ARZDAN ARŞA: Bilimle Tevhid Yolculuğu(V.3)
İÇİNDEKİLER
1. Giriş: Tevhid Aklın ve Kalbin Ortasında
2. Vahiy ve Bilim: Ayetlerin İki Yüzü
3. Göğü Direksiz Yükselten: Kozmik Denge
4. Büyük Patlama, Tekillik ve Evrenin Genişlemesi (Enbiyâ 30 - Zâriyât 47)
5. Yerin Meddi ve Yaşama Uygun Hale Getirilmesi
6. Her Şeyden Çift Yaratılması ve Maddenin Simetrisi
7. Demirin Kozmik İndirilişi
8. Kur'an'da Jeoloji: Dağlar ve Yeryüzü Dengesi
9. Ekolojik Ayetler: Rüzgar, Bulut, Yağmur ve Dönüşlü Gök Sistemi
10. Zamanın Göreceliliği ve Kozmik İşleyiş
11. İnsan Yaratılışında “Üç Karanlık”: Elmalılı Tefsiri Işığında Rahmin Gizemi
12. Alak, Tarla Metaforu ve Yerden Yaratılış: Rahme İlişiklik ve Beslenme Süreci
13. Kevnî Ayetleri Okumak: Güzelce Düşünme
14. Gerçek Bilim Adamı Kimdir?
15. Bilimcilik Putuna Karşı: Kur'an İlimle Özgürleştirir
16. Sonuç: Arzdan Arşa Bir Yükseliş
1. Giriş: Tevhid Aklın ve Kalbin Ortasında
İnsan, yaratılışı gereği gerçeği arar. İlk sorularından biri, "Bu düzenin sahibi kim?" olur. Kur’an, bu soruya hem lafzî hem kevnî ayetlerle cevap verir. Allah, hem ismiyle hem fiilleriyle tanınır. Fiil, yani yaratma, idare etme, düzen verme; Kevnî Ayetler olarak kâinatta okunur. Bu okumaya bugün bilim diyoruz. Kur’an bu ilimle tevhidi buluşturur.
- Tevhid; bilgiyle temellenmeli, marifetle derinleşmelidir.
- Kur’an’ın daveti akla ve kalbe birlikte yöneliktir.
- Aklı inkâr eden duygusallık da, kalbi yadsıyan pozitivizm de tek kanatlıdır.
2. Vahiy ve Bilim: Ayetlerin İki Yüzü
Kur’an, iki tür ayetten bahseder:
- Vahiy ayetleri (lafzî vahiy)
- Kevnî ayetler (fiilî vahiy)
Her ikisi de Allah’ın kudretini gösterir. Vahyi anlamak için kevnî ayetleri gözlemlemek, kevnî ayetleri anlamlandırmak için vahye kulak vermek gerekir. Yani bilimle iman el ele gider.
- Ayet kavramı sadece lafzî değil, yaratılmış olan şeyler için de geçerlidir.
- Kevnî ayetler okunmadan Kur’an’daki birçok mecaz ve işaret anlaşılmaz.
- Gözlemleyen, düşünen ve tefekkür eden bir ümmet olmaya çağrılırız.
3. Göğü Direksiz Yükselten: Kozmik Denge
“Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükseltti...”
(Ra’d 2 )
“Göğü yükseltti ve dengeyi koydu.”
(Rahmân 7 )
Kur’an’ın bu iki ayeti, göklerin hem “direksiz” hem de “dengeyle” yükseltildiğini vurgular. Modern astronomi, bu ifadelerin bilimsel gerçeklerle birebir örtüştüğünü ortaya koymaktadır.
Göklerdeki Denge: Çekim ve Merkezkaç Kuvveti
Gök cisimleri (gezegenler, yıldızlar, galaksiler) uzayda öylece asılı durmazlar. Onlar, sürekli hareket hâlindedir ve bu hareketin arkasında muazzam bir denge mekanizması vardır:
- Çekim kuvveti (gravitasyonel kuvvet), cisimleri merkezdeki daha büyük kütleye doğru çeker. Güneş, Dünya’yı kendi çekimiyle yörüngede tutar.
- Merkezkaç kuvveti (sentrifugal kuvvet) ise, dönme hareketi nedeniyle gezegeni dışa doğru iter.
Bu iki kuvvet birbirini mükemmel şekilde dengeler. Eğer çekim kuvveti biraz daha güçlü olsaydı gezegenler yıldızlara düşerdi; merkezkaç biraz daha ağır bassaydı sistem dağılırdı.
İşte Kur’an’ın “direksiz” ifadesi, fiziksel destek olmaksızın, yani görünür bir dayanak olmadan bu denge sistemini kuran ilahi kudreti işaret eder.
Kozmik Ayarlar: İnce Ayar Gerçeği
Bilimsel veriler, evrenin sabitleri ve doğa yasalarının rastgele değil, hayatın varlığına uygun olarak ince ayarlanmışolduğunu gösteriyor:
- Kütleçekim sabiti,
- Işık hızı,
- Elektromanyetik kuvvet sabiti,
- Planck sabiti vb.
Bu sabitler çok az bir sapma gösterseydi evren ya oluşmaz ya da içinde hayat barınamazdı. Bu durum, Kur’an’daki “denge” (el-mîzân) vurgusuyla doğrudan örtüşür.
Sonuç
Kur’an’ın 1400 yıl önce dile getirdiği bu “göğün direksiz ama dengeli” oluşu, bugün kozmolojinin temel kuramlarıyla birebir uyumludur. Göklerdeki bu düzen, yalnızca tesadüfle değil, Allah’ın hikmetli yaratışıyla mümkündür:
“Göklerde ve yerde olanların tümü O’nundur. Hepsi O’na boyun eğmiştir.”(Bakara 116)
4. Büyük Patlama, Tekillik ve Evrenin Genişlemesi (Enbiyâ 30 - Zâriyât 47)
Modern kozmoloji, evrenin bir tekillikten (singularity) meydana geldiğini ve zamanla genişlediğini ortaya koymuştur. Bu teori, "Büyük Patlama (Big Bang)" adıyla anılır. Bu patlama, yoğun ve sıcak bir plazma hâlinde olup duman benzeri bir görünüme sahipti. Kur’an’da bu gerçek iki şekilde dile getirilmiştir: Birincisi, göklerin ve yerin bir bütün olup sonradan ayrılması (Enbiyâ 30), ikincisi ise evrenin genişlemekte oluşu (Zâriyât 47).
“İnkâr edenler görmüyorlar mı ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?”(Enbiyâ 30)
“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişleticiyiz.”(Zâriyât 47)
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعاً اَوْ كَرْهاًؕ قَالَـتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِعٖينَ ﴿١١﴾
“Sonra duman (duhân) hâlinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik.’ dediler.”(Fussilet 11)
Modern astrofizik, yıldızların ve gezegenlerin başlangıçta gaz ve toz bulutlarından oluştuğunu ortaya koymuştur. Bu bulutlar zamanla yoğunlaşarak galaksileri ve gök cisimlerini oluşturmuştur. Kur’an’daki “duhân” ifadesi, bu yıldızlararası madde ve toz bulutlarına birebir denk düşmektedir.
Big Bang başlangıcında, zaman, mekân ve madde yaratılmıştır. Bu da “yaratılmışlık” fikrini destekler. Başlangıç aşamasında evrenin yoğunluğu ve sıcaklığı o kadar yüksekti ki, tıpkı Kur’an’da bildirilen “duman” hâlini andırır şekilde opak ve parçacıklarla doluydu.
Enbiyâ 30’daki “ratk” (bir bütün olmak) ve “fatk” (ayrılmak) ifadeleri, bugünkü kozmik ayrışmayı çok özlü şekilde anlatır. Zâriyât 47, evrenin sadece yaratıldığını değil, hâlen dinamik şekilde genişlediğini beyan eder.
Hubble, evrenin genişlediğini teleskopla 1929’da görünür kıldı. Ama Kur’an, bu gerçeği 1400 yıl önce haber vermiştir.
Eski çağlarda insanlar yıldızların ezeli ve sonsuz bir ışık kaynağı olduğunu düşünürdü; yıldızların “esir” gibi, yani sürekli yanan ateşler olduğu varsayılırdı. Ancak Kur’an, yıldızları bu anlayıştan radikal şekilde ayırır ve onları “mesâbih” yani kandil, çıra gibi yanıcı, geçici ışık kaynakları olarak tanımlar.
Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık. ﴾Mülk 5﴿
Yıldızlar, gerçek anlamda hidrojen yakıtı tükendiğinde patlayarak sönerler; bu sürecin sonunda geriye yıldızlararası gaz ve toz bulutları, yani Kur’an’ın “duhân” (duman) olarak bahsettiği madde kalır. İşte başlangıçtaki Büyük Patlama da yoğun duman ve ateş benzeri bir yapıdaydı. Dolayısıyla yıldızların kandil-çıra gibi yanması ve sönmesi, evrenin dinamik döngüsünün önemli bir parçasıdır.
Yıldızlar, Kur’an’da “mesâbih” yani kandil ve çıra olarak tanımlanır. Bu ifade hem metaforik hem işlevsel anlamda derin bir kavrayış sunar. Metaforik olarak, yıldızlar ilahi yaratılışın birer ışık kaynağı, yol gösterici ve aydınlatıcı işaretleri olarak değerlendirilir. İşlevsel anlamda ise, bilimsel gerçeklikte yıldızlar, yakıtları tükendiğinde sönüp patlayan gerçek kandil-çıra gibidir.
Yani yıldızlar hem sembolik olarak insanlara rehberlik eden, hem de fiziksel olarak hidrojen yakıtı bitince sönüp yeni madde ve enerji döngüsüne zemin hazırlayan canlı varlıklardır. Bu ikili anlam, Kur’an’ın dilindeki benzersizliği ve evrenselliği gösterir.
5. Yerin Meddi ve Yaşama Uygun Hale Getirilmesi
"Biz yeri yayıp uzattık, oraya sabit dağlar yerleştirdik ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik." (Hicr 19)
"Yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, orada sizin için yollar var eden ve gökten su indiren O'dur. Biz onunla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık." (Tâhâ 53)
Kur’an, yeryüzünün yayılması, dengelenmesi ve yaşama elverişli hale getirilmesini detaylı biçimde anlatır. "Meddi" yani uzatılması, hem yeryüzünün şekillenmesini hem de güneşten ayrılıp bir yörüngeye oturtulmasını kapsayan çok yönlü bir mucizeyi barındırır.
- Dünya, Laplace teorisinden çok önce Kur’an’da güneşle birlikteyken ayrıldığına işaret edilen bir geçmişe sahip olduğu belirtilmiştir.
- “Medd” hem yer kabuğunun açılımını, hem de yörüngesel konumunu içine alan geniş bir anlam taşır.
- Dünya'nın yaşama elverişli hale getirilmesi; ekvatoral şişkinlik, eksen eğikliği, çekim dengesi ve atmosfer gibi hassas ayarlarla sağlanmıştır.
- Bitkilerin çiftler hâlinde yaratılması, besin zincirinin kurulmasını ve ekolojik dengeyi işaret eder.
"Her canlı şeyi sudan yarattık." (Enbiyâ 30)
Modern biyoloji, suyun canlılık için temel unsur olduğunu teyit eder. Su olmadan hücre bölünmesi, DNA sentezi ve biyolojik yapı mümkün değildir.
- Canlılık için gerekli tüm biyokimyasal tepkimeler sulu ortamda gerçekleşir.
- Su, maddenin tek anomalik hali olup hayatı mümkün kılacak özeliklere sahiptir.
- Kur’an’da bu bilginin net ve öncü şekilde verilmesi mucizevîdir.
6. Her Şeyden Çift Yaratılması ve Maddenin Simetrisi
"Biz her şeyden iki çift yarattık. Umulur ki düşünüp ibret alırsınız." (Zâriyât 49)
Kur’an, yaratılışın temel yapısında ikilik bulunduğunu ifade eder. Bu, sadece biyolojik cinsiyetle sınırlı değil; evrenin yapısında da geçerli olan bir ilkedir.
- Madde ve antimadde, pozitif ve negatif yük, elektron ve pozitron gibi çiftler modern fizikte keşfedilmiştir.
- Evrenin madde-antimadde asimetrisi bile bu çiftli yaratılışın izlerini taşır.
- Bu ilke sadece fiziksel değil, sosyal ve biyolojik düzenin de temelidir.
"Yeryüzünden sizin için bitkiler bitirdik. Orada size gölgeler var ettik. Her şeyden iki eş yarattık ki düşünesiniz." (Yâsîn 36’dan mealen)
Bu bağlamda Kur’an, fiziksel simetri ve tamamlayıcılığın sadece madde düzeyinde değil, varlığın bütün alanlarında geçerli olduğuna işaret eder.
7. Demirin Kozmik İndirilişi
"Demiri indirdik. Onda büyük kuvvet ve insanlar için faydalar vardır." (Hadid 25)
Demir, Dünya'da oluşamaz. Yalnızca süpernova patlamaları sonucu ortaya çıkar. Kur’an'daki "indirme" fiili (enzelnâ), bu bilimsel gerçekle birebir örtüşür.
- Kozmik element sentezi, Kur’an’da işaret edilen “indirme”yle birebir uyumludur.
- Demir, hem medeniyetin hem savaşın merkezindedir; bu da ayetin işaret ettiği faydalardandır.
- Dünya'nın merkezine inen demir, manyetik alanı oluşturarak yaşamı koruyan jeomanyetik kalkanı meydana getirir.
- Bu manyetik alan, Güneş’ten gelen ölümcül radyasyonu saptırır ve atmosferi tutarak hayatı mümkün kılar.
- Kur’an’daki "inzâl" kelimesi, sadece fiziksel bir inişi değil; hikmetle yönlendirilmiş bir yerleştirmeyi de ima eder.
- Demir, hem medeniyetin hem savaşın merkezindedir; bu da ayetin işaret ettiği faydalardandır.
8. Kur’an’da Jeoloji: Dağlar, Kazıklar ve Yeryüzünün Dengesi
“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?(Nebe 6-7)
“Yeryüzünün sizi sarsmaması için oraya sabit dağlar yerleştirdi...”(Lokman 10)
“Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Neml 88)
Kur’an’da dağlar, yeryüzünün sarsılmaması için “kazık” gibi sağlam temeller olarak tanımlanır. Bu betimleme, dağların yerkabuğunu sabitleyen doğal işlevini çok isabetli bir şekilde anlatır.
Jeolojik olarak, yer kabuğu dağlar oluşmadan önce sabit değildir; sürekli hareket eder, dalgalanır ve sarsıntılar yaşanır. Bu durum, denizde yüzen bir geminin hareketi gibi sürekli bir çalkantı halidir. Dağlar, bu hareketleri dengeleyip yerkabuğunun stabilitesini sağlar. Bu yüzden dağlar “kazık” gibi toprağa sağlam şekilde saplanmış temel direkler olarak işlev görür.
Himalayalar ve diğer sıradağlar, levha tektoniği adı verilen yerkabuğundaki büyük plakaların yavaş ama sürekli hareketinin sonucudur. Kur’an’daki dağların “kazık” gibi sağlamlaşması ve “yürüyor” olması ifadeleri, bu levha hareketlerine açık bir işarettir.
Levha hareketleri aynı zamanda kıtaların kayması, parçalanması ve yeni kıtaların oluşmasına sebep olur. Bu dinamik süreç, dünyanın yüzeyinin sürekli yenilendiğini ve değiştiğini gösterir.
Kıtaların birbirleriyle çarpışması, yer kabuğunun katlanması ve yükselmesi sonucu devasa sıradağlar ve dağ blokları, yani “bina”lar meydana gelir. Bu dağlar, yerkürenin hem stabilitesini sağlar hem de büyük ölçekli yapısal düzenin temel taşlarıdır.
Kur’an’da göklerin “bina” olarak tanımlanması, hem kozmik düzeni hem de yeryüzündeki bu yapıların ilahi düzen içinde yaratıldığını simgeler.
Neml Suresi 88. ayetteki “Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler.” ifadesi, dağların sabit olmadığını; ancak çok yavaş ve sürekli hareket halinde olduğunu belirtir. Modern bilim de aynı şekilde levha hareketlerini ve dağların dinamik yapısını ortaya koyar.
Aynı ayette bulutların ağır ağır hareket etmesi ile dağların hareketi arasında bir benzetme yapılması, Kur’an’ın doğadaki sistemlerin birbirine paralel işleyişine dikkat çekmesidir.
Sonuç olarak, Kur’an’ın dağların “kazık” gibi sabitlenmesi ve aynı zamanda hareket etmesi hakkındaki betimlemeleri, modern jeolojinin levha tektoniği teorisi ile büyük ölçüde uyumludur ve yeryüzü stabilitesine dair ilahi bir mesaj niteliğindedir.
9. Ekolojik Ayetler: Rüzgar, Bulut, Yağmur ve Dönüşlü Gök Sistemi
“Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen yok etmeye de gücümüz yeter.”(Mü’minûn 18)
“Rüzgarları, bulutları taşıyıcı olarak göndeririz."(Hicr 22)
“Dönüş sahibi olan (yağmur yağdıran) göğe, (nebat ile) yarılan yere yemin ederim ki Kur'an, (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür. O, asla bir şaka değildir.”(Tarık 11-17)
“Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!..”(Vakıa 70)
Kur’an, atmosferdeki rüzgarların bulutları taşıması, bulutların hareketi ve yağmurun yağmasıyla oluşan hassas ekolojik döngüyü anlatır. Bu döngü, göklerin sürekli dönüşüyle birlikte işleyen sistemin bir parçasıdır.
Rüzgar, su buharını bulutlara taşır; bulutlar, yerçekimi ve atmosfer koşullarıyla hareket eder. Bu hareketli sistem, gökyüzünün düzenli dönüşüyle desteklenir ve mevsimler, yağış düzeni oluşur. Böylece doğanın dengesi korunur.
Yağmurun “acı olmaması” ve “tuzlu olmaması” açıkça vurgulanır. Dilediğinde Allah onu acı ve tuzlu yapabilirdi; ancak insan ve canlılar için faydalı olacak şekilde yaratmıştır. Modern bilim, yağmurun pH dengesi ve kimyasal bileşiminin ekosistemlere olumlu katkı sağladığını gösterir.
Yeryüzü, bitkiler ve meyvelerle donatılmıştır; bu çeşitlilik canlıların beslenmesini sağlar ve ekolojik dengenin devamına katkı yapar.
Bu döngüler, karbon ve su döngüleriyle birlikte canlıların hayatını sürdürmesini sağlayan birbirine bağlı ve düzenli bir ağ oluşturur.
Kur’an’ın bu ayetleri, sadece ekolojik dengenin varlığını değil, aynı zamanda yaratılıştaki mükemmel ölçüyü ve işleyişi de haber verir.
10. Zamanın Göreceliliği ve Kozmik İşleyiş
"(Allah) gökten yere kadar olan işleri düzenleyip yönetir. Sonra bu işler sizin saymakta olduğunuz bin yıl kadar süren bir günde O’na yükselir." (Secde 5)
Kur’an, zamanın tek bir mutlak ölçü olmadığını; göreceli olduğunu ifade eder. Einstein’ın Görelilik Teorisi de, zamanın kütleçekime ve hıza bağlı olarak değiştiğini göstermiştir.
- Göklerdeki zaman ile yeryüzündeki zaman aynı değildir.
- Kur’an’da geçen “bin yıl gibi bir gün” ifadesi bu kozmik farklara işaret eder.
- Zamanın akışı, mekâna ve düzleme göre farklılık gösterir; bu da Kur’an’ın işaret ettiği zamansal boyut farklarının bilimsel bir karşılığıdır.
11. İnsan Yaratılışında “Üç Karanlık”: Elmalılı Tefsiri Işığında Rahmin Gizemi
Zümer Suresi 6. ayette “üç karanlık” ifadesi geçer ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde bu üç karanlık, insanın anne karnındaki yaratılış sürecinde bulunduğu rahmin üç farklı tabakasına işaret eder:
“O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı. Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hakimiyet) yalnız onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” (Zümer 6)
Elmalılı’ya göre bu karanlıklar;
1. Dış karanlık: Rahim dış tabakası ve anatomik çevresi,
2. Orta karanlık: Rahim iç tabakaları, mukozalar,
3. İç karanlık: Amniyon sıvısı ve zarları, embriyonun geliştiği korunaklı ortamı ifade eder.
Bu üç karanlık, hem fiziksel hem metaforik olarak insanın yaratılışındaki mucizevi koruma ve gelişim sürecini simgeler. İnsan, bu örtüler arasında bir yaratılıştan ötekine geçirilir, yani gelişim aşamaları birbirini takip eder.
Bu derin gizemli ortam, modern tıbbın embriyolojik bulgularıyla şaşırtıcı şekilde uyumludur.
12. Alak, Tarla Metaforu ve Yerden Yaratılış: Rahme İlişiklik ve Beslenme Süreci
Kur’an, insan yaratılışında “alak” kavramıyla embriyonun rahme sıkı sıkıya yapışmasını, beslenmesini ve gelişimini tarif eder. Bu terim hem “kan pıhtısı” hem de “ilişik” anlamlarını taşır.
“O, insanı bir alak (kan pıhtısı, ilişik) olarak yarattı.” (Alak 2)
Bu ilişiklik, embriyonun plasenta ve göbek bağı aracılığıyla anneden beslenmesini ifade eder. Bu durum, canlıların doğadaki ilişik yaşamlarına, örneğin sülüğün konakçısından kan emmesine benzetilebilir.
Kur’an ayrıca kadınların rahmini “tarla” olarak tanımlar:
“Kadınlar sizin tarlanızdır; istediğiniz gibi (onlara) varın…"(Bakara 223)
Bu tarla, sadece mecazi anlamda değil, işlevsel olarak da toprağa benzer. Yani anne rahmi, embriyonun geliştiği, büyüdüğü ve olgunlaştığı, anneden bağımsız ama ona bağlı, kendine özgü bir toprak gibi davranır. Bu anlamda embriyo, dış dünyadan izole bir ortamda, kendi “toprağı”nda gelişir.
Nuh Suresi 17’de ise insanın yerden yaratılması şöyle anlatılır:
“Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir.”(Nuh 17)
Buradaki “yer” ifadesi, plasentanın embriyoya sağladığı koruma ve besleme fonksiyonuna karşılık gelir ve bu işlev modern tıpta açıkça görülen ve bilimle tamamen uyumlu bir gerçektir. Göbek bağı ise bir ağacın kökü gibi embriyoya besin ve oksijen taşır.
Modern tıp, rahmin çok katmanlı yapısını ve embriyonun bu bağımsız ama bağlı gelişim sürecini ayrıntılı biçimde açıklar. Kur’an’ın bu metaforları hem bilimsel hem manevi boyutları bir arada sunar.
13. Kevnî Ayetleri Okumak: Güzelce Düşünme
"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki insanlar onlardan yüz çevirerek geçerler." (Yusuf 105)
Kur’an, gözlemlemeye çağırır. Bilgi değil, gaflet tehlikelidir. İnsan bu kainatı okuyarak hikmete ulaşır.
- Teemmül, Kur’an’ın emrettiği bir ibadettir.
- Bilim, tefekkürün teknik bir yoludur.
- Ayetleri anlamak, yaratılışı çözümlemektir.
14. Gerçek Bilim Adamı Kimdir?
"Allah’tan ancak alim kulları korkar." (Fatır 28)
Gerçek alim; gördüğü her şeyde Allah’ın kudretini gören, ilmini tevazu ile birleştiren kişidir.
- Bilim adamı kibirli olmamalıdır; marifet Allah’a götürmeli.
- Kur’an’ın övdüğü alim, hem akıl hem takva sahibidir.
15. Bilimcilik Putuna Karşı: Kur'an İlimle Özgürleştirir
Modern çağda bilim bir din, bilim adamları birer rahip gibi konumlandırılmıştır. Kur’an bu putperestliği kırar.
- Bilimi mutlaklaştırmak, modern altın buzağıya secde etmektir.
- Kur’an, aklı aklın sınırında tutar; her şeyi onunla ölçmeye karşıdır.
16. Sonuç: Arzdan Arşa Bir Yükseliş
Kur’an, insanı arzda yaratır ama hedefi arştır. Bu yolculuk bilgiyle, marifetle, imanla olur.
- Arzdan Arş’a yolculuk bir metafordur: Maddenin içinde manayı keşfetmek.
- Gerçek terakki, teknolojiyle değil; marifetullahla olur.
- Bilim, Allah’ı anlamanın bir yolu olduğunda hakiki yükseliş başlar.
"Onlara, dış dünyadaki ve kendi içlerindeki ayetlerimizi göstereceğiz ki bu (Kur’an’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (Fussilet 53)
Kur’an’ın kevnî ayetlerle kurduğu bu derin ilişki, onun hem lafzî hem ilmî bir mucize olduğunu ortaya koymaktadır.
"İnkâr edenler görmüyorlar mı ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmayacaklar mı?" (Enbiyâ 30)
Kur’an, insanı arzda yaratır ama hedefi arştır. Bu yolculuk bilgiyle, marifetle, imanla olur.
- Arzdan Arş’a yolculuk bir metafordur: Maddenin içinde manayı keşfetmek.
- Gerçek terakki, teknolojiyle değil; marifetullahla olur.
- Bilim, Allah’ı anlamanın bir yolu olduğunda hakiki yükseliş başlar.
İşte budur "Arzdan Arş’a" olan hakiki ilim yolculuğu.
Yorumlar
Yorum Gönder