Ana içeriğe atla

Sekülerizmin Aydınlanma Miti: Temelsiz İddiaların Çöküşü


Sekülerizmin Aydınlanma Miti: Temelsiz İddiaların Çöküşü



Sekülerizm bugün kendini bilimin ve teknolojinin başarılarıyla parlatılmış, üstün ve çağdaş bir “aydınlık” dünya görüşü olarak sunuyor. Bu anlatıya göre dinden bağımsız bir bakış açısı, insanlığı ilerlemeye ve özgürlüğe taşıyan tek rasyonel yolmuş gibi görülüyor. Oysa sekülerizmin kendine atfettiği bu üstünlük ve aydınlanmışlık iddiası felsefî ve ahlakî temelden yoksundur. Metafiziği dışlayan, bilimi ideolojileştiren, ahlâkî zemini kaygan ve insan ruhunun hakikat arayışına duyarsız bir yaklaşım söz konusudur. Bu makalede seküler dünya görüşünün gizlenen karanlık yönlerini – metafiziği reddedişinden bilimciliğe, ahlaki boşluğundan hakikat ve anlam krizine dek – delillerle ele alıyoruz. Modern sekülerliğin iç çelişkilerini, Batı modernizminin dramatik başarısızlıklarını, bilimsel pozitivizmin sınırlılığını ve “Aydınlanma” mitinin nasıl çöktüğünü ortaya koyarak, sekülerizmin iddia ettiği “ışığın” aslında toplumu karanlığa sürükleyebileceğini göstereceğiz.



Metafiziğin Reddi: Sekülerizmin Dar Görüşü



Sekülerizm özünde metafizik hakikatleri dışlayan dar bir dünya görüşüdür. Yaratıcı olarak Tanrı’yı ve ilahî ahlak yasasını yok sayarak, yalnızca maddi olguları gerçek kabul eder . Rönesans ve Aydınlanma ile şekillenen seküler felsefe, Ortaçağ’ın ilahî dünya tasavvurunu terk etti; Tanrı’nın iradesi yerine doğanın dünyevî düzenini ikame etti ve aşkın olana kapılarını kapattı . Görünürde akılcı olan bu yaklaşım, gerçekte evrenin maddi yönü dışındaki hiçbir hakikati tanımayarak kendi ufkunu daraltmaktadır. İnsanlığın asırlardır cevap aradığı “Neden varız?”, “Hayatın anlamı nedir?” gibi en temel sorular, bu perspektifte geçersiz veya anlamsız sayılır.


Seküler bakış açısı, metafiziği “bilim dışı” diyerek kenara iterken aslında büyük bir çelişkiye düşer. Çünkü metafiziği bütünüyle reddetmek de başlı başına metafizik bir iddiadır – evrende fizik ötesi hiçbir hakikat olmadığını söylemek, doğruluğu bilimsel olarak gösterilemeyen dogmatik bir inançtır . Nitekim 20. yüzyılda bilim felsefecileri, metafiziği dışlayan aşırı bilimci yaklaşımların başarısızlığa mahkûm olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin “Mantıksal Pozitivizm” akımı, sadece deneyle doğrulanabilen önermelerin anlamlı olduğunu savunuyordu; fakat filozoflar bu görüşün kendi kendini bile doğrulayamadığını, metafiziği dışlayan bir felsefenin eninde sonunda felsefe olmaktan çıktığını göstermişlerdir . Kısacası sekülerizm, fizik ötesi olasılıkları yok sayarak hakikatin büyük bir parçasını ıskalamakta ve kendi iddiasını bile rasyonel temelde haklılaştıramamaktadır.



Bilimi İdeolojiye Dönüştürmek: Bilimcilik Tuzağı



Seküler ideolojinin en ciddi sapmalarından biri, bilimi objektif bir bilgi aracı olmaktan çıkarıp adeta dogmatik bir inanç sistemine dönüştürmesidir. Bu yaklaşım literatürde “bilimcilik” (scientism) olarak bilinir. Bilimcilik, gerçek bilgiye ulaşmanın tek yolunun bilimsel yöntem olduğu iddiasını taşır ve bilim dışında kalan tüm bilgi iddialarını değersiz ilan eder. Bu anlayışa göre var olan her şey fiziksel maddeden ibarettir; insan zihni, ahlak, estetik gibi olgular bile eninde sonunda doğa bilimlerinin indirgemeci açıklamalarına tabi kılınmalıdır . Bilimcilik, “bilim tarafından kanıtlanamayan her şey safsatadır” diyerek dinî ve manevî hakikatleri, felsefeyi, hatta beşerî değerleri bile önemsiz görür .


Oysa bilimin sınırlarını aşan sorular mevcuttur: Bilim “insan neden var?” ya da “iyi ve kötü nedir?” sorularına yanıt veremez. Bilimsel bilgi, bize olanı (deskriptif gerçekleri) söyler ama olması gerekeni (değer yargılarını) veremez. Bilimciliğin tuzağı ise, bilimin bu doğal sınırını görmezden gelerek onu bir ideolojiye dönüştürmesidir. Bunun sonucunda bilimsel söylem mutlaklaşır, adeta laik bir din gibi dokunulmaz kabul edilir. Nitekim J.P. Moreland gibi düşünürler, çağımızda “bilimcilik” adıyla yeni bir ortodoksinin doğduğunu, bu ideolojinin entelektüel açıdan yanıltıcı olduğu kadar ahlak ve din için de tehlikeli sonuçlar doğurduğunu belirtir .


Bilimcilik, yalnızca fiziksel olguları gerçek saydığı için ahlak, değer ve anlam gibi en hayati kavramları temelsiz bırakır. Eğer evrende transcendent (aşkın) hiçbir gerçeklik yoksa, iyilik, vicdan, adalet gibi kavramlar da nihayetinde birer beşerî kurgudan ibaret olacaktır. Bilimcilik zihniyetinde nesnel ahlâkî hakikat veya evrensel değerler yoktur; geriye kalan tek etik ölçüt, işe yararlılık (faydacılık) veya sübjektif tercihlerin toplamıdır . İnsanın ruhunda aşkın olana yönelik her türlü ihtiyaç ve sezgi, bu ideoloji tarafından ya görmezden gelinir ya da psikolojiye indirgenip “yanılsama” sayılır. Sonuç olarak bilim, yanlış bir konuma yerleştirilip ideolojikleştirildiğinde, insani özümüzün büyük bir bölümünü – manevi duyarlılığı, anlam arayışını, ahlak hissini – boğar hale gelir.


Tarihsel olarak da bilimcilik yaklaşımının iflas ettiği görülmüştür. Yukarıda bahsedilen Mantıksal Pozitivizm, bilimi tek hakikat ölçütü yapma çabasının en uç örneğiydi ve kendi kriterlerini bile karşılayamadığı için felsefe tarihinde “öldü” denilecek ölçüde itibar kaybetti . Bugün bilim felsefecileri, insan bilgisinin matematik, felsefe, sanat, tarih gibi bilimsel olmayan kaynaklarını da teslim ederek, bilime tapınmanın entelektüel bir çıkmaz olduğunu kabul etmektedir. Kendi sınırlarını bilmeyen bir bilim anlayışı, nasıl ki bir çekiç eline geçince her şeyi çivi sanan kişiye benzerse, seküler zihniyetin bilimi putlaştırması da insanlığın ufkunu daraltan tehlikeli bir dogmadır.



Ahlâkî Zemin Yoksunluğu: Değer ve Anlam Krizi



Seküler dünya görüşü, ahlâkın kaynağını dünyevîleştirerek büyük bir boşluk yaratmıştır. Tanrı’yı ve ilahî buyrukları reddeden bir düzlemde, “iyi” ve “kötü” kavramlarını temellendirmek son derece zorlaşır. Elbette seküler toplumlar da ahlak kurallarına sahiptir; ancak bu kuralların nesnel ve bağlayıcı bir temeli yoktur. Çoğunluğun rızası, toplumsal sözleşme veya evrimsel içgüdüler gibi izahlar nihai tahlilde relatif (göreli) kalır. Neye göre ve kime göre? sorusu hep askıda durur. Bir insan, “neden başkalarına zarar vermemeliyim?” diye sorduğunda, seküler bir sistem “çünkü toplum böyle karar verdi” veya “çünkü aksi durumda cezalandırılırsın” gibi pragmatik cevaplar verebilir. Fakat bu cevaplar, ahlaki bir buyruk için gerekli olan aşkın otoriteyi sağlayamaz.


Rus yazar Dostoyevski’ye atfedilen ünlü bir deyiş tam da bu noktayı özetler: “Tanrı yoksa her şey mubahtır.” İlahî bir otoritenin yokluğunda, insanları zulüm ve kötülükten nihai olarak alıkoyacak hiçbir bağlayıcı ilke kalmayabilir. Slavoj Žižek bu sözün kültürümüzde yaygınlaşmasını değerlendirirken, muhafazakâr çevrelerin Allah’ın yokluğunu ahlakî bir felaketin başlangıcı olarak gördüğünü belirtir: Zira “aşkın bir sınır olmadığında, komşumuzu vahşice sömürüp yok etmemizi engelleyecek hiçbir şey kalmaz; geriye ancak kurtlar arasında yapılan ve her an bozulabilecek geçici paktlar kalır” . Nitekim 20. yüzyılda Tanrı’ya inancı yasaklayan totaliter rejimlerin (Sovyet Gulag’larından Kamboçya tarlalarına) insan hayatını değersiz bir metaya indirgediğini, milyonlarca cana mal olan zulümler gerçekleştirdiğini biliyoruz. Seküler ideologlar, dinin karanlık savaşlara yol açtığını iddia ededursun, 20. yüzyılın en kanlı sayfaları bizzat dinden arındırılmış ideolojiler tarafından yazılmıştır.


Seküler toplum düzeni, insan hakları gibi kavramları sürdürmeye çalışsa da bu değerleri kendi dünya görüşü içinde tutarlı bir temele oturtmakta zorlanır. Mesela insan hakları doktrini, her insanın eşit ve dokunulmaz bir değere sahip olduğunu söyler – bu anlayışın tarihsel kaynağı ise insanın Tanrı’nın imajında yaratıldığı fikriyle yakından ilişkilidir. Sekülerlik, bu kökleri kesip attığında geriye neden insanın “eşsiz ve kutsal” olduğu sorusuna doyurucu bir cevap veremez. Eğer insan evrimleşmiş rastgele bir türden ibaretse, “insan onuru” mutlak bir ilke olmaktan çıkar, sadece toplumsal bir konsensüs meselesine dönüşür. Böyle kaygan bir zeminde de ahlak, iki yüzlü bir karakter kazanır: Herkesin dilinde hak ve özgürlük vardır fakat bunların kesinliği, rüzgâra göre yön değiştiren popüler ideolojilere emanet edilmiştir.


Sekülerliğin açmazlarından biri de anlam krizidir. Modern dünyada maddi konfor ve bilgi erişimi tarihte görülmemiş seviyelere ulaştı; buna rağmen pek çok insan derin bir boşluk ve amaçsızlık duygusuyla boğuşuyor. Cambridge Üniversitesi basınından yayımlanan bir inceleme, “çağımızın bir nihilizm krizi yaşadığı, onca zenginlik ve konfora rağmen insanların ‘bir şeylerin eksik olduğu’ duygusundan kurtulamadığı” tespitini yapıyor . Bugünün genci, dünün gencine kıyasla daha uzun yaşama, daha iyi sağlık ve eğitim imkanına sahip ama yine de ciddi bir mana arayışı içinde. Peki neden? Bunun nedenlerinden biri, seküler dünya görüşünün insanı “ruhsuz” bir varlık düzeyine indirgemesi olabilir. İnsanı sadece tüketen, üreten ve nihayetinde ölüp giden bir organizma olarak görmek, ona hayatın nihai amacına dair hiçbir ışık tutmuyor. Harvard Üniversitesi’nin bir raporunda modern toplumda anlam eksikliğinin geniş kitleleri bunalıma sürüklediği, bu eksikliğin de büyük ölçüde dinî anlatıların çürümesiyle bağlantılı olduğu vurgulanmıştır . Gerçekten de “Tanrı’nın ölümü” sonrasında oluşan boşluk, insanlığı hakikatin ve anlamın çıpasından mahrum bıraktı denilebilir . Seküler ideoloji, insana “kendin uydurmak zorundasın” diyor ama nihilizm bataklığında çırpınan insana uzatacak bir dal sunamıyor.



İç Çelişkiler ve Hakikatten Kopuş



Modern seküler dünya görüşü, kendi içinde de birçok çelişki barındırır. Bir yandan evrensel insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi değerlere sarılırken, öte yandan bu değerlerin altını dolduracak metafizik zemini reddeder. Örneğin seküler hümanizm, insan aklını yücelterek rasyonaliteye mutlak güven telkin eder; fakat aynı zamanda insan aklının ortaya çıkışını tamamen determinist bir biyolojik sürecin ürünü sayar. Bu durumda soru şudur: Eğer zihnimiz sadece tesadüfî evrim ve fiziko-kimyasal etkileşimlerin bir çıktısı ise, onun “gerçeği bulma” kapasitesine nasıl koşulsuz güvenebiliriz? Birbiriyle çelişen iki inanışı birlikte taşır seküler zihin: Hem “tüm gerçekliğimiz maddeden ibaret” der, hem de “aklımız mutlak doğruyu bulabilir” iddiasını sürdürür. Oysa kendi düşünme yetisinin bile nihai tahlilde bir beyin kimyasının yan ürünü olduğunu düşünen birinin, doğruluk iddiası içeren herhangi bir savı (mesela “Bilimsel yöntem tek geçerli yöntemdir” savını) kesinlikle doğru kabul etmesi tutarlı mıdır? Bu paradoks, seküler dünya görüşünün temelinde yatan bir öz-yenilgi potansiyelidir.


Benzer bir iç tutarsızlık, ahlak ve değerler konusunda da ortaya çıkar. Seküler toplum, ahlaki değerlerin göreli olduğunu ima eder ama aynı anda herkesten bu değerlere saygı duymasını bekler. Örneğin “tüm inançlar eşittir, mutlak doğru yoktur” söylemi sıkça duyulur; fakat aynı söylemi dile getirenler, kendi “eşitlik” ve “özgürlük” prensiplerini adeta mutlak bir dogma gibi savunurlar. Burada gizli bir çifte standart söz konusudur: Bütün dinleri ve inançları bağlayıcı bir hakikat olmadığı ilan edilirken, tam da bu ilan (yani seküler hümanizmin prensipleri) bağlayıcı hakikat mertebesine yükseltilir. Seküler devletler “tarafsız” olduklarını iddia eder fakat pratikte kamusal alanda dine karşı taraf tutarlar; dini sembolleri, söylemleri kamudan dışlarken, kendi seküler ideolojilerini nötr bir zemin gibi sunarlar. Bu da aslında sekülerliğin tarafsız değil, bizzat ideolojik bir duruş olduğunu ortaya koyar. Kendi dogmalarını dayatmadan dinleri kamusal alandan kovamazdı; bu da sekülerizmin “dogma karşıtlığı” iddiasını boşa düşüren bir başka çelişkidir.


Sekülerliğin halktan kopukluğu meselesi de göz ardı edilmemelidir. Tarihsel olarak sekülerleşme çoğu zaman toplumsal talepten ziyade yukarıdan aşağıya zorlamalarla gerçekleşmiştir. Fransız Devrimi’nin radikal laiklik uygulamalarından, 20. yüzyılda çeşitli ülkelerdeki katı sekülerleştirme politikalarına kadar örnekler, sekülerliğin geniş kitlelerin inanç ve gelenekleriyle çatıştığını gösterir. Toplumların büyük bir kesimi hâlâ maneviyata, dine veya metafizik değerlere ihtiyaç duyarken; seküler elitler bunları “gericilik” etiketiyle yok saymaya çalışmıştır. Bunun sonucu ya toplumsal gerilim (örneğin kültür savaşları, kimlik çatışmaları) ya da ikiyüzlü bir iklim (resmiyette seküler olup, gayriresmî olarak maneviyata yönelme) şeklinde tezahür etmiştir. Bir anlamda sekülerizm, insanlığın çoğunluğu için yabancı bir yaşam görüşü dayatarak kendi iddia ettiği demokratiklik ve çoğulculuk prensipleriyle de çelişkiye düşer. Halkın büyük bölümü için anlam ve değer kaynağı olan dini bütünüyle dışlamaya çalışmak, insanın fıtratından ve hakikatten kopuk bir proje olarak kalmaya mahkûmdur.



Batı Modernizminin İflası: Aydınlanma Mitinin Çöküşü



Sekülerliğin altın çağı olarak lanse edilen Batı Aydınlanma çağı ve onu takip eden modernizm, vaat ettiği pek çok ideali gerçekleştiremediği gibi, insanlığı ağır bedellerle yüz yüze bıraktı. Aydınlanma filozofları aklın ve bilimin zaferiyle cehaletin, batıl inançların ve zulmün sona ereceğini öngörmüşlerdi. Ancak 20. yüzyılın tarihi, bu “aydınlanmacı” iyimserliğin trajik bir şekilde çöküşünü belgeledi. Frankfurt Okulu düşünürleri Max Horkheimer ve Theodor Adorno, meşhur Aydınlanmanın Diyalektiği eserlerinin girişinde şu çarpıcı cümleyi kurarlar: “Aydınlanma, en geniş anlamıyla düşüncenin ilerlemesi olarak, öteden beri insanları korkudan kurtarıp efendi konumuna yerleştirmeyi hedeflemişti. Gelgelelim, tamamen aydınlanmış yeryüzü felaketin zaferi altında parıldamaktadır” . Gerçekten de iki dünya savaşı, Nazizm ve Stalinizm gibi seküler ideolojilerin sebep olduğu totaliter rejimler, nükleer silahlanma ve soykırımlar, akıl ve ilerleme çağının insanlığa barış getireceği yönündeki miti paramparça etti. Aydınlanma’nın “İnsan aklı bizi özgürleştirecek” söylemi yerine, toplama kampları ve Hiroşima’nın mantar bulutu insanlığın hafızasına kazındı. Bu yaşananlar, sadece bir dizi rastlantısal talihsizlik değildi; birçok felsefecinin kanaatine göre 20. yüzyılın bu felaketleri, Batı’nın seküler Aydınlanma düşüncesinin içindeki kusurların bir sonucuydu . Başka bir deyişle, sebepler sonuçları doğurdu: İnsanı ve toplumu mekanik akıl kalıplarıyla “mühendislik” nesnesi haline getiren anlayış, bir yanda bireyi değersizleştirirken diğer yanda kitleleri ideolojik projelere feda etti.


Aydınlanma miti, sadece savaş alanlarında değil, toplumsal ve ruhsal düzlemde de çöktü. 18. ve 19. yüzyılın iyimser filozofları, dinin etkisini yitirip seküler eğitim ve refah yükseldikçe toplumların ahlaken ve aklen yükseleceğini sanıyorlardı. Bugün Batı toplumlarında dinin kamusal etkisi azalmış olabilir, fakat bunun yerini derin bir nihilizm, kimlik bunalımı ve sosyal çözülme aldı. Aile kurumu zayıflarken intihar ve yalnızlık vakaları artıyor; uyuşturucu ve alkol bağımlılığı gibi sorunlar en seküler ülkelerde bile yaygın. İnsan hakları ve özgürlük söyleminin doruk yaptığı bir çağda, insan onurunu zedeleyen yeni sömürü biçimleri, teknolojik bağımlılıklar, yaygın ahlaki görecilik hüküm sürüyor. Kısacası, seküler modernizm insana maddi konfor sunarken manevi tatmini sunamadı.


Batı modernizminin bir diğer yüzü de sömürgecilik ve ekolojik yıkımdır. Aydınlanma değerlerini taşıdığını iddia eden Batılı imparatorluklar, Afrika’dan Asya’ya geniş coğrafyaları sömürgeleştirip talan ettiler; bu süreçte bilim ve teknoloji, insan onurunu hiçe sayan projelere alet edildi. Yine modern seküler insanın sınırsız ilerleme hırsı, bugün gezegenimizi küresel bir çevre krizine sokmuş durumda. Bilimsel devrimle gelen sanayi toplumları, iklim değişikliği ve kitlesel çevre tahribatıyla tüm insanlığın geleceğini riske attı. Günümüzün çok tartışılan “Antroposen” çağı – yani insanın sebep olduğu ekolojik yıkım dönemi – aslında seküler medeniyetin kendini aşkın hiçbir değerle sınırlamadan doğayı yağmalamasının bir neticesidir . Görüldüğü gibi, Aydınlanma’nın ilerleme masalı artık inandırıcılığını yitirmiştir. Her ilerleyiş iddiasının ardında yeni bir uçurum belirmektedir.


Tüm bunlar, Batı merkezli seküler modernite projesinin ciddi bir muhasebeye muhtaç olduğunu gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında postmodern düşünürler, modern aklın eleştirisine giriştiler ve “Evrensel ilerleme” anlatısının bir mit olduğunu ifşa ettiler. Artık biliyoruz ki teknolojik ve bilimsel gelişme tek başına insanı “aydınlatmaya” yetmiyor. Hatta kimi zaman teknoloji, insanın karanlık yönlerini kitlesel ölçekte uygulamasına fırsat verdi. Ahlaki ve manevi değerlerden kopuk bir akılcılık, insanlığı kurtaramıyor; aksine felakete sürükleyebiliyor. Nitekim “Aydınlanma projesi nerede yanlış yaptı?” sorusu, felsefenin ana gündemlerinden biri haline geldi. Pek çok düşünür, Aydınlanma’nın insanın manevi boyutunu dışlamasının, onu anlamsızlık ve tiranlık yoluna soktuğunu dile getirmektedir . Gelinen noktada, “aydınlanmış dünya” imajının ardında büyük bir karanlık belirdiği anlaşılmıştır.



Kur’ânî Bakış: Sekülerizm Bâtıl Bir Din mi?



İslâmî perspektiften bakıldığında sekülerlik, tarafsız bir zihin durumu değil, alternatif bir “din” gibidir. “Din” derken burada kastedilen, kişinin hayatına yön veren en yüksek değer ve inanç sistemidir. Seküler ideoloji, Allah’ı ve vahyi dışlayarak, yerine beşer aklını, bilimi veya dünyevî ideolojileri ikame eder. Aslında bu, tarih boyunca insanların Allah’tan yüz çevirip başka “ilahlar” edinmesinin modern bir tezahürüdür. Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayet bu duruma ışık tutar: “Heva ve hevesini ilah edinen kişiyi gördün mü? Allah onu bir bilgi üzere saptırmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözüne de perde çekmiştir…” . Bu ilahî ikaz, kendi tutkularını ve dünyevî arzularını hayatının gayesi yapanların manevi basiretten mahrum kalacağını bildiriyor. Seküler zihniyet de aynen böyle, insan heveslerini ve dünyevî menfaatleri yücelterek onları kutsalın yerine koyar. “Akıl tanrıdır, bilim yanılmaz, ilerleme kaçınılmaz” gibi sloganlar, sekülerliğin bir nevi akaid maddelerine dönüşür. Fertler belki tapınaklara gitmez ama alışveriş merkezleri, stadyumlar veya ekranlar önünde yeni putlarını tatmin eder hale gelir. Para, statü, kariyer, hazcılık – tüm bunlar seküler toplumun fiilî ilahları gibidir.


Kur’anî bakış açısıyla değerlendirirsek, sekülerizm insanın fıtratındaki hakikat arayışını bastıran yapay bir dindir. Allah her insanı bir amaç ve anlam duygusuyla, “hakikat özlemi” ile yaratmıştır. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d Suresi, 28) ayeti, insan ruhunun ilahi anlamdan koparsa tatminsizlik içinde kalacağını haber verir. Seküler düzen ise topluma “anlam” olarak sadece dünya hayatını hedef gösterir: Daha çok üretmek, tüketmek, eğlenmek… Bu durum, insanın manevi cephesini kuraklaştırır. Sekülerizm, dinin yerini dolduramadığı halde din gibi davranan bir ideolojiye dönüşür. Örneğin, “ilerleme” kavramı seküler anlatıda âdeta cennetin dünyevî ikamesidir; “tarihî zorunluluk” veya “bilimsel hakikat” kavramları ise seküler dogmalar halini alır.


İşin ilginç yanı, bu tespiti sadece dindarlar yapmıyor; ateist ve seküler düşünürler de seküler ideolojinin bir tür din gibi işlediğini fark etmiş durumdalar. Ünlü İngiliz filozof John Gray, modern hümanist ideolojilerin “reddettikleri dinin seküler bir kopyası” olduğunu söyler. Gray’e göre seküler humanistler, “Tanrı’yı reddettiler ama yerine insanlığı Tanrı mevkiine yerleştirdiler”; böylece aslında kaçtıkları inancın dünyevî bir versiyonuna kapıldılar . Liberalizm, Marksizm gibi modern ideolojilerin her biri, insana dair bir kurtuluş anlatısı sunar ve bu yönüyle dinî bir misyon üstlenir. Hatta Gray, söz konusu seküler ideolojilerin çoğunu “bastırılmış din” olarak nitelendirir . Aynı şekilde bir başka analizde, “Modern Batı’nın dini, Liberal Seküler Hümanizmdir” ifadesi kullanılmıştır . Yani kiliseler boşalmış olabilir ama insanların zihinlerinde ve kalplerinde bu kez de seküler kutsallar, dokunulmaz sayılan ideolojiler hüküm sürmeye başlamıştır.


Sekülerliğin bir din haline gelmesi, onun da eleştiriden azade görülmesine yol açıyor. Nasıl ki bağnaz bir dindar kendi inancını sorgulatmazsa, seküler dogmatikler de kendi dünya görüşlerine gelecek en ufak meydan okumayı tahammülsüzlükle karşılayabiliyor. Nitekim seküler düzen içinde, vahyin sesine kamusal alanda yer vermek isteyenler çoğu zaman “irtica” yaftasıyla susturulur, hakikat arayışları itibarsızlaştırılır. Bu da Kur’an’ın bir başka uyarısını akla getiriyor: “Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf Suresi, 8). Seküler ideoloji, hakikatin nurunu söndüreceğini iddia ediyor ama her şeye rağmen insanın içindeki hakikat ateşi tümüyle sönmüyor. Çünkü beşer ruhu, anlam peşinde koşmak üzere yaratılmıştır; bunu bastırmaya çalışan her sistem, eninde sonunda insan doğasına yenik düşecektir. Bugün seküler toplumlarda yoga, meditasyon, New Age akımlar veya sahte kült liderliklerinin revaç bulması, aslında dinsiz bırakılmak istenen insanın gizlice kendine yeni sahte dinler icat etmesidir. İnsan kalbi boşluk kabul etmiyor; hakiki ilahı inkâr edince bu kez yanılgı ilahlarına kapılıyor.


Kur’an seküler zihniyetin bu akıbetini asırlar önce bildirmiştir. İlahi hitaba sırt dönenlerin durumu, “çölde serap gören susuz insana” benzetilir: “İnkar edenlerin amelleri dümdüz ovada seraba benzer; susamış kimse onu su sanır; fakat yanına varınca hiçbir şey olmadığını görür…” (Nur Suresi, 39). Seküler uygarlık da insanlara bir serap gösteriyor – teknolojiyle, bilimle mamur bir yeryüzü cenneti vaadi. Ancak insanlık o ufka vardığında, anlam ve hakikat namına elle tutulur bir su bulamıyor; aksine tatminsizlik ve krizlerle karşılaşıyor. Sekülerizm bâtıl bir dindir ve bâtıl bir din olarak da insanı gerçek kurtuluşa erdiremez. Kur’an tam da bu yüzden din-i hak ile din-i bâtıl ayrımını net çizer; Allah’a kulluğun dışında kalan her yol, insanı en sonunda hüsrana götürür.


Sonuç: Hakikate Dönüş Çağrısı



Allah Teâlâ, peygamberini hak din ile ve hakikatin apaçık delili olan Kur’an ile göndermiştir. Bu dinin gayesi, sadece bireysel hidayet değil; bâtıl olan tüm beşerî sistemlere, ideolojilere, sahte dinlere karşı hakikatin üstünlüğünü ilan etmektir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:


“O, Peygamberini, hidayetle ve hak dinle gönderendir ki onu bütün dinlere üstün kılsın. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih Suresi, 28)


Bu ayet, sekülerlik dahil tüm beşerî ideolojilerin ve bâtıl dinlerin üzerine, ilahi hakikatin galip geleceğini haber vermektedir. Sekülerizm de bu bağlamda modern bir bâtıl din olarak ele alındığında, Allah’ın nuruna karşı girişilen geçici bir meydan okumadan ibarettir. Ne var ki bu meydan okuma sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Hak din, geçmişte putperestliğe, cahiliyeye, bâtıl inançlara galip geldiği gibi; bugün de seküler ideolojilere karşı hakikatin ve adaletin bayraktarı olmaya devam edecektir.


Sekülerizm, kendini “aklın ve ilerlemenin yolu” diye sunsa da hem teoride hem pratikte büyük boşluklar ve çelişkiler barındıran bir dünya görüşüdür. Metafizik temelden mahrum olduğu için hakikatin bütününü kavrayamaz; bilimi putlaştırdığı için yöntemi ideolojiye dönüştürür; ahlaki zeminini yitirdiği için erdem ve maneviyat üretemez; insan fıtratına yabancılaştığı için anlam krizine çare olamaz. Üstelik Aydınlanma mitinin çöküşüyle birlikte, seküler modernizmin kendi elleriyle dünyayı karanlığa sürüklediği de acı biçimde ortaya çıkmıştır. Bu tablo karşısında artık yüzleşmemiz gereken gerçek şudur: Teknolojik gelişme ve sekülerleşme, insana beklediği manevi tatmini ve adil toplumu getirememiştir. Sekülerizmin iddia ettiği aydınlık, özünde yanıltıcı bir parıltıdır; insanlığı kurtaracak gerçek ışık, maddede değil manada gizlidir.


Çözüm, hakikate dönüş ve insanın yaratılıştan getirdiği manevi ihtiyaçları yeniden ciddiye alma yönünde olmalıdır. Bu, bilimi reddetmek değil; bilime hak ettiği yeri verip onu putlaştırmamaktır. Bu, aklı küçümsemek değil; aklı, vahyin kılavuzluğunda yetkin biçimde kullanmaktır. İnsanın ruhuna hitap eden aşkın değerleri (merhamet, adalet, tevazu, kulluk şuuru gibi) toplumsal ve bireysel hayatın merkezine koymadıkça, ne kadar modernleşsek de mutlu olamayacağımız açıktır. Modern dünyanın bunalımlarından çıkışı, seküler dogmaları terk edip yeniden metafizik gerçekliğe, Allah’ın nuruna yönelmekle mümkün olacaktır. Kur’an’ın ifadesiyle: “Hak geldi, batıl zail oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ Suresi, 81). Sekülerizmin bâtıl iddialarının çöktüğü bu çağda, hakikatin pınarına yönelmek, hem birey hem toplum için yeniden doğuşun anahtarıdır.


Kaynaklar:


  • Peter Smith, “Secularism – Structure of Thought”, Philosophical Investigations .
  • Recep Ardoğan, “Sekülarizm, İslâm ve İnsan Hakları”, Hukuk Dünyası .
  • The Good Report, “Scientism: When Secular Orthodoxy Strangles Progress” .
  • Jon Stewart, “The Crisis of Modern Nihilism and its Source”, Cambridge University Press Blog .
  • Slavoj Žižek, “If there is a God, then anything is permitted”, ABC Religion & Ethics .
  • Vahid Houston Ranjbar, “What is Enlightenment? (One Baha’i’s View)” .
  • John Gray’in görüşlerinin aktarımı, The Guardian .
  • Bob Soco, “Critique of Secular Humanism: 23 Theses” .
  • Kur’an-ı Kerim, Câsiye Suresi 45:23 .


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...