinebilir. Vahiy, sadece bilgi değil, bilincin de kaynağıdır. Bilim akla hitap eder, vahiy ise akıl ve kalbin bütününe.

Peki o zaman şu çelişki nedir?

Bu materyalist bilimciler evrende hiçbir anlam, amaç, değer, yöneliş olmadığını iddia ediyorlarsa – ki ediyorlar – o hâlde ne diye bu kadar ıkınıyorlar, bilim yapmaya çalışıyorlar, anlatıyorlar, ödüller veriyorlar, yayın yapıyorlar?

Anlam yoksa çaba da anlamsızdır.

  • "Hayatta kalmak için" dersen: Bu tür bilimsel uğraşlar hayatta kalmaktan çok anlam arayışına yöneliktir.

  • "Merak" dersen: Merak zaten anlam beklentisinin sonucudur.

  • "Doğayı anlamak" dersen: E doğanın anlamı yoktu hani?

Bu, tam anlamıyla bir çelişkidir:
Kendi anlamını inkâr eden bir sistemin, hâlâ anlamlı açıklamalar peşinde koşması.

İşte bu yüzden bilimciliğin temeli çökmüştür. İnsan sadece biyolojik değil, ruhî ve aklî bir varlıktır. Ve bu varlık ancak vahiy ile yön bulabilir.

9. Epistemolojik Çelişkiler: Akıl, Duyu ve Bilimin Dayanaksız İddiası

Modern bilimcilik; insan aklını, gözlemi ve deneyi bilgiye ulaşmanın tek yolu sayar. Fakat bu iddia, tarih boyunca filozofların tartıştığı çok daha derin bir sorunu göz ardı eder: Bilginin kaynağı ve güvenilirliği sorunu.

I. Akla Tapmak Ama Kaynağını Bilmemek

  1. Bilimciler aklı yüceltir, ama aklın mahiyetini açıklayamaz.
    Akıl nedir? Maddenin bir ürünü müdür? Eğer öyleyse, neden evrendeki hiçbir başka madde akıl üretmiyor? Bilim, nöronların çalışmasını analiz edebilir ama “neden” ve “nasıl” aklettiğimizi açıklayamaz.

  2. Aklın kendisine güvenip kaynağını maddede aramak, kendi kuyruğunu yiyen bir yılan gibidir.
    Eğer akıl sadece evrimleşmiş bir mekanizmaysa, onun “doğru” bilgiye ulaştığı nasıl garanti edilebilir? Doğru ve yanlış düşünceyi kim ayırt edecek?

  3. Kur’an, aklın da ilahi bir emanet olduğunu bildirir:
    “Şüphesiz ki bu (Kur’an), öğüt almak isteyen kimseler için kalplerde yer eder.” (Hâkka, 12)
    Aklı anlamlı ve güvenilir kılan, onun yaratıcıdan gelen bir kabiliyet oluşudur.


II. Duyulara Aşırı Güven Ama Felsefi Gelenekten Kopuş

Bilimciliğin “ancak gözlem ve deney varsa bilgi vardır” anlayışı, tarihteki rasyonalist ve şüpheci filozofların uyarılarıyla açıkça çelişir.

  1. Descartes (1596–1650):
    "Duyularımız bazen bizi aldatır. Bizi bir kere aldattılarsa, onlara sonsuza kadar güvenmek akıllıca mıdır?"

  2. Platon:
    "Beş duyu, bizi gölgeler âlemine mahkûm eder. Gerçek bilgi duyuların değil, aklın kavradığı idealar âlemindedir."

  3. Berkeley ve Hume gibi şüpheciler:
    “Duyularla gelen bilgi sürekli değişkendir, sabit bir hakikate ulaşmak mümkün değildir.”

  4. Kant bile şunu kabul eder:
    “Biz şeylerin kendisini (noumen) değil, sadece bize göründüğü haliyle (phenomen) bilebiliriz.”


III. Modern Bilimcilerin Duyulara Çelişkili Yaklaşımı

  1. Duyulara güvenip teleskop, mikroskop, MR gibi araçlara muhtaç olmak zaten duyunun sınırlı olduğunu itiraf etmektir.
    Eğer çıplak gözle her şey bilinecekse neden teknolojik duyusal uzantılara ihtiyaç duyulsun?

  2. Bir yandan duyulara güvenirler, ama duyunun ulaşamadığı metafiziği yok sayarlar.
    Oysa elektronu da, karanlık enerjiyi de görmezsin, ama varlığını dolaylı etkilerle kabul edersin. Aynı durum Allah’ın varlığı için de geçerlidir.

  3. Duyular algılasa bile, onların doğru yorumlanması akıl ve ön bilgi ister.
    Mesela bir DNA dizisini görmek değil, onu anlamak önemlidir. Gözle görülen, akıl ve anlamla şekillenir.


IV. Bilimsel Bilgi = Mutlak Gerçeklik mi?

Bilimciler, "bilimsel bilgi gerçeği verir" derken aslında:

  • Hipotezlere,

  • Teorilere,

  • Paradigmalar çerçevesine dayanırlar.

Ama bunların her biri zaman içinde yanlışlanabilir. Newton fiziği Einstein tarafından aşıldı. Einstein fiziği bugün kuantumla sınanıyor. Yani:

Bilim kendi evinde bile mutlak değildir.
Bu durumda, nasıl olur da metafiziğe ve vahye karşı kesin bir tavır alabilir?


Sonuç: Bilgi = Duyu + Akıl + Vahiy

Kur’an’a göre bilgi, sadece duyu ve deneyle değil; akıl ve vahiyle tamam olur. Sadece duyuyla yetinenler “görmezler”, sadece akılla yetinenler “yetemezler”. Vahiy ise “hakikati gösteren nur”dur.

“Allah, göklerin ve yerin nurudur.” (Nur, 35)

  • Duyu olmadan malzeme yoktur.

  • Akıl olmadan anlam yoktur.

  • Vahiy olmadan hakikat tamamlanmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...