SECDE ET VE YAKLAŞ: İBADETİN İNSANI YÜCELTEN HAKİKATİ
Giriş: Yanlış Soru, Doğru Cevap
Modern çağın insanı sık sık şu soruyu sorar:
“Neden ibadet etmeliyim?”
“Neden şükretmeliyim?”
Bu sorular çoğu zaman, ibadetin yalnızca dinî bir yükümlülük olduğu zannıyla, bir dışsal zorunluluk gibi anlaşılmasından doğar. Oysa asıl soru şu olmalıydı:
“İnsanı manen ve maddeten yükselten bir şeyi neden yapmak istemesin insan?”
Bu yazı, Kur’an’da geçen “Secde et ve yaklaş” (Alak, 19) emri üzerinden hareketle, ibadet ve şükrün insan varlığındaki yerini, hakikatle irtibatını ve ruhî terakkiyle olan doğrudan bağını açıklamayı hedeflemektedir.
1. Secde: Yere Değil Arşa Yükseliş
Alak Suresi’nin son ayeti şöyledir:
“Sakın ona uyma, secde et ve yaklaş.” (Alak, 96/19)
Bu ayette secdeyle birlikte "yaklaş" kelimesinin zikredilmesi, ibadetin ve özellikle secdenin yalnızca bir emir değil, aynı zamanda bir manevî yükseliş vesilesi olduğunu gösterir. Çünkü secde anı, kulun Rabbine en yakın olduğu haldir. Nitekim Peygamber Efendimiz ﷺ şöyle buyurmuştur:
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl secdedir. O hâlde secdede duayı çoğaltın.” (Müslim, Salât 215)
Secde, dışarıdan bakıldığında bir “alçalma” gibi görünse de, aslında insanın ruhen arşa doğru yükseldiği, nefsi yere indirerek ruhu Allah’a yaklaştırdığı bir tefekkür ve teslimiyet halidir.
2. İbadet: Ruhun Terakki Yolu
İnsanoğlu nasıl ki bedenî gelişim için beslenmeye, disipline ve egzersize ihtiyaç duyuyorsa, ruhî gelişim için de ibadete, zikre ve tefekküre muhtaçtır. İbadet, insanın kendisine yönelik bir terbiye sürecidir:
Kalbini arındırır,
Nefsini terbiye eder,
Akıl, duygu ve irade dengesini kurar.
Kur’an’da bu işlev şöyle vurgulanır:
“Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45)
Yani ibadet, pasif bir kulluk biçimi değil, ahlâkî kemale ulaştıran aktif bir dönüşüm aracıdır.
3. Şükür: Varlığın Bilinçle İadesi
İnsan varlığını, gözünü, aklını, rızkını ve hatta imanı kendi iradesiyle kazanmadı; bunlar kendisine verildi. Şükretmek, bu nimetlerin emanet olduğunu fark edip, onları sahibine iade etme bilinciyle yaşamaktır. Kur’an bu noktayı şöyle bildirir:
“Andolsun, sizi yarattık, sonra size şekil verdik... Öyleyse şükredenlerden olun.” (Araf, 7/11)
Şükür etmeyen insan, sanki bu varlığın sahibiymiş gibi davranır. Oysa insan bir emanetçidir ve emaneti tanıyan kişi, teşekkür ve itaatle bu sorumluluğunu ifa eder.
4. Fıtrî Yakınlık Arzusu: Secdeye Doğru İçsel Yönelim
İnsan tabiatı gereği yüce olana yaklaşmak ister. Bu, bazen ideallere ulaşma arzusuyla, bazen sanatla, bazen aşkla, bazen de bilgiyle kendini gösterir. Bu yöneliş aslında mutlak kemale yönelmiş fıtrî bir secde arayışıdır. Bu yüzden Kur’an’da Allah’ın isimlerinden biri “el-Kerîm”dir; yani kemaliyle yüce olan.
Secde ise bu yönelimin en somut tezahürüdür. Secde, görünüşte yere kapanmak gibi olsa da gerçekte insanın en yüksek hakikate yaklaşma anıdır. Mevlana bu hakikati şöyle dile getirir:
“Secde ederken toprağa değil, arşa yükselirsin.”
5. Nefsin Aldatması ve Şuur Kaybı
Peki insan, kendisini bu kadar yüceltecek bir secdeye neden yanaşmaz? Bu sorunun cevabı, Kur’an’ın sıklıkla uyardığı bir hakikatte gizlidir:
İnsan çoğu zaman bu yücelişin şuurunda değildir.
Çünkü nefs, kişiyi görünürde kolay ve haz verici olanı istemeye yönlendirir. İbadet ise, ilk bakışta nefse ağır gelen ama hakikatte ruha en faydalı olan şeydir. Bu sebeple kişi, secdeyle arşa yükseleceğini bilse bile, nefsin perdeleri ve dünyevî gaflet onu bundan alıkoyabilir.
Kur’an şöyle bildirir:
“Ama kim Rabbinden korkan bir makamda bulunmuş ve nefsini kötü arzulardan alıkoymuşsa, şüphesiz varacağı yer cennettir.” (Naziat, 79/40–41)
İnsanın ibadetten uzak durmasının nedeni, çoğu zaman mantıklı bir gerekçeden değil, nefsin ve şeytanın yanıltıcı vesveselerinden kaynaklanır. Bu sebeple ibadet sadece bilinçle değil, aynı zamanda mücadeleyle de yaşanır. Şuurlu mümin, ibadeti sadece görev olarak değil, terakki vesilesi olarak görmeye başladığında, secde artık yük değil, bir vuslat olur.
6. İbadet Allah’a mı Lâzım, İnsana mı?
Bu noktada kritik soru şudur: İbadet Allah için mi, insan için mi gereklidir?
Cevap açıktır: Allah Teala hiçbir şeye muhtaç değildir. Kur’an’da şöyle buyurur:
“Kim şükrederse ancak kendi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, cömerttir.”(Neml, 27/40)
İbadet, Allah’a değil, insanın ruhuna, kalbine ve istikbaline lazımdır. Çünkü insanı yaratan Allah, onun fıtratını en iyi bilendir. Ve bu fıtratı en çok yüceltecek yol: ibadetle kemale yürümektir.
Sonuç: “Yaklaşmak İçin Secde Et”
İbadet ve şükür, bir angarya değil; insanın kendi varlığını anlamlı kılması, yücelmesi ve kurtuluşa ermesi için zorunlu bir yoldur.
Secde eden, yere kapanırken manen yükselir.
Şükreden, sahip olduklarını kaybetmeden onları korur.
İbadet eden, Rabbine değil, aslında kendine iyilik etmiş olur.
O hâlde sormak gerek:
“Bu kadar hikmetli ve yücelten bir secdeyi neden istemesin insan?”
Yorumlar
Yorum Gönder