Algı, Renk ve Ruh: Sinir Sisteminden Tevhide Giden Bir Hakikat Yolculuğu
Giriş: Gördüğümüz Şey Gerçek mi?
İnsan, gözüyle görür, kulağıyla duyar, beyniyle işler… Fakat asıl soru şudur:
“Ben şu anda gerçekten neyi görüyorum?”
Bir ağacı gördüğümde, onun gerçek rengini mi algılıyorum; yoksa sadece sinir sistemimin bana sunduğu bir “yorum” mu?
Bu soru basit bir merak değil; hem bilimsel epistemolojiyi, hem felsefî metafiziği, hem de Kelâmî ruh inancını derinden ilgilendiren bir sorudur.
1. Bilimsel Temel: Renk Nedir, Gerçekte Var mıdır?
Fiziksel olarak, renk; elektromanyetik spektrumda belirli bir dalga boyudur. Örneğin:
Kırmızı: 620–750 nm
Yeşil: 520–560 nm
Ancak bizim gördüğümüz “kırmızılık” ya da “yeşillik”, bu dalga boylarının kendisi değil; beynimizin yorumudur.
Gözümüzdeki koni hücreleri ışığı yakalar, sinirler vasıtasıyla beyine gönderir ve beyin bir “algı” üretir.
Ama işte mesele burada başlar:
Bu algının aslıyla ilgisi var mıdır, yoksa sadece biyolojik bir illüzyon mudur?
2. Qualia Meselesi: Deneyimlerin İçsel Yüzü
Bu noktada felsefenin gündemine qualia girer. Qualia, bir tecrübenin nitel içeriğidir:
“Kırmızının nasıl göründüğü”
“Acının nasıl hissedildiği”
“Müziğin bizde nasıl bir his uyandırdığı”
Bu tür tecrübeler:
Ne sayılabilir,
Ne ölçülebilir,
Ne de paylaşılabilir.
Yani bir kimyager “limon asidiktir” diyebilir ama senin limon yerken aldığın ekşilik hissini açıklayamaz.
Bu nedenle:
Qualia, materyalist bilimin sınırlarını aşan bir fenomendir.
3. Sinir Sistemi = Televizyon? Hayır.
Beyin sinir sistemini bir televizyona benzetebiliriz:
Göz → Kamera
Sinirler → Kablo
Beyin → İşlemci
Ama bu sistemde ekran yoktur!
Yani görüntünün kendisi nerededir? Kim seyrediyor?
Modern bilim bunu açıklayamaz. Çünkü:
Sinyali taşır,
İşler,
Ama onu bir “görüntüye” veya “mana’ya” dönüştüren özneyi açıklayamaz.
Oysa biz:
Renkleri görüyoruz,
Acıyı hissediyoruz,
Düşüncelerimizi fark ediyoruz.
Demek ki:
Gören göz değil, işiten kulak değil, düşünen sinir değil.
Arka planda başka bir “ben” vardır: ruh.
4. Kelâmî Gerçek: Ruh ve Mana
Kelâm ilmi, bu noktada kesin bir hüküm verir:
Algılarımızın kaynağı maddî değil, ruhânîdir.
Kur’an şöyle der:
“Kalpleri vardır ama onunla anlamazlar; gözleri vardır ama onunla görmezler...”
(A'râf 179 – Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Bu ayet, duyuların taşıyıcı olduğunu ama idrak edicinin ruh olduğunu bildirir.
Ayrıca:
“Allah, her canlıya neyi yapmasını ilham etmiştir.”
(Şems 8 – Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Bu da ruhun irade ve anlam taşıyan bir cevher olduğunu ispat eder.
5. Aklî Sonuç: Fizik Yetersizdir
Şu aklî çıkarımı yapabiliriz:
Eğer gördüğüm her şey sadece “sinir sistemi faaliyetiyse”,
o hâlde televizyonda gördüğüm görüntüye “görüyorum” diyemem.
Ama ben:
Görüyorum,
Hissediyorum,
Düşünüyorum,
Fark ediyorum.
Bu, materyal sınırların ötesinde bir “ben”in varlığını gösterir.
O “ben” ruhtur.
6. Epistemolojik Tevhit: Gerçeklik ve Sınırlarımız
Senin sorduğun gibi:
“Yeşil dediğimiz şey gerçekten yeşil midir, yoksa sadece bizim yorumumuz mudur?”
Cevap şudur:
Fiziksel olarak bir “dalga boyu” vardır.
Ama gördüğümüz, bizim için yaratılmış bir tecellidir.
Allah, eşyayı bizim algı sistemimize göre yaratmıştır.
Bu, Kur’an’da şöyle ifade edilir:
“Renklerin ve dillerinizin farklılığı da O’nun ayetlerindendir.”
(Rum 22 – Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Demek ki renk, sadece fizik değil; bir işarettir, bir delildir.
Sonuç: Maddeyle Mana Arasında Bir Geçit
Modern bilim, sinir sistemine kadar gelir ama bilince dokunamaz.
Felsefe, qualia ile duvara toslarken;
Kelâm, ruhun varlığını açıkça ortaya koyar.
İnsan:
Gördüğünü gören,
Duyduğunu duyan,
Hissettiğini hisseden biri olduğuna göre,
Maddeden öte bir varlık taşır.
O varlık, Allah’tan gelen ve yine O’na dönecek olan ruhtur.
Vurucu Kapanış
Bu çağın materyalistleri, sinir sistemini inceliyor ama göreni göremiyor.
Rengi ölçüyor ama kırmızının mana yönünü açıklayamıyor.
Ama biz, hem akıl hem vahiy ile biliyoruz ki:
“O Allah’tır; işitendir, görendir.” (Şûrâ 11)
Bizdeki görme, işitme ve idrak; sadece O’nun tecellisidir.
Yorumlar
Yorum Gönder