Aydınlanmanın Gizli Çelişkisi: Aristo’dan Kaçarken Aristo’ya Sarılmak..(V.3) Farabi–İbn Sina Yoluyla Determinizmin Meşrulaştırılması ve Gazâlî'nin Susturulması
Aydınlanmanın Gizli Çelişkisi:Aristo’dan Kaçarken Aristo’ya Sarılmak..(V.3), Farabi–İbn Sina Yoluyla Determinizmin Meşrulaştırılması ve Gazâlî'nin Susturulması
GİRİŞ: AYDINLANMA’NIN GÖRÜNEN ZAFERİ, DERİN TUTARSIZLIĞI
Batı’da 17. yüzyıldan itibaren gelişen Aydınlanma hareketi, aklın ve bilimin kilise dogmalarına karşı zaferi olarak sunulmuştur. Ancak bu süreçte Aristo’nun tüm fikirlerinin reddedildiği yönündeki kanaat eksik ve yanlıştır. Gerçekte Batı, Aristo’nun astronomik modelini (dünya merkezli evren) terk etmiş; fakat onun metafiziksel ilkelerini – özellikle zorunlu nedensellik, biçim-madde ayrımı ve doğa yasalarının mutlaklığı gibi öğretilerini – içselleştirmiştir. Böylece yüzeyde kiliseye karşı bir aklî devrim gibi görünen bu süreç, derinde Aristo’ya modern kılıf giydirilmiş bir devamlılığa dönüşmüştür. İslam dünyasında bu çizgiyi savunanlar Farabi ve İbn Sina olmuş, buna itiraz eden Gazâlî ise uzun süre Batılı epistemoloji inşasında göz ardı edilmiştir.
ARİSTO’NUN DÖRT NEDEN İLKESİ VE MODERN BİLİMİN İNDİRGEMECİLİĞİ
Aristo’ya göre bir şeyin varlık kazanması dört unsurla açıklanabilir: Maddi neden (neyden yapılmıştır?), formel neden (neyi temsil eder?), fail neden (onu kim yapmıştır?) ve gaye nedeni (niçin yapılmıştır?). Bu dört nedenin birlikte değerlendirilmesi, varlık felsefesine bütüncül bir bakış sunar. Ancak modern bilim, özellikle Aydınlanma sonrası dönemde bu dört nedenden yalnızca "maddi nedeni" (ve kısmen "fail nedeni") temel almış, diğer iki nedeni – özellikle "gaye nedeni"ni – bilim dışı ilan etmiştir. Böylece doğada amaç, niyet ve hikmet aramak bilimsel disiplinin dışına itilmiş; fiziksel dünya, kör ve mekanik bir yapı gibi anlaşılmıştır. Bu da Aristo’nun ontolojik sisteminden görünüşte kopuş gibi görünse de, aslında onun indirgenmiş bir uzantısına sığınmaktan ibarettir.
FARABÎ VE İBN SÎNÂ: ARİSTO’NUN İSLAMİ ŞEKLİ
Farabi ve İbn Sina, Aristo’nun metafiziğini İslam düşüncesi içinde yeniden üretmişlerdir. Onlara göre Allah’ın zatı zorunlu varlıktır ve ondan yalnızca bir şey sudûr eder: İlk akıl. Bu ilk akıl ise düşünmesiyle evrenin geri kalan yapısını doğurur. Bu anlayışta Allah bir kez yaratmayı başlatmış, sonrasında yaratma ilk aklın düşünsel faaliyetlerine bırakılmıştır. Bu görüş, fiilen Allah’ın doğaya müdahalesizliği anlamına gelir. Böyle bir tanrı, Batı seküler düşüncesi için idealdir: Varlığı teorik olarak kabul edilir ama pratiğe etkisi yoktur.
GAZÂLÎ’NİN REDDİYESİ: YARATMANIN KAYNAĞI İRADE VE KUDRETTİR
Gazâlî, Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde bu sudûrcu sistemin Kur’an’a ve gerçekliğe aykırı olduğunu ortaya koymuştur. Ona göre Allah, fail-i muhtardır; yani dileyerek ve bilerek yaratır. O’nun yaratması zatından taşan zorunluluk değil, ilim, irade ve kudret ile gerçekleşir. "Şüphesiz Allah, dilediğini yapandır" (Burûc 16) ayeti, bu görüşün temelidir. Gazâlî’ye göre sebepler yalnızca perdedir; her şeyin hakiki faili Allah’tır. Bu anlayış, hem felsefî hem teolojik bakımdan sudûrcu yaklaşıma taban tabana zıttır.
BATI’NIN TERCİHİ: FARABÎ VE İBN SÎNÂ’YI YÜCELT, GAZÂLÎ’Yİ SUSTUR
Aydınlanma düşüncesi için en tehlikeli kavram, Tanrı’nın iradesiyle evrene müdahil olmasıydı. Bu durum, aklın mutlak belirleyiciliğini ve doğa yasalarının evrensel geçerliliğini tehdit ederdi. Dolayısıyla Batı, Farabi ve İbn Sina’nın Aristo temelli sistemini benimsedi. Bu sistemde Tanrı, soyut bir ilk neden olarak kalır, doğaya müdahalesi yoktur. Bu anlayış, sekülerleşme için felsefî bir zemin sundu. Buna karşı çıkan Gazâlî ise "mistik" veya "sistem dışı" ilan edildi. Oysa hakikat, Gazâlî’nin irade ve kudret merkezli yaratma anlayışındaydı.
MODERN BİLİMİN İTİRAFI: HEISENBERG VE NEDENSELLİĞİN ÇÖKÜŞÜ
20. yüzyılda yüzyılda ortaya çıkan kuantum mekaniği, klasik fiziğin ve Aristo-Kant çizgisinin temel direği olan nedensellik ilkesini sarstı. Werner Heisenberg bu kırılmayı şöyle ifade etmiştir:
“The law of causality is no longer applied in quantum theory, and the law of conservation of matter is no longer true for the elementary particles. Obviously Kant could not have foreseen the new discoveries, but since he was convinced that his concepts would be ‘the basis of any future metaphysics that can be called science,’ it is interesting to see where his arguments have been wrong.”
Türkçesi:
“Nedensellik yasası artık kuantum teorisinde uygulanmaz ve madde korunumu yasası temel parçacıklar için artık geçerli değildir. Kant elbette bu yeni keşifleri öngöremezdi, ama kavramlarının 'herhangi bir gelecekteki bilim olarak adlandırılabilecek metafiziğin temeli' olacağına inandığı için, onun argümanlarının nerede yanlışlandığını görmek ilginçtir.”
Bu açıklama, yalnızca fiziksel bir gözlemi değil, Batı metafiziğinin temel direklerinden birinin yıkıldığını gösterir. Nedensellik artık evrensel bir yasa değil, bir tahmindir. Madde korunumu bile mutlak değildir. Bu da Gazâlî’nin "sebepler zorunlu değildir" görüşünün, bilimsel düzeyde teyit edilmesi anlamına gelir.
SONUÇ: GAZÂLÎ’NİN BALYOZU, SEKÜLER AKLIN TEMELİNE İNDİ
Gazâlî, yalnızca İslam filozoflarının değil, aynı zamanda Batı felsefesinin de zayıf zeminlerini hedef almış; yaratmayı irade ve kudrete dayandırarak, hem dini hem aklî bir denge kurmuştur. Batı, Aristo’nun astronomisini yıkmış ama ontolojisini taşımıştır. Ancak kuantum fiziği, Heisenberg’in ifadesiyle bu taşınan zemini çökertecek sarsıntıyı vermiştir. Artık akıl, sebep ve doğa yasası değil; irade, kudret ve yaratma ön plana çıkmaktadır. Bu da Gazâlî’nin haklılığını hem metafizik hem fizik düzlemde göstermektedir.
"Şüphesiz Allah, dilediğini yapandır." (Burûc 16)
Yorumlar
Yorum Gönder