İslam Dünyasının Batı Bilimine ve Teknolojisine Katkıları
Matematik
- Ondalık Sayı Sistemi ve “Algoritma”: 9. yüzyılda Harezmi, Hint kökenli ondalık konumlu sayı sistemini (0-9 rakamları ve basamak değeri) İslam dünyasında yaygınlaştırarak Batı’ya tanıttı. Yazdığı Kitâbü’l-Hisâb el-Hindî (Hint Hesabı Kitabı) Latinceye çevrilip Avrupa’da kullanıldı ve kendi isminin Latince telaffuzundan türeyen “algorism” terimi (bugünkü “algoritma”) bu yeni hesap yöntemine ad oldu . Harezmi sıfır (0) rakamının kullanımını açıkça vurgulayarak dört işlemin etkin yapılmasını sağladı; sıfırın matematikteki kritik rolünü gösteren bu çalışma, modern aritmetiğin temelini oluşturdu .
- Cebir İlminin Kurulması: Harezmi’nin El-Muhtasar fi Hisab el-Cebr ve’l-Mukabele (özetle Cebir Hesabı Kitabı) adlı eserinde birinci ve ikinci derece denklemlerin sistematik çözümleri sunuldu ve böylece cebir ayrı bir matematik dalı haline geldi . Bu kitap, Doğu ve Batı’daki ilk cebir kitabı olup yazıldığı dil olan Arapçadan 12. yüzyılda Latinceye çevrildi. Nitekim eserinin başlığındaki “el-cebr” kelimesi Latinceye “algebra” biçiminde geçmiş ve Batı dillerinde cebir bilimi bu adla anılır olmuştur .
- Cebir-Geometri Sentezi ve Analitik Geometri: İslam matematikçileri, Yunan matematiğinde ayrı duran cebirsel ve geometrik yaklaşımları birleştirerek analitik geometrinin öncülerinden oldular. Örneğin Ömer Hayyam, üçüncü derece denklemleri konikler (geometrik eğriler) yardımıyla çözüp cebirsel yöntem ile geometrik çözümü bir arada kullandı; bu yöntemler Batılı matematikçiler tarafından ancak yüzyıllar sonra yeniden “keşfedilerek” analitik geometri geliştirilmiştir . Fuat Sezgin’in tespitine göre, Batı’da Descartes ile anılan dikey-yatay koordinat fikri ve Analitik Geometri’nin temelleri, aslında Orta Çağ İslam matematikçilerinin bu yoğun yaratıcı çalışmalarına dayanır .
- Trigonometrinin Sistemleştirilmesi: Müslüman bilim insanları, trigonometriyi ilk defa bağımsız bir matematik dalı olarak ele aldılar. 10. yüzyılda Sabit bin Kurra ve özellikle 13. yüzyılda Nasîreddîn Tûsî, düzlem ve küresel üçgenlerin çözümlerine odaklanan eserler kaleme alarak trigonometrik fonksiyonları tanımladılar. Nitekim Harezmi’nin güncellenmiş yıldız cetvelinde açıların trigonometrik fonksiyonlarla verildiği tablolar bulunması, İslam astronomlarının bu alanı geliştirdiğini gösterir . Tûsî’nin Zîc’indeki sinüs ve kosinüs tabloları ile trigonometrik formüller daha sonra 15. yüzyılda Regiomontanus gibi Avrupalı matematikçilerce benimsenmiş, ancak Batılı kaynaklar Tûsî’den bahsetseler bile ona “trigonometrinin kurucusu” unvanını vermekten imtina etmişlerdir .
Astronomi
- Usturlap ve Rasathaneler: Orta Çağ İslam dünyasında usturlap en önemli astronomi aletlerinden biri olarak geliştirilip yıldız konumlarını hesaplamak, zaman ve yön tayini için kullanıldı. Müslümanlar usturlap yapımını ve kullanım bilgisini Endülüs üzerinden Avrupa’ya aktararak Batılıların astronomik hesaplar yapmasına öncülük ettiler . 9. yüzyılda Bağdat’ta Halife Me’mûn’un kurdurduğu Şemmâsiyye Rasathanesi, modern anlamda ilk gözlemevi kabul edilir ve burada Harezmi’nin de aralarında bulunduğu astronomlar sistematik gözlemler gerçekleştirdiler . Bu rasathane geleneği, ilerleyen yüzyıllarda Meraga (İran) gibi merkezlerde devam etmiş ve hassas gözlem aletleri ile yıldız kataloğu oluşturma pratiği Avrupa’ya tercümeler yoluyla taşınmıştır.
- Yıldız Katalogları ve İsimleri: İslam astronomları Hipparchos ve Batlamyus’un yıldız kataloglarını geliştirip Zîc adıyla yeni kataloglar hazırladılar; örneğin Abdurrahman es-Sûfî 10. yüzyılda yıldızların parlaklık ve konumlarını düzeltip ünlü bir katalog yazdı . Bu çalışmalar sonucunda günümüzde parlak yıldızların önemli bir kısmı Arapça kökenli adlar taşır. Batlamyus’un Almagest eserindeki yıldız adlandırmaları Arapça tercüme yoluyla Orta Çağ Avrupası’na aktarılmış, 12. yüzyılda Latinceye çevrilen Almagest’teki Arapça yıldız tanımları Avrupa’da yıldızların isimleri olarak benimsenmiştir . Örneğin Altair, Betelgeuse, Rigel gibi pek çok yıldız adı Arapça kökenlidir ve bu durum Avrupalı astronomların İslam astronomlarının eserlerinden yoğun biçimde yararlandığını göstermektedir .
- Gezegen Modelleri ve Kopernik: İslam astronomları, gezegen hareketlerini açıklamak için Ptolemaios’un modellerini eleştiren yeni matematiksel modeller geliştirdiler. Özellikle 13. yüzyılda Nasîreddîn Tûsî, evren modeli içinde bir küçük daire ile büyük daire hareketini birleştiren ve bugün Tûsî çifti denilen mekanizmayı tanımladı. Fuat Sezgin, Kopernik’in 16. yüzyılda geliştirdiği heliosentrik modelde, Tûsî’nin çift daireli mekanizmasını ve Şamlı astronom İbn eş-Şâtır’ın bazı gezegen model unsurlarını kullandığını, bunları İslam kaynaklarından öğrendiğini belirtir . Nitekim Kopernik ile Tûsî’nin gezegen modelleri arasında dikkat çekici benzerlikler bulunmuş; örneğin Kopernik’in Ay modeli, İbn eş-Şâtır’ın Ay modeli ile neredeyse aynı olup Ptolemaios’unkinden tamamen farklıdır . Bu durum, İslam dünyasındaki astronomi mirasının Rönesans astronomlarına zemin hazırladığını göstermektedir.
Tıp
- Klasik Tıp Eserleri ve Avrupa’ya Etkileri: İslam dünyasında yazılan kapsamlı tıp eserleri, Latinceye çevrilerek asırlarca Avrupa’da temel tıp kitapları olarak okutuldu. Özellikle İbn Sînâ’nın El-Kânûn fî’t-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı eseri 12. yüzyılda Latinceye çevrildikten sonra Avrupa üniversitelerinde 600 yıl boyunca başyapıt olarak kullanılmıştır . Benzer şekilde, Ebû Bekir er-Râzî’nin 9 ciltlik Kitâbü’l-Hâvî (Continent) ansiklopedisi de 13. yüzyılda Latinceye çevrilip 17. yüzyıla kadar Avrupalı hekimlerin en önemli başvuru kaynaklarından biri olmuştur . Endülüs’lü cerrah Zehrâvî’nin 30 ciltlik Kitâbü’t-Tasrîf adlı eserindeki ameliyat teknikleri ve cerrahi alet çizimleri de Latinceye çevrilerek Orta Çağ Avrupası’nda cerrahinin temelini oluşturmuştur .
- Hastaneler ve Klinik Uygulamalar: İslam medeniyeti, sadece kitap üretimiyle kalmayıp uygulamalı tıp alanında da öncü olmuştur. 9. yüzyılda Bağdat, Kahire, Şam gibi şehirlerde kurulan büyük hastaneler (Bîmâristanlar), döneminin en ileri sağlık kuruluşlarıydı. Örneğin 872’de Kahire’de açılan Ahmet bin Tolun Hastanesi, her dinden insana ücretsiz hizmet veriyor, göz, cerrahi, ortopedi, psikiyatri gibi bölümlere ayrılmış şekilde modern hastane işlevi görüyordu . Bu hastanelerin varlığı, Avrupalıların Haçlı Seferleri sırasında gelişmiş sağlık hizmetleriyle tanışmasına vesile oldu ve 13. yüzyıldan itibaren Avrupa’da benzer hastanelerin kurulmasına ilham verdi.
- Farmakoloji ve Kimyanın Tıbba Katkısı: Müslüman hekimler, ilaç yapımında ve tedavide kimyasal maddelerden yararlanarak farmakoloji bilimine önemli katkılar sundular. Râzî, kimyayı tıbbın hizmetine sunan ilk hekim olarak nitelenir ; deneysel çalışmalarıyla alkolü damıtarak antiseptik olarak kullandı, sülfürik asit gibi güçlü çözeltiler hazırlayıp yaraların tedavisinde uyguladı. İbn Sînâ da damıtma, buharlaştırma, kristallendirme gibi kimyasal süreçleri eczacılığa uygulayarak birçok ilaç elde etmiş, Kitâbü’ş-Şifâ ve El-Kânûn gibi eserlerinde ilaçları sınıflandırıp dozaj bilgilerini vermiştir. Bu birikim, 11-12. yüzyıllarda Salerno Tıp Okulu ve devamında Avrupa’da bilimsel eczacılığın doğuşuna zemin hazırlamıştır.
- Cerrahi Aletler ve Teknikler: İslam dünyasında cerrahi, özellikle Zehrâvî (Abulcasis) ve İbn Sînâ gibi hekimlerin çalışmalarıyla gelişip sistematik hale getirildi. Zehrâvî, ameliyat aletlerini çizimleriyle birlikte tanıtan ilk cerrah olarak, çıban lancetlerinden dişçi kerpetenlerine kadar yaklaşık 200 cerrahi aletin kullanımını tarif etti. Onun geliştirdiği aletler ve yöntemler, Latinceye çevrilerek Avrupa’da Cerrahinin Kanunu diye anılmış ve Rönesans’a dek hekimlerce kullanılmıştır . Ayrıca İslam cerrahları, katarakt ameliyatı (göz çizme) gibi incelikli operasyonları başarıyla uygulamış; bu teknik bilgiler, Müslüman hekimlerin eserleri sayesinde Batılılar tarafından öğrenilmiştir.
Fizik
- Bilimsel Yöntemin Öncüsü: 11. yüzyılda yaşayan İbnü’l-Heysem (Alhazen), fizik alanında deneysel yöntemi sistemli şekilde kullanan ilk bilim insanlarından sayılır. Kitâbü’l-Menâzir (Optik Kitabı) başta olmak üzere çalışmalarında gözlem ve deneyi teori ile birleştirdi; soyut spekülasyon yerine kontrollü deneylerle hipotezlerini sınadı . Bu yaklaşım, Roger Bacon ve Johannes Kepler gibi Avrupalı bilim insanlarını derinden etkiledi: İbnü’l-Heysem’in gözlem ile akıl yürütmeyi birleştiren yöntemi sayesinde Bacon, optik ve doğa araştırmalarında ondan ilham aldığını açıkça belirtmiştir . Tarihçiler, modern bilimsel metodun öncüsü olarak büyük ölçüde İbnü’l-Heysem’i görür; zira o, deneyleri “kanıtın standardı” haline getirmiş ve bilimsel araştırmada objektifliği vurgulamıştır .
- Yerçekimi ve Özgül Ağırlık Deneyleri: İslam dünyasında fizik çalışmaları, sadece teorik değil deneysel düzeyde de ilerlemiştir. 11. yüzyılda Birûnî ve 12. yüzyılda öğrencisi el-Hâzinî, çeşitli maddelerin özgül ağırlıklarını hassas terazilerle ölçerek yoğunluk farklarını hesapladılar . Hâzinî’nin “Mîzânü’l-Hikme” (Bilgelik Terazisi) adlı eserinde, cisimlerin ağırlık merkezine dair ayrıntılı açıklamalar bulunur. Hatta el-Hâzinî, deneylerine dayanarak ağırlığın yükseklikle değişebileceğini öne sürmüş; yani bir cismin ağırlığının Dünya’nın merkezine uzaklığı arttıkça azalacağını ilk kez ifade etmiştir . Bu görüş, kütleçekim yasasının sezgisel bir öncüsü olup Newton’dan yüzyıllar önce dile getirilmiş önemli bir fizik katkısıdır.
- Hareket ve İvme Kavramı: İslam filozofları, Aristoteles’in hareket fiziğini eleştirerek yeni prensipler ortaya koydular. 12. yüzyılda Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, hareket eden cismin ivme kazanabileceği fikrine yaklaştı: Ona göre bir cisim, onu harekete geçiren etkiden ayrıldıkça içindeki zorlanmış meyil (Latince impetus) giderek azalır ve bu nedenle hareket yavaşlar . Bu, Aristoteles’in “sabit kuvvet sabit hız doğurur” görüşüne karşı çıkarak kuvvetin hareket üzerindeki etkisini daha doğru yorumlayan bir görüştü. Nitekim Ebü’l-Berekât’ın teorisi, devamlı kuvvetin sabit değil artırıcı bir etki yapacağını öngörerek klasik mekaniğin ivme prensibini yaklaşık bir biçimde haber vermiştir . Bu fikirler, daha sonra 14. yüzyılda Buridan gibi Avrupalı düşünürlerce geliştirilip “impetus teorisi” adıyla anılmış ve modern fiziğin doğuşuna katkı sağlamıştır.
- Optik ve Işığın Yapısı: (Bkz. Optik başlığı) İbnü’l-Heysem ve çağdaşları, ışığın doğasını da fizik disiplininde incelediler. Işık ışınlarının doğrusal yayılımı, yansıma ve kırılma yasaları ilk kez İslam alimlerince deneylerle kesinleştirildi. Mesela İbn Sîna, ışığın belli bir hızla hareket ettiğini ve yayılması için zamana ihtiyaç duyduğunu öne sürerek Aristoteles’in “ışık bir anda oluşur” fikrini reddetti. Bu birikim, Avrupa’ya Perspektif adıyla geçen optik bilimini doğurdu ve Newton’un ışık çalışmalarına kadar temel referans oldu.
Kimya
- Modern Kimyanın Temelleri: Orta Çağ İslam dünyası, simya (alchemy) geleneğini deneysel bilim haline getirerek kimya ilminin temellerini attı. Tarihçi Will Durant’ın belirttiği gibi, “Kimya bir bilim olarak neredeyse Müslümanlar tarafından yaratıldı; Yunanların sadece sanayi deneyimleri ve belirsiz hipotezlerle sınırlı kaldığı bu alanda, Sarazenler (Müslümanlar) kesin gözlemler, kontrollü deneyler ve dikkatli kayıtlar getirdiler. Onlar imbik (alembik) gibi damıtma araçlarını icat etti; sayısız maddeyi kimyasal olarak analiz etti; alkali ve asitleri ayırt etti” . Gerçekten de “el-kimya”, Arapça kökenli bir kelime olarak bu dönemde bir bilim dalına dönüştü. İslam kimyagerleri, maddeleri dönüştürme idealiyle çalışırken bir yandan da keşfettikleri “filozof taşı” gibi kavramlarla deneysel yöntemler geliştirmiş ve sonunda simyayı pratik kimyaya evrilttiler.
- Laboratuvar Yöntemleri ve İcatlar: Câbir bin Hayyân (Geber), el-Kindî ve Ebû Bekir er-Râzî gibi alimler, ilk kimya laboratuvarlarını kurarak damıtma (destilasyon), çözündürme, kristallendirme, süblimleşme, filtrasyon gibi yöntemleri mükemmelleştirdiler . Sonuçta nitrik asit, hidroklorik asit, sülfürik asit gibi güçlü minerâl asitleri saf halde elde etmeyi başardılar . Câbir, altını bile çözebilen “aqua regia” (kral suyu) karışımını icat etti . Ayrıca alkolü (etil alkol) damıtarak saflaştırdılar ve tıpta antiseptik olarak kullanılmasını sağladılar . Sabun ve barut yapımı, esans ve parfüm üretimi, metalurji (çelik üretimi, metallerin alaşımlanması) gibi alanlarda geliştirdikleri yöntemler, İslam dünyasında yüksek bir teknolojik seviye oluşturdu ve bu bilgiler 13. yüzyıldan sonra Latince tercümelerle Avrupa’ya taşındı.
- “Geber” ve Kimya Literatürü: Câbir bin Hayyân (öl. 815 civarı), “Arap kimyasının babası” kabul edilir ve 200’den fazla eser kaleme almıştır. Onun yazdığı kitaplar 12. yüzyılda Latin dünyasına “Geber” adıyla aktarıldı ve temel kimya metinleri haline geldi . 1144’te Robert di Chester ve 1187’de Gerard de Cremona, Câbir’in ana eserlerini Latinceye çevirdiler; bu çeviriler Rönesans Avrupa’sında defalarca basıldı. 1545 tarihli basılmış bir Geber kitabının önsözünde, bu eserlerin “Latin okuyuculara sunulmuş Arap kimya birikimi” olduğu özellikle vurgulanmıştır . Böylece Müslümanların keşfettiği asitler, tuzlar, maden işleme teknikleri Avrupa’da öğrenilmiş; alkol, alkali, amonyak, antimon gibi kimyasal terimler Arapçadan dillere geçmiştir.
- Râzî ve Yeni Maddelerin Keşfi: Ünlü hekim ve kimyager Ebû Bekir er-Râzî (Rhazes), yalnız tıpta değil deneysel kimyada da çığır açtı. Petrolü damıtarak gazyağı (kerosen) elde eden ve lambalarda yakıt olarak kullanan ilk kişiydi . Ayrıca sert sabun (katı sabun) yapımını icat etti; çeşitli bitkisel ve mineral maddelerle sabun formülleri geliştirdi . Onun deneyleri sonucu gliserin, gümüş nitrat, kostik soda gibi maddeler tanımlandı. Râzî’nin eserleri, birçok kimyasal maddeyi ilk kez sınıflandırdığı için Batılılar tarafından da çevrildi; alkohol (alkol) kelimesi onun kullandığı “al-kuhl” teriminden türeyerek Avrupa dillerine yerleşti . Böylece Râzî, hem modern eczacılığın hem de endüstriyel kimyanın temellerine katkı yapmış oldu.
Optik
- İbnü’l-Heysem ve Görme Teorisi: 11. yüzyılda İbnü’l-Heysem (Alhazen), optik biliminde devrim niteliğinde keşifler yaptı. Antik çağdan beri kabul gören “gözden ışın çıkmasıyla görme” teorisini çürütüp görmenin, cisimlerden göze gelen ışıkla gerçekleştiğini kanıtladı . Kitâbü’l-Menâzir adlı yedi ciltlik eserinde ışığın doğrusal yol aldığını, farklı ortamlarda kırıldığını ve yansıdığını ayrıntılı deneylerle gösterdi. Özellikle merceklerin görüntü büyütme etkisini (örneğin bir merceğin büyüteç olarak kullanımı) ilk açıklayan kişi oldu . Bu eser, bilim tarihinde öyle etkili oldu ki, Isaac Newton’un Principia’sı ile birlikte gelmiş geçmiş en önemli fizik kitaplarından biri kabul edilir ve ışık ile görme anlayışını kökten değiştirmiştir .
- Karanlık Oda ve Görüntü Oluşumu: İbnü’l-Heysem, optikte deneysel yöntemin önemini vurgulamak için karanlık oda (camera obscura) düzeneğini kullandı. Küçük bir delikten karanlık bir ortama ışık sızdırarak dışarıdaki görüntünün duvara ters ve küçültülmüş olarak düştüğünü gözlemledi; bu, bir cismin görüntüsünün nasıl oluştuğuna dair ilk doğru izah idi . Karanlık oda deneyiyle güneş ve ay tutulmalarındaki görüntüleri inceleyip ışığın doğrusal yayıldığını doğruladı. Bu prensip, sonraki yüzyıllarda fotoğraf makinesi ve projeksiyon cihazlarının geliştirilmesine ilham vermiştir. Ayrıca İbnü’l-Heysem, atmosferde ışığın kırılması olgusunu inceleyerek gün doğumu ve batımında görülen alacakaranlık süresini açıklamış, Ay’ın ufka yakınken büyük görünmesinin psikolojik bir illüzyon olduğunu ilk defa tanımlamıştır .
- Batı’ya Etkisi ve Latince Tercümeler: İslam dünyasında doğan optik bilimi, 13. yüzyıldan itibaren Latince eserler yoluyla Avrupa’ya aktarıldı. İbnü’l-Heysem’in Kitâbü’l-Menâzir’i Latinceye “De Aspectibus” (ya da Perspectiva) adıyla çevrildi ve Avrupa üniversitelerinde temel optik ders kitabı oldu. Bu sayede Roger Bacon, John Pecham, Witelo gibi orta çağ alimleri İbnü’l-Heysem’in teorilerini benimsedi; onun çalışmalarını yorumlayan yeni eserler yazdılar . Ayın parlaklığı, gökkuşağının oluşumu, mercek kusurları gibi birçok konuda Alhazen’in açıklamaları Avrupa’da yüzyıllarca otorite olarak kabul edildi. Hatta Johannes Kepler, 17. yüzyılda geliştirdiği görüntü oluşumu ve kırılma kanunlarında İbnü’l-Heysem’den edindiği kavrayıştan yararlanmıştır . Böylelikle İslam’ın optik mirası, Rönesans bilim devriminin önemli kaynaklarından birini teşkil etmiştir.
Mühendislik ve Mekanik
- Krank Mili ve Mekanik Aktarımlar: Orta Çağ İslam mühendisleri, su ve mekanik güçten yararlanarak karmaşık makineler geliştirdiler. Özellikle 12. yüzyılın sonunda Diyarbakır’da yaşayan El-Cezerî, suyu yukarı çıkarmak için tasarladığı makinelerde tarihte ilk defa krank mili mekanizmasını kullandı . Krank mili, dönme hareketini doğrusal gidip-gelme hareketine çeviren bir düzenektir ve Cezerî’den önce bu fikre rastlanmaz. Cezerî’nin iki silindirli su pompasında uyguladığı krank mili sistemi, modern otomobil motorlarında ve lokomotiflerde kullanılan krank-biyel mekanizmasının aynısıdır . Bu buluş, mühendislik tarihinde en önemli icatlardan biri sayılır ve Avrupa’da ancak Sanayi Devrimi döneminde (James Watt’ın buhar makinesinde) yeniden keşfedilmiştir. Ayrıca Cezerî, makinelerinde dişli çarklar, pistonlar, valfler ve şamandıralar gibi unsurları kullanarak çift etkili pompalar, kaldırma vinçleri tasarlamış; bu teknikler daha sonra Avrupa mekanik saat ve pompa sistemlerine temel teşkil etmiştir .
Otomatlar ve Saat Teknolojisi: El-Cezerî’nin tasarladığı fil saati, otomatik su regülatörleri ve çeşitli robotik düzenekler çağının çok ötesinde mühendislik harikalarıydı. 1206 yılında tamamladığı Kitab fî Ma’rifat al-Hiyal al-Handasîyye (Mekanik Hareketlerin İlmi ve Ameli) adlı eserinde, suyla çalışan otomatik saatler, kendi kendine hizmet eden kaplar, müzik çalan robotlar gibi otomat cihazların çizim ve açıklamalarını sundu. Cezerî, suyun akışı ve basıncı ile ağırlık dengelerini kullanarak 800 yıl öncesinden modern otomasyon prensiplerini hayata geçirdi; bu bakımdan sibernetik ve kontrol mühendisliğinin öncülerindendir . Onun fil şeklindeki su saati, farklı kültürlere ait öğeleri barındıran sembolik bir tasarımdı ve dakik çalışmasıyla izleyenleri hayran bırakıyordu. Cezerî’nin geliştirdiği su saatleri ve diğer otomatik mekanizmalar, Avrupa’da 13.-14. yüzyıllarda mekanik saatçiliğin gelişimine de dolaylı etki yaptı; zira Marco Polo gibi seyyahlar aracılığıyla Doğu’nun bu saat ve otomata bilgisi Batı’ya taşındı.
- Mühendislik Eserlerinin Yayılımı: İslam dünyasında mühendislik alanında yazılan eserler, çizimleriyle birlikte pratik bilgiyi aktardığı için evrensel bir miras oluşturdu. Banû Mûsâ Kardeşler’in 9. yüzyılda kaleme aldığı Kitâbü’l-Hiyel (Mekanik Cihazlar Kitabı) suyla ve havayla çalışan otomatlardan oluşan 100’ü aşkın düzenek tarif ediyordu; bu kitap 13. yüzyılda Moğolca ve Farsçaya çevrilerek doğuya, 16. yüzyılda ise kısmen Latinceye çevrilerek batıya ulaştı. Cezerî’nin kitabı uzun süre sadece İslam dünyasında bilinse de 19. yüzyılda Avrupa dillerine tercüme edilip incelmiştir. Ancak daha orta çağda Haçlı seferleri sayesinde bazı mekanik icatlar Avrupa’ya transfer oldu: Örneğin abdest otomatı (kendiliğinden su döken fıskiye) gibi düzeneklerin benzerleri 13. yüzyılda Avrupa saray bahçelerinde görülmeye başlandı. Sonuç olarak, İslam mühendislerinin dişli çark sistemleri, su pompaları, otomatik kontrol mekanizmaları gibi yenilikleri, zaman içinde Batı teknolojisinin gelişimine zemin hazırlayan birikimin parçası olmuştur.
Coğrafya
- Matematiksel Coğrafya ve Dünya Ölçümleri: İslam coğrafyacılarının en önemli katkılarından biri, Dünya’nın boyutlarının ölçülmesi ve enlem-boylam sisteminin geliştirilmesidir. Abbâsî Halifesi Me’mûn’un emriyle 9. yüzyılda Bağdat’ta toplanan bilim insanları, Sinjar Çölü’nde bir derecelik meridyen yayını ölçerek Dünya’nın çevresini yaklaşık 40.000 km olarak hesapladılar ki bu değer günümüz değerine çok yakındı. Birûnî ise 11. yüzyılda farklı bir yöntemle (bir dağın yüksekliğini ve ufuk uzaklığını kullanarak) Dünya yarıçapını ölçtü ve yaklaşık 6339 km olarak buldu. Bu ölçümler, o dönemde Avrupa’da bilinmeyen derecede ileri bir yer bilimsel hassasiyet gösteriyordu. Nitekim Birûnî’nin hazırladığı enlem-boylam çizelgeleri ve trigonometrik coğrafya tabloları 12. yüzyıldan itibaren Latinceye çevrilerek Avrupa’ya ulaştı; Avrupalılar bu verileri kopyalayarak haritalar yaptılar, ancak 18. yüzyılın başına dek kendi ölçümlerine dayanan doğru bir dünya haritası çizemeyip İslam kaynaklarına bağımlı kaldılar .
- İdrîsî ve Dünya Haritası: 12. yüzyılda Sicilya’da Norman Kralı II. Roger’ın himayesinde çalışan coğrafyacı Muhammed el-İdrîsî, o döneme kadarki en gelişmiş dünya haritasını çizdi. 1154’te tamamladığı bu eserde dünyanın bilinen bölgelerini 70 bölümlük bir atlas halinde derledi ve yaklaşık 300 kilogram ağırlığında gümüş bir disk üzerine dünya haritasını nakşetti . İdrîsî’nin Nüzhetü’l-Müştak (ya da Latincede Tabula Rogeriana) adıyla anılan atlası, Orta Çağ boyunca en doğru dünya haritası kabul edildi. Onun haritası, önceki Haritacılardan farklı olarak Afrika’nın deniz yoluyla dolaşılabildiğini ve Hint Okyanusu’nun açık bir okyanus olduğunu göstermiş, Asya kıtasını yeniden şekillendirerek birçok nehir ve gölü doğru biçimde işlemiştir . İdrîsî’nin haritası sonraki yüzyıllarda Avrupa’da çizilen haritalar üzerinde derin izler bıraktı; Latin coğrafyacılar İdrîsî’nin verilerini kullanarak yeni haritalar ürettiler ve bu etki üç asır boyunca sürdü . Bu sayede Avrupalılar, Antik çağ coğrafyasının eksiklerini İslam kaynaklarıyla tamamlayarak coğrafya bilimini ilerlettiler.
- Koordinat Sistemi ve Harita Tekniği: Müslüman coğrafyacılar, Yunanlardan aldıkları coğrafya bilgisini geliştirip koordinat sistemine dayalı haritalar ürettiler. Birûnî, 1025’te yazdığı el-Kanûnü’l-Mes’ûdî adlı eserinde enlem ve boylam çizgilerini kullanarak kapsamlı bir coğrafya kitabı oluşturdu; bu kitapta çeşitli şehirlerin koordinatlarını ve iklim bölgelerini hesapladı. Yine İslam astronomları hazırladıkları zîc tablolarında yüzlerce şehrin enlem ve boylamını yüksek doğrulukla verdi. Bu veriler, 12. yüzyıldan itibaren Latinceye çevrilip Alfonsine Tabloları gibi eserler halinde Avrupa’da kullanıldı. Sonuçta Avrupalılar, coğrafi konum belirlemede İslam dünyasının koordinat sistemi mirasına dayanarak Renaissance dönemine dek haritalarını geliştirdiler. Örneğin, 15. yüzyılda Toscanelli ve Behaim gibi haritacılar, İslam dünyasından gelen rakamsal değerlere başvurmuşlardır.
- Denizcilik Haritaları ve Pîrî Reis: Osmanlı denizcisi Pîrî Reis, İslam coğrafya birikiminin geç dönemdeki önemli temsilcilerindendir. 1513’te çizdiği dünya haritası, Karayip Adaları ve Amerikan kıyılarını gösteren en eski haritalardan biri olup döneminin çok ötesinde bir kartografik başarı içerir . Bu harita, Pîrî Reis’in Kolomb’un seyahatleri ve İslam coğrafyacılarının çizimlerinden yararlanarak oluşturduğu, yüksek doğruluklu bir deniz haritasıdır. Ayrıca Pîrî Reis’in 1521’de tamamladığı Kitâb-ı Bahriye adlı eseri, Akdeniz ve Ege’deki limanlar, akıntılar, rüzgârlar ve seyir rotaları hakkında detaylı bilgileri içeren bir kılavuz olup Avrupa dillerine de çevrilmiştir. Bu eser, hem Osmanlı gemicilerine hem de daha sonra Avrupalı denizcilere Doğu Akdeniz ve Ege’nin deniz haritasını ve navigasyon bilgisini sunarak küresel keşifler çağında önemli bir referans olmuştur.
Denizcilik
- Coğrafi Keşiflere Katkı: Fuat Sezgin’e göre İslam dünyası, coğrafi keşiflerin arka planındaki bilgi birikimini büyük ölçüde sağlamıştır. 8. yüzyıldan itibaren Basra Körfezi’nden Çin’e uzanan rotalarda sefer yapan Müslüman denizciler, Hint ve Atlas Okyanusu’nda rüzgâr akıntılarını keşfedip haritalar çıkardılar. Özellikle muson rüzgârlarının mevsimsel döngüsünü çözerek Hindistan ve Doğu Afrika’ya düzenli deniz seferleri yaptılar. Bu sayede Orta Çağ boyunca Arap ve İranlı denizciler biriktirdikleri astronomik ve coğrafi bilgiyle ileri bir denizcilik kültürü oluşturdu. Minhacü’l-Bahr gibi Arapça denizcilik el kitapları, yıldızlarla yön bulma, açık denizde konum belirleme gibi teknikleri sistemleştirdi ve bu bilgiler 15. yüzyılda Portekizliler başta olmak üzere Avrupalı kâşifler tarafından öğrenildi.
- Amerika’nın Keşfi İddiası: Fuat Sezgin’in araştırmaları, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşmasında Müslüman haritaların rolü olabileceğini öne sürmüştür. Endülüs’teki tercüme faaliyetleri ve İslam coğrafyacılarının eserleri sayesinde, 12.-15. yüzyıl Avrupa’sı İslam dünyasının gelişmiş haritalarına vakıf oldu. Sezgin’e göre Müslüman denizciler İspanyollardan çok önce Amerika kıtasını keşfedip orada gözlemler yapmış, bu bilgiler doğrultusunda haritalar çizmişlerdi . Nitekim 1492’de Kristof Kolomb yola çıkarken eline geçen bir dünya haritasının, Müslüman coğrafyacılardan kalma olduğu iddia edilir . Bu teoride, Kolomb’un Bahamalar’a ulaşmasında sözü geçen haritanın rehberlik ettiği ve dolayısıyla Amerika’nın keşfinde İslam dünyasının dolaylı bir payı bulunduğu vurgulanır . Her ne kadar bu görüş tarih çevrelerinde tam kabul görmese de, Kolomb öncesi dönemde İslam haritacılarının Atlas Okyanusu hakkında Avrupalılardan daha fazla bilgi sahibi olduğu bir gerçektir.
- Denizcilik Kılavuzları ve Paylaşılan Bilgi: Müslüman denizciler, denizcilik astronomisi ve yön bulma teknikleri konusunda da öncülük ettiler. Astrolabın denizcilik versiyonu olan kamal adlı basit cihazla enlem ölçme yöntemini Hint Okyanusu seferlerinde kullandılar ve bu yöntem sonradan Portekizliler tarafından benimsendi. Akdeniz’de Müslümanlar tarafından kullanılan Latin yelkeni (üçgen yelken) tasarımı, İtalyan şehir devletleri aracılığıyla Avrupa gemilerine geçerek gemiciliğin manevra kabiliyetini arttırdı. Hint Okyanusu’nda yüzyıllardır sefer yapan Arap denizcilerin bilgilerinden Avrupalılar da doğrudan yararlandı: Örneğin ünlü Portekizli denizci Vasco da Gama, 1498’de Hindistan’a ulaşmak üzere yaptığı ilk seferde Ummanlı kılavuz Ahmed b. Mâcid’in rehberliğini aldı ve Hint Okyanusu geçişini onun sayesinde başarıyla tamamladı . Bu tarihî örnek, Batılı kâşiflerin bile Müslüman denizcilerin yüzyıllara dayanan tecrübelerine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
- Haritalar ve Pîrî Reis’in Mirası: Osmanlı döneminde 16. yüzyılda yetişen Pîrî Reis, İslam denizcilik bilgisini bir araya getiren önemli bir figürdür. 1513 tarihli dünya haritası, Atlas Okyanusu ve Yeni Dünya hakkında dönemin en ileri bilgilerinden derlenmiş ve ilk defa Kolomb’un keşfettiği yerleri gösteren bir haritadır . Bu haritada Afrika ve Avrupa kıyıları, Brezilya’nın doğu sahilleri, Karayip adaları oldukça doğru biçimde çizilmiştir. Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriye (Bahriye Kitabı) ise Ege ve Akdeniz kıyılarındaki limanları, akıntıları, adaları ve tehlikeleri anlatan detaylı bir kılavuzdur; bu eser 16. yüzyılda İtalyanca ve Felemenkçeye de çevrilerek Avrupalı denizcilerin kullanımına sunulmuştur. Böylece Pîrî Reis’in çalışmaları, Doğu Akdeniz’in deniz haritasını ve tecrübî bilgisini bir anlamda Batı’ya aktarmış; Osmanlı denizcilerinin Akdeniz hakimiyeti, Avrupa’nın denizcilik literatürüne de yansımıştır. Sonuç olarak, İslam dünyasının denizcilik alanındaki buluş ve birikimleri, sadece Orta Çağ’da değil coğrafi keşifler ve sonrasında da Batı medeniyetinin ufkunu genişletmiş ve denizcilik teknolojisinin gelişmesine katkı sağlamıştır.
Kaynaklar:
- Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik (Cilt I-III), Timaş Yayınları, 2007.
- Fuat Sezgin, İslam Uygarlığında Astronomi, Coğrafya ve Denizcilik, Boyut Yayınları, 2009.
- Fuat Sezgin, Geschichte des Arabischen Schrifttums (Arap-İslam Bilimleri Tarihi), Cilt 1-13, Brill, 1967-2000.
- S. B. Bayam Takıcak, “Geometry Studies Inherited by the West from the Islamic World According to Fuat Sezgin…”, AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2019 .
- İ. Yıldız, “Fuat Sezgin’e Göre İslâm Dünyası’ndan Batı’ya Tevarüs Eden…”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2020 .
- “El-Cezeri’nin Krank Milinden Watt’ın Buhar Makinesine”, TÜBİTAK Bilim Genç, 2018 .
- “İdrîsî’nin Yuvarlak Dünya Haritası”, TÜBİTAK Bilim Genç, 2019 .
- Cities of Light: The Science of Islamic Spain – Chemistry, IslamicSpain.tv .
- İslam Ansiklopedisi, “Yıldız”, “Coğrafya” maddeleri .
- S. Al-Hassani (ed.), 1001 Inventions: The Enduring Legacy of Muslim Civilization, National Geographic, 2012 .
Yorumlar
Yorum Gönder