Modern Fizikte Nedenselliğin Çöküşü ve Kelâmî Hakikatin Zaferi
“Bu, kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır; muttakiler için rehberdir.”
(Bakara 2)
Bilim tarihinin uzun yürüyüşünde "neden?" sorusu, yüzyıllarca maddeye içkin sebeplerle cevaplandırılmaya çalışıldı. Aristo'dan Newton'a kadar uzanan bu anlayışta, evrendeki her olayın zorunlu bir fiziksel sebebi olduğu varsayıldı. Ancak 20. yüzyılda bu tablo temelden değişti. Kuantum fiziği, kozmoloji ve bilinç felsefesi gibi alanlar, bu determinist yapıyı sarstı. Artık bilimsel camia, klasik anlamda "neden" sorusuna cevap veremiyor. Bu ise bizi kelâmî, aklî, naklî ve bilimsel temellere dayanan gerçek açıklamaya yönlendiriyor.
1. Determinizmin Yükselişi ve Çöküşü
Newtoncu Evren: Saat Gibi İşleyen Makine
Isaac Newton’un fiziği, evreni dev bir makine gibi tasvir etti. Her şey ölçülebilir, hesaplanabilir ve kesinlik üzerine kuruluydu. Bu sistemde sebepler mutlak ve içkindir; olaylar, önceden belirlenmiş fiziksel yasalarla gerçekleşir. Bu görüş, Laplace’ın meşhur belirlenimci varsayımıyla zirveye ulaştı: “Evrenin tüm parçacıklarının yerini ve hızını bilirsek, geçmişi ve geleceği tamamen hesaplayabiliriz.”
Ancak bu yaklaşım, şu üç açıdan eleştiriye açık hale geldi:
Teolojik Açıdan: Allah’ın evrene müdahalesine gerek bırakmaz.
Felsefî Açıdan: İnsan özgürlüğünü imkânsız kılar.
Bilimsel Açıdan: Yeni keşiflerle açıklama gücünü kaybetti.
Kuantum Fiziği: Belirsizliğin ve Olasılığın Evrimi
yüzyılın başında kuantum teorisi, fiziksel olayların mutlak zorunlulukla değil, olasılıkla gerçekleştiğini gösterdi. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, bir parçacığın hem konumunu hem hızını aynı anda bilemeyeceğimizi ortaya koydu. Schrödinger’in dalga fonksiyonu ise olayların ihtimal dağılımına göre şekillendiğini gösterdi.
Çift yarık deneyi gibi deneylerde, elektronlar gözlenmediklerinde dalga gibi davranırken, gözlendiklerinde parçacık gibi davranırlar. Bu durum, gözlemin gerçekliği belirlediği anlamına gelir.
Sonuç: Klasik nedensellik çökmüştür. Bilim, neden-sonuç ilişkisini açıklamak yerine istatistikî olasılıklarla yetinmektedir.
2. Kozmoloji: Başlangıcı Olan Bir Evren
Big Bang Teorisi ve Maddenin Yetersizliği
1929’da Edwin Hubble’ın evrenin genişlediğini keşfetmesiyle, evrenin sonsuzdan beri değil, sonlu bir geçmişte başladığı anlaşıldı. Bu da modern kozmolojinin temelini oluşturdu: Big Bang.
Big Bang’in işaret ettiği gerçek:
Evrenin bir başlangıcı var.
Zaman ve mekânın kendisi bu başlangıçla ortaya çıkmıştır.
Başlangıç anında fizik yasaları geçerli değildir.
Dolayısıyla madde, zaman, mekân ve nedensellik sonradan yaratılmıştır. Evrenin başlangıcı, içkin bir sebep tarafından değil, ancak aşkın bir varlık tarafından başlatılabilir.
“O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir şeyin olmasını dilediğinde, ona sadece ‘ol’ der, o da hemen oluverir.” (Bakara 117)
3. Felsefî Temel: Mümkin Varlıklar Zorunlu Bir Nedene Muhtaçtır
İmkân Delili (Burhan-ı İmkân):
Alemin varlığı mümkündür, yani varlığı da yokluğu da mümkündür.
Mümkin varlıklar, var olmalarını açıklayacak bir zorunlu varlığa muhtaçtır.
Eğer sadece mümkin varlıklar olsaydı, hiçbir şey var olamazdı. Çünkü mümkin varlıklar kendi kendilerine varlık veremez.
O halde alemin varlığını açıklayacak zorunlu bir varlık (Vacibü’l-Vücud) olmalıdır. Bu da ancak Allah’tır.
Aristo’dan İbn Sina’ya, Gazâlî’den Mâtürîdî’ye:
Felsefî ve kelâmî gelenek, bu konuda ortak bir noktaya varmıştır:
“Âlem hâdis ve mümkündür; varlığı zorunlu olmayan şeylerin varlığı, zorunlu bir müessire dayanır.”
4. Bilimsel Yetersizlik: Bilinç, Hayat, Düzen
Bilim bugün, aşağıdaki üç temel konuda nihai neden sunamaz:
Bilinç: Maddenin nasıl olup da bilinç doğurduğu bilinmemektedir. Qualia, öznel tecrübe, farkındalık gibi unsurlar fiziksel olarak izah edilemez.
Hayat: Cansız kimyasallardan ilk canlı hücre nasıl meydana geldi? Tüm simülasyonlar başarısızdır.
Kozmik Düzen: Fiziksel sabitler, hayat için aşırı hassas ayarlanmıştır. Bu ayar tesadüfle açıklanamaz.
Bunlar, fizikî determinizmin çöktüğü ve akıl yürütmenin metafizik alana yöneldiği alanlardır.
5. Kelâmî Gerçek: Allah Sebeplerin Yaratıcısıdır
Oluş ve Bozuluşun Gerçek Sebebi
Oluş (Hudûs): Varlık, Allah’ın “ol” emriyle meydana gelir. Sebep gibi görünen şeyler, sadece yaratılışın vesileleridir.
Bozuluş (Fesad): Maddenin çözülmesi, yaşlanma, çürüme, ölüm gibi olgular da Allah’ın “ölüm ve fena” yasalarının tecellisidir.
“Her şey O’na muhtaçtır. O, her an bir iştedir.” (Rahmân 29)
Gazzâlî'nin Sebep-İlişki Eleştirisi:
“Ateşin pamuğu yakması zorunlu değildir. Allah dilerse yakar, dilerse yakmaz. Sebeple sonuç arasında zorunlu bir bağ yoktur.”
Modern bilim de bu hakikate yanaşmıştır. Kuantum fiziği, olayların zorunlu olarak değil, olasılıkla meydana geldiğini söyleyerek kelâmî anlayışı bilimsel düzeyde doğrulamıştır.
6. Aklî ve Naklî Delillerle Tek Gerçek
Aklî Deliller:
Varlık mümkünse, dıştan bir zorunlu nedene ihtiyaç duyar.
Değişim olan yerde sabit, başlatıcı bir varlık gereklidir.
Hiçlikten hiçbir şey meydana gelemez. O halde “var eden” zorunlu varlık olmalıdır.
Naklî Deliller:
"Her şeyi Allah yaratandır." (Zümer 62)
"Göklerde ve yerde olanların hepsi O’nundur. O, her an bir iştedir." (Rahmân 29)
"Allah’ın izni olmadıkça hiçbir nefis ölmez." (Âl-i İmrân 145)
"Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın." (Hûd 6)
7. Netice: Her Akla ve Her Kalbe Hitap Eden Gerçeklik
Modern bilimin ulaştığı son nokta, Allah’ın kudretini dışlamayı değil, kabul etmeyi zorunlu kılmıştır. Artık:
Sebepler mutlak değildir.
Nedensellik zorunlu değildir.
Oluş ve bozuluş, Allah’ın sürekli yaratmasıyladır.
Mümkin varlıklar, zorunlu varlığa muhtaçtır.
Bilim susmuştur. Kelâm konuşmuştur. Kur’an ise baştan beri apaçık söylemiştir:
“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. O, dilediğini yaratır...” (Şûrâ 49)
“O, gökleri ve yeri yoktan var edendir...” (Bakara 117)
“O, her an bir iştedir.” (Rahmân 29)
Yorumlar
Yorum Gönder