Aydınlanma Öncesi Bilimsel Etkileşimler: Kopernik, Galileo, Newton ve İslam Âlimleri
Kopernik’in İslam Astronomlarından Yararlanmaları
Nicolaus Kopernik (Copernicus), güneş merkezli evren modelini Avrupa’da ilk kez sistemli biçimde ortaya koyarak bilim tarihinde çığır açmıştır. Ancak son yıllardaki araştırmalar, Kopernik’in geliştirdiği astronomi modelinin birkaç yüzyıl önce yaşamış Müslüman astronomların çalışmalarından önemli ölçüde etkilendiğini göstermektedir . Özellikle 13. yy’da Maraga Rasathanesi ekolünden Nasîrüddin el-Tûsî ve 14. yy’da Şam’lı astronom İbn el-Şâtır’ın ortaya attığı teknikler, Kopernik’in eserlerinde izlerini belli eder.
Tûsî Çifti ve Çift Episkl: Nasîrüddin el-Tûsî’nin astronomiye kazandırdığı en önemli yeniliklerden biri, “Tûsî Çifti” adı verilen geometrik mekanizmadır. Bu düzenek, yarıçapı farklı iki dairenin zıt yönlerde döndürülmesiyle doğrusal bir hareket oluşturur ve Ptolemaios’un gezegen modellerindeki equant (eşit açı noktası) problemini çözmeyi amaçlamıştır. Tûsî, Ay’ın hareketine dair modelinde bu yöntemi kullanarak, Ptolemaios’tan beri çözülemeyen bazı düzensizlikleri gidermiştir . Kopernik’in “De Revolutionibus Orbium Coelestium” eserinde 250 yıl sonra aynı teorem belirmiş, iki dairesel hareketin bileşimiyle doğrusal hareket elde etme fikri onun gezegen modellerine temel oluşturmuştur . Birçok bilim tarihçisi Kopernik’in bu fikri doğrudan Tûsî’nin eserlerinden edindiğini dile getirir; ancak bazıları Kopernik’in Tûsî çiftine benzer bir sonucu aslında Proclus’un Öklid şerhi gibi başka kaynaklardan keşfetmiş olabileceğini öne sürmüştür . Yine de Kopernik’in Tûsî’nin adıyla anılan mekanizmayı kullanmış olması, İslam astronomisinden bir etkileşim olduğuna işaret eder.
14. yüzyıldan kalma bir elyazmasından İbn el-Şâtır’ın Ay yörünge modelinin diyagramı. Bu modelde Ptolemaios’un “equant” noktası, merkezi Dünya olan bir büyük daire içine yerleştirilmiş iki küçük daire (çift episkl) ile giderilmiştir (kırmızı çizimler). Kopernik, yaklaşık bir asır sonra kendi heliosentrik sisteminde neredeyse aynı geometrik modeli –fakat Dünya yerine Güneş merkezli olacak şekilde– kullanmıştır .
İbn el-Şâtır’ın Modelleri: İbn el-Şâtır (1304–1375), Şam Emeviye Camii’nin muvakkiti (zaman hesaplayıcısı) olarak astronomiyle uğraşmış ve Ptolemaik gezegen modellerini büyük bir hassasiyetle revize etmiştir. Onun Nihâyetü’s-Sûl fî Tashîh el-Usûl adlı eserinde geliştirdiği geosentrik (Dünya merkezli) sistem, Ptolemaios’un eksantrik dairelerini ve equant kavramını ortadan kaldırarak yerine Urdi Lemması ve Tûsî’nin çift episkl düzeneklerini koymuştur . Sonuçta ortaya çıkan matematiksel model, gezegen hareketlerini Ptolemaios’a kıyasla çok daha doğru öngörüyordu. Önemlisi, bu model matematiksel açıdan Kopernik’in 16. yüzyılda önerdiği heliosentrik modele neredeyse birebir denk düşmektedir . Kopernik’in daha gençlik yıllarında kaleme aldığı Commentariolus’ta, Ptolemaios’un equant noktasını kaldırmak için çift episkl kullandığı görülür; bu, İbn el-Şâtır’ın bir asır önceki modeliyle doğrudan paraleldir . Hatta İbn el-Şâtır’ın Ay ve Merkür için tasarladığı yörünge şemaları, Kopernik’in De Revolutionibus’unda yer alan Ay ve Merkür modelleriyle birebir örtüşmektedir . Bu çarpıcı benzerlikler nedeniyle bazı bilim tarihçileri, Kopernik’in İbn el-Şâtır’ın fikirlerine dair bir kaynağa erişmiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir . Örneğin F. Sezgin ve G. Saliba gibi araştırmacılar, henüz bulunamamış bir Arapça veya belki tercüme eser üzerinden Kopernik’in bu Doğulu bilgileri edindiğini düşünmektedir . Nitekim yakın zamanda yapılan bir doktora çalışması, Kopernik’in çalışma ortamı olan Kraków ve İtalya’daki kütüphanelerde İbn el-Şâtır’ın eserine ait Arapça elyazmalarının bulunduğunu, bunların Latince çevirisi olmasa bile aracı âlimler veya öğrenciler vasıtasıyla Kopernik’e bazı fikirlerin sızmış olabileceğini ortaya koymuştur . Hatta İtalya’da Kopernik döneminde dolaşımda olan bir Bizans elyazmasında, İslam astronomlarının çift episklli Güneş modeline dair bir diyagram keşfedilmiştir; bu buluntu, Doğu’daki astronomi teorilerinin Batı Avrupa’ya aktarımına dair somut bir kanıt olarak değerlendirilmektedir .
Batılı Tarihçilerin Yorumları: Günümüz bilim tarihçileri, bu etkileşimlere dair güçlü akademik dayanaklar ortaya koymaktadır. Örneğin, fizikçi ve bilim tarihçisi Jim Al-Khalili, Kopernik’in birçok diyagram ve hesabının 14. yüzyıl astronomu İbn el-Şâtır’ın yazmalarından alındığını vurgulayarak bu gerçeğin okul kitaplarında genellikle yer almamasını eleştirmiştir . Al-Khalili, “Kopernik’in devrimci fikirlerinin bir kısmı, ondan yüzyıllar önce yaşamış İbn el-Şâtır’ın hesaplamalarından doğrudan doğruya alınmıştır” diyerek, İslam alimlerinin katkılarının bilim tarihine dahil edilmesi gerektiğini belirtir . Benzer şekilde, Noel Swerdlow ve Edward Kennedy gibi Batılı araştırmacılar da Kopernik-öncesi İslam astronomlarının (özellikle Maraga Okulu’nun) gezegen modellerinin Kopernik tarafından “bir adım öteye götürülmüş” şekliyle yeniden ortaya çıktığını ifade etmişlerdir . Bu değerlendirmeler, Kopernik’in başarısının tamamen özgün bir “Batılı buluş” olmadığını, aksine ciddi akademik araştırmalarla ortaya konduğu üzere İslam dünyasının astronomik birikimiyle bağları bulunduğunu göstermektedir.
Galileo’dan Önce: Birûnî ve İbn Heysem’in Katkıları
Galileo Galilei, modern bilimin ve özellikle gözlemsel astronominin öncülerinden kabul edilir. Teleskopla yaptığı keşifler ve düşen cisimlerin hareketine dair deneyleriyle tanınan Galileo, genelde “bilimsel yöntemin babası” olarak anılır. Ancak ondan yüzyıllar önce yaşamış bazı Müslüman âlimler, benzer gözlemsel ve teorik çalışmalara imza atmış ve Galileo’nun temsil ettiği bilimsel yaklaşımın temellerini atmışlardır.
İbn el-Heysem ve Deneysel Yöntem: 11. yüzyılda yaşamış olan İbn el-Heysem (Batı’da Alhazen), optik alanındaki çalışmalarıyla modern bilimsel yöntemin öncülerinden sayılır. Kitâb el-Menâzîr (Optik Kitabı) adlı eseri, ışığın doğasını anlamak için sistematik deneyler yapmış ve bilim tarihinde ilk kez deneysel ispatı bilgi üretiminin temeline koymuştur . İbn el-Heysem, görme olgusunu açıklamak için karanlık oda (kamera obscura) deneyleri yapmış, ışığın doğrusal yayılımını ve yansıma-yansıma yasalarını tam olarak formüle etmiştir . Onun metodolojisi, daha sonra Avrupa’da Roger Bacon, Robert Grosseteste, Witelo, Leonardo da Vinci gibi isimlerce benimsendi. Nitekim İbn el-Heysem’in Optik Kitabı’nın 12./13. yüzyılda Latinceye çevirisi, Orta Çağ Avrupası’nda yaygın biçimde okunmuş ve başta Galileo Galilei olmak üzere birçok Rönesans dönemi bilim insanını derinden etkilemiştir . Galileo’nun teleskopik gözlemleri ve deneyci yaklaşımı, esasen İbn el-Heysem ile başlayan deneysel fizik geleneğinin devamıdır. Batılı tarihçi H.J.J. Winter bu nedenle “Archimedes’ten sonra, İbn el-Heysem gelene dek gerçekten büyük bir fizikçi gelmedi. Deneysel ruh, Antik Çağ’ın en asil fizikçisinin ardından ancak Basralı Arap alim ile yeniden canlandı.” diyerek İbn el-Heysem’in fizik tarihindeki yerine dikkat çeker . Galileo’nun optik alanındaki çalışmaları da bu miras üzerine kuruludur: Newton’un bile “modern optiğin kurucusu” sayıldığı prizma deneylerinin bir benzerini, Alhazen asırlar önce karanlık oda düzenekleriyle gerçekleştirmişti .
Bîrûnî’nin Gözlemleri ve Dünya’nın Hareketi: Ebu Reyhan el-Bîrûnî (973–1050), geniş bir coğrafyada bilimsel ölçümler yapmış bir İslam alimidir ve Galileo’dan neredeyse 600 yıl önce yaşamasına rağmen deneysel ve matematiksel astronomi alanında çarpıcı katkılarda bulunmuştur. Bîrûnî, Hindistan’da yaptığı ölçümlerle Dünya’nın yarıçapını hesaplamış; bir dağın tepesinden ufuk açısını ölçmeye dayanan bu yöntemle Dünya’nın çevresini günümüz değerine çok yakın bir doğrulukla bulmuştur (yaklaşık %1 hata payıyla) . Yine Bîrûnî, gökcisimlerinin de Dünya gibi ağırlığa ve çekime sahip olabileceğini öne sürmüştür . Onun hesaplamaları, Ay ve gezegenlerin de fiziksel cisimler olduğunu ve boşlukta “aşağı doğru” çekilebileceklerini gösterir niteliktedir. Nitekim bir çalışmasında “Gök cisimlerinin de tıpkı Dünya gibi kütlesi ve ağırlığı vardır” diyerek evrensel çekim fikrine önceden işaret ettiği kaydedilmiştir . Bu, Newton’un genel çekim yasasından çok önce dile getirilmiş önemli bir teorik sezgidir.
Bîrûnî’nin bir diğer dikkate değer katkısı, Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönme ihtimalini tartışmasıdır. el-Kanûnü’l-Mes‘ûdî adlı astronomi eserinde Bîrûnî, dönemin geleneksel görüşü Dünya’nın sabit olduğu yönünde olsa da, Dünya’nın dönmesi halinde gökyüzünün günlük hareketlerinin daha basit açıklanabileceğini belirtmiştir . O, bu konuda tarafsız bir tutumla olasılığı değerlendirmiş; Dünya’nın dönüşü fikrinin matematiksel olarak tutarlı olduğunu ama o dönemde eldeki gözlemsel verilerin bunu kanıtlamaya yetmediğini ifade ederek nihai olarak geosentrik modeli benimsediğini yazmıştır . Yine de Bîrûnî’nin bu tartışmaları, Galileo’dan asırlar önce Dünya’nın hareketi meselesinin bilimsel bir merak konusu olduğunu gösterir. Hatta, Maraga Rasathanesi geleneğinde Kutbeddin Şîrâzî (13. yy) gibi bazı İslam astronomları, Aristarchus’tan sonraki eski kaynaklara da atıfla Dünya’nın hareketini olası bir senaryo olarak değerlendirmiş, ancak yeterli kanıt bulamadıkları için reddetmişlerdir . Bu bağlamda, Galileo’nun Kopernikçi fikirleri savunurken karşılaştığı kavramsal problemlerin İslam alimlerince önceden ele alınmış olduğu görülür.
Hareket Teorileri ve İvme: Galileo, mekanik alanında en çok cisimlerin düşmesi ve atış hareketi üzerindeki çalışmalarıyla tanınır. Onun bulguları arasında vakumda hafif ve ağır cisimlerin birlikte bırakıldığında aynı hızla düşeceği ve düşen cismin hızının geçen zamanla orantılı olarak arttığı (sabit ivme) yer alır. Bu fikirler, ortaçağ İslam dünyasında ortaya atılmış “meyl (impetus) teorisi” ile şaşırtıcı biçimde uyumludur. 11. yüzyılda İbn Sînâ (Avicenna), Aristoteles’in hareket anlayışını eleştirerek hareket ettirenin cisme bir “meyl” (eğilim/ivme) kazandırdığını ve bu etkinin, ortam olmasa dahi cismin hareketini bir süre devam ettirebileceğini savunmuştur . İbn Sînâ’ya göre, bir top fırlatıldığında havada kendi doğal hareketine zıt bir “meyl-i kazârî” taşır; bu içsel kuvvet, cisim hareket etmeye devam ettikçe zayıflar ama tamamen durana dek etkisini sürdürür . Bu görüş, eylemsizlik ilkesinin erken bir ifadesi olarak değerlendirilebilir ve Galileo’nun birinci hareket yasasının habercisidir. Nitekim bazı tarihçiler, Galileo’nun eylemsizlik prensibinin kökeninde İbn Sînâ ve İbn el-Heysem gibi isimlerin fikirlerinin dolaylı olarak Avrupa’ya aktarılmış olabileceğini belirtir .
İslam alimleri, sadece eylemsizlik konusunda değil, ivme ve kuvvet ilişkisi hususunda da önemli adımlar atmışlardı. 12. yüzyılda yaşayan Ebû’l-Berekât el-Bağdâdî, boşlukta serbest düşen cisimlerin sürekli hızlandığını gözlemleyerek bu olguyu açıklamaya çalışmıştır. O, Aristoteles’in “cismin hızı ağırlığıyla orantılıdır” iddiasını düzeltip düşen cismin hız artışının (ivmesinin) zamana bağlı olduğunu ve cismin ağırlığının bu ivmelenmeye katkı yaptığını ifade etmiştir . Bu, Galileo’nun Pisa Kulesi’nden cisimler atarak doğruladığı sabit ivme kavramının teorik temelini önceden atan bir görüştür. Gerçekten de Paris’teki skolastik bilim insanları (örneğin John Buridan ve Albert von Sachsen), Ebû’l-Berekât’ın fikirlerinden etkilenerek, “cisim düşerken hızı artar çünkü hareket ettikçe kazandığı meyl (impetus) birikir” şeklinde bir açıklamayı 14. yüzyılda geliştirmişlerdir . Buridan’ın “impetus” teorisi, Galileo’ya gelindiğinde eylemsizlik ve momentum kavramlarına dönüşecekti. Ayrıca Endülüs’lü filozof İbn Bâcce (Avempace), her kuvvete karşı bir reaksiyon kuvveti doğduğunu, cisimlerin hareketinde karşı dirençler olduğunu belirtmiştir. Bu fikir de daha sonra Newton’ın üçüncü yasası olarak bilinen etki-tepki prensibinin erken bir ifadesi sayılır .
Özetle, Galileo’nun “yeni” bulunduğu sanılan pek çok gözlem ve ilkede, İslam dünyasının yüzyıllar önce yaptığı çalışmaların izleri vardır. Batılı bilim tarihçileri de bu paralellikleri ortaya koymuşlardır. Örneğin, John Freely gibi yazarlar, Galileo’nun klasik olarak atfedilen “bilimsel devrim” unsurlarının (deneysel yöntem, eylemsizlik ilkesi vb.) 11. yüzyıl İslam alimlerince zaten kullanıldığını dile getirmiştir. İbn el-Heysem’in Latince çevirilerinin Galileo’nun optik çalışmaları üzerinde “büyük etki bıraktığı” ve Galileo’nun teleskop prensibini hayata geçirirken Alhazen’in ışık teorisinden faydalandığı sıklıkla vurgulanır . Sonuç olarak, Galileo’nun başarısının entelektüel zemini, tamamen yeni bir başlangıç olmayıp, İslam’ın Altın Çağı bilim insanlarının gözlemci ve eleştirel mirasına dayanmaktadır.
Newton’un Bilim Anlayışında İslam İlim Geleneğinin İzleri
Isaac Newton (1643–1727), hem teorik matematik (özellikle calculus) hem de deneysel doğa felsefesi alanlarında çığır açmış bir dehadır. Onun çalışmaları genellikle “kendinden önceki Avrupa devlerinin omuzlarında yükseldi” şeklinde anılsa da (Newton’un ünlü “If I have seen further it is by standing on the shoulders of giants” sözüne atfen), bu “devler” kavramına İslam medeniyetinin alimlerini de dahil etmek gerekir . Gerçekten de, Newton’un matematiksel keşifleri ve bilimsel yönteminin gelişiminde, yüzyıllar öncesinin Müslüman bilginlerinin katkıları dolaylı da olsa temel teşkil etmiştir.
Harezmi ve Cebir Geleneği: Newton’un kullandığı matematik dilinin temel taşlarından biri cebirdir. Cebirsel denklem çözme teknikleri, 9. yüzyılda Hârizmî (Al-Khwarizmi) tarafından ilk kez sistematik hale getirilmişti. Hârizmî’nin Kitâb el-Cebr ve’l-Mukâbele (832 civarı) adlı eseri, birinci ve ikinci derece denklemlerin cebirsel çözümlerini geometrik kanıtlarla birlikte sunan ilk derli toplu kitaptır . Bu eser 1145 yılında Robert of Chester tarafından Latinceye “Liber algebrae et almucabala” adıyla çevrilmiş ve Algoritmi adıyla Avrupa’da ün kazanmıştır . Sonraki birkaç asır boyunca, özellikle 13.–16. yüzyıllarda, Hârizmî’nin cebir kitabı Avrupa üniversitelerinde temel ders kitabı olarak okutulmuş, birçok baskı ve şerh görmüştür . Nitekim “algebra” terimi de Hârizmî’nin kitabındaki el-cebr kelimesinden türeyerek Batı dillerine girmiştir . Newton’ın gençlik döneminde öğrenim gördüğü Cambridge müfredatında, Hârizmî’den gelen cebir bilgisinin, İtalyan ve Fransız cebiristlerin çalışmalarıyla gelişmiş bir halde yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca ondalık sayılar sistemi ve “algoritma” kavramı da Hârizmî’nin Hint-Arap rakamları ve aritmetik üzerine yazdığı eserlerin Latinceye (Algoritmi de numero Indorum) çevrilmesiyle Avrupa’ya kazandırılmıştır . Bu sayede Newton, hesaplamalarını ve matematiksel modellemelerini eski Roma rakamları yerine ondalık sisteme dayalı kolay bir aritmetik ve cebir yardımıyla yapabilmiştir. Özetle, Newton’un matematiksel atılımlarının zemininde Harezmi ile başlayan cebir geleneği ve onun Avrupa’da yüzyıllar boyu süren etkisi bulunmaktadır.
İbn el-Heysem ve Optik Deneyler: Newton’un en önemli çalışmalarından biri, ışığın yapısını inceleyen Opticks (Optik) adlı kitabıdır. Beyaz ışığın prizmayla bileşen renklere ayrılması, yansıma ve kırılma yasalarının nicel olarak incelenmesi gibi konular Newton’un optikteki buluşları arasındadır. Ancak burada da tarihsel perspektif, İbn el-Heysem’in öncülüğünü gösterir. Alhazen, ışığın farklı ortamlarda kırılması, merceklerin büyütme gücü, yansıyan görüntülerin geometrisi gibi konularda sayısız deney yapmış ve fiziğe deneysel ispat kavramını yerleştirmişti . Onun renklerle ilgili gözlemleri arasında, örneğin atmosferde ışığın kırılması sonucu gökyüzünün mavi görünmesi veya gökkuşağının oluşumuna dair açıklamalar bulunur. İbn el-Heysem, bir prizma kullanarak ışığın dağılımını Newton kadar nicel incelememiş olsa da, ışığın bileşimi konusunda “ışığın gözden değil, cisimlerden geldiği ve farklı renklere ayrılabileceği” fikrine sahiptir. Newton’un “bir devi” olarak görülebilecek Alhazen’in etkisini bizzat Batılı kaynaklar da teslim eder: Jim Al-Khalili, The Guardian gazetesindeki bir makalesinde, “Newton modern optiğin tartışmasız babası olarak öğretilir. Ancak Newton, 700 yıl önce yaşamış bir devin, İbn el-Heysem’in omuzlarında yükseldi” diyerek Alhazen’in modern bilimdeki önceliğini vurgular . Gerçekten de, Newton’un prizma deneyinin neredeyse aynısını İbn el-Heysem karanlık oda düzeneğinde yapmış ve ışığın farklı renklere ayrılabildiğini, renklerin ışığın fiziksel bir özelliği olduğunu belirtmişti. Newton’un Opticks’te ortaya koyduğu pek çok ilke, Alhazen’in Kitab el-Menazirindeki bulguların nicel ve teorik olarak derinleştirilmesinden ibarettir denebilir. Bu açıdan, Newton’un yönteminin kökeninde İbn el-Heysem’in deneysel yaklaşımı bulunmaktadır.
Farabi ve Felsefi Arka Plan: Newton, sadece bir fizikçi ve matematikçi değil, aynı zamanda doğa felsefecisiydi. Principia Mathematica gibi eserlerinde, evreni anlamak için matematiğin yanı sıra metafizik tartışmalara da girer. Bu entelektüel yaklaşımın oluşumunda, İslam filozoflarının Latin dünyasına etkisi göz ardı edilemez. Farabi (Alpharabius, 870–950) özellikle Aristoteles felsefesinin sistematik bir yorumunu yapmış, mantık ve bilim metodolojisi üzerine eserler vermiştir. Farabi’nin eserleri 12. yüzyılda İspanya’da İbn Heysem (John of Seville) gibi çevirmenler tarafından Latinceye kazandırıldı . Latinceye “Alfarabius” adıyla geçen bu büyük filozof, Orta Çağ Avrupası’nda Aristoteles’ten sonra “İkinci Öğretmen” (Secundus Magister) olarak anılacak kadar saygınlık kazandı . Onun mantık ve bilim sınıflandırması hakkındaki görüşleri, Avrupalı skolastiklerin eğitim müfredatında yer bulmuştu. Farabi’nin özellikle İhsa’u’l-Ulum (İlimlerin Sayımı) adlı eseri, çeşitli ilim dallarının yöntemlerini tarif ederek, bilimsel bilginin bir bütün olarak kavranmasına katkı sağladı. Bu gelenek, Newton’un da yetiştiği akademik ortamın arka planında bulunur. Örneğin, Cambridge’de Newton’un okuduğu klasik metinler arasında Aristoteles’in yanı sıra İbn Sina ve Farabi şerhlerinin olduğu bilinmektedir. Farabi’nin mantık bilimindeki kesinlik anlayışı ile mistik düşünceyi harmanlama çabası, Newton’un hem matematiksel kesinliğe hem de teolojik derinliğe önem veren karakterinde yansımış olabilir. En azından, Farabi’nin yüzyıllarca Avrupa felsefesini etkilemiş bir otorite olduğu ve bu sayede bilimsel düşüncenin Akılcı temellerinin korunup geliştirilmesine hizmet ettiği akademik çevrelerde kabul görmektedir .
Gazâlî ve Nedensellik Tartışması: İslam düşünürü İmam Gazâlî (Algazel, 1058–1111), her ne kadar bir teolog olarak bilinse de, bilim felsefesi açısından önemli bir miras bırakmıştır. Gazâlî, Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eserinde Aristotelesçi filozofların bazı metafizik iddialarını sert biçimde eleştirmiş, özellikle zorunlu nedensellik anlayışını sorgulamıştır. Onun eleştirisine göre, doğadaki neden-sonuç ilişkileri Allah’ın iradesine tabidir ve insanlar bu ilişkileri ancak deneyleyerek bilebilir; akıl yürütme tek başına kesin bilgi vermez. Bu görüş ilk bakışta bilim karşıtı gibi yorumlansa da, aslında Gazâlî doğa yasalarının keşfinde dogmatik felsefeye güvenmek yerine gözleme dayalı bilgiyi daha sağlam bulmuştur . Nitekim Gazâlî açıkça “Doğadaki olgular demonstratif (deneysel) olarak ispatlandığında, dindar birinin bunları inkar etmesi dini zayıflatır” diyerek, bilimin ortaya koyduğu gerçeklerin inkâr edilmemesi gerektiğini söyler . Bu yaklaşım, sonraki dönem Avrupa düşüncesinde deneyciliğin (empirizmin) tohumlarını atmıştır. Gazâlî’nin eserleri 12. yüzyılda Algazel adıyla Latinceye çevrilmiş ve özellikle Makasid al-Falasifa (Filozofların Maksatları) adlı eseri, Avrupa üniversitelerinde felsefe öğrencilerince okunmuştur . İlginçtir ki, bu eser aslında filozofların görüşlerini özetlediği bir metindir ve Gazâlî’nin eleştirel yorumları diğer kitapta (Tehâfüt) yer alır; ancak Latince çeviride “Algazel” ismiyle tek kitap halinde dolaşıma girmiş ve birçok Avrupalı düşünür tarafından Aristotelesçi felsefenin bir özeti olarak değerlendirilmiştir. Bu sayede, Gazâlî’nin eleştirel yöntemi de dolaylı olarak Avrupa’ya aktarılmıştır. Michael Marmura gibi bilim tarihçileri, Gazâlî’nin yaklaşımının inanç ile aklı barıştırmaya çalıştığını, asla aklı veya bilimi bütünüyle reddetmediğini vurgular . Aksine Gazâlî, “doğa bilimleri kesin delillerle konuşur; eğer din ile çelişir görünürse, suç dinde aranır, bilimde değil” diyerek rasyonel bilginin değerini teslim etmiştir . Böyle bir zihin yapısının dolaylı mirası, Newton ve çağdaşlarının Tanrı’nın evreni matematiksel yasalarla yönettiği inancıyla örtüşür: Doğa yasalarını deney ve matematikle aramak, Gazâlî sonrası İslam düşüncesinde de, Newton’ın Protestan geleneğinde de makbul bir yol haline gelmiştir.
Bilim Tarihindeki Yeri: Newton’un teorik buluşları incelendiğinde, İslam alimlerinin buluşlarının daha ileri bir düzeye taşınmasından ibaret olan birçok unsur fark edilir. Örneğin Newton’ın birinci hareket yasası (eylemsizlik), İbn Sînâ’nın “meyl” kavramının evrensel ve net bir ifadesidir . Newton’un ikinci yasası (F = m·a, yani kuvvet = kütle × ivme) için gerekli kavramsal hazırlık, Ebû’l-Berekât ve onu izleyen Buridan gibi düşünürlerin ivme teorilerinde görülür . Newton’un üçüncü yasası (etki-tepki prensibi) ise İbn Bâcce’nin hareket ile ilgili yorumlarında ve hatta İbn Sînâ’nın cisimlerin direnç göstermesi fikrinde sezilmiştir . Batılı bilim tarihçileri, bu paralellikleri vurgulayarak modern bilimin kökenlerinin daha geniş bir coğrafi-kültürel zemine ait olduğunu belirtirler. Örneğin, Donald Campbell’e göre “Arap bilim mirasının Batı Avrupa’ya geçişinde Gerard de Cremona’nın çevirilerinden daha etkili bir kanal yoktur” . Bu söz, sadece tıp veya astronomi için değil, Newton gibi dahilerin beslendiği tüm bilimsel miras için geçerlidir. Newton’un “omuzlarında yükseldiği devler” listesine artık tarihçiler, Hârizmî, İbn Sînâ, İbn el-Heysem gibi isimleri de eklemektedir. Bu sayede Newton’un başarısının ardında yatan entelektüel birikimin sadece Yunan-Roma kaynaklı değil, aynı zamanda İslam dünyasının katkılarıyla zenginleşmiş bir sentez olduğu anlaşılmaktadır.
Bilginin Aktarım Yolları: Çeviriler ve Öğrenciler
Yukarıdaki örnekler, Müslüman âlimlerin eserlerinin Avrupa bilimsel birikimine ciddi etkiler yaptığını ortaya koymaktadır. Peki bu etkilenme hangi yollarla gerçekleşti? Tarihsel veriler, özellikle çeviri hareketleri ve uluslararası akademik etkileşimler yoluyla bu bilgi transferinin sağlandığını gösterir.
Endülüs ve Toledo Çeviri Hareketi: 12. yüzyılda İspanya’nın Hristiyan krallar tarafından geri alınması sonrasında, özellikle Toledo şehri, Doğu ile Batı ilminin buluştuğu bir merkez haline geldi. Toledo Başpiskoposu Raimundo’nun himayesinde birçok bilimsel eser Arapçadan Latinceye çevrildi. Gerard of Cremona, John of Seville (Yuhanna bin Musa), Dominicus Gundissalinus gibi çevirmenler, İslam dünyasının matematik, astronomi, tıp ve felsefe klasiklerini Latinceye aktardılar . Örneğin, Gerard de Cremona 87’den fazla Arapça eser tercüme etti; bunlar arasında Ptolemaios’un Almagest’i, Öklid’in Elemanları, Hârizmî’nin Cebir Kitabı, İbn Sînâ’nın tıp ve felsefe ansiklopedileri, İbn Rüşd (Averroes) ve Farabi’nin felsefi eserleri bulunuyordu . Tarihçi C. H. Haskins, 12. yy’da gerçekleşen bu çeviri faaliyetleri için “Arap bilim mirasının Batı Avrupa’ya geçişinde, Gerard of Cremona’nın yaptığı çeviriler kadar etkili başka bir kanal olmadı” demektedir . Gerçekten de, çeviriler sayesinde Batı üniversitelerinin ders kitapları değişmiş, Aristoteles’in eserleri bile ilk kez Arapça yorumlarıyla beraber okunabilmiştir . Toledo Çeviri Okulu’nda İbn Sînâ (Avicenna) tıpta Canon ile, felsefede Metafizik Şerhleri ile; Farabi mantık ve siyaset felsefesi eserleriyle; Gazâlî (Algazel) ise eleştirel felsefe metinleriyle Latinceye kazandırılmış ve Avrupalı bilginlerin istifadesine sunulmuştur .
İtalya ve Diğer Merkezler: İslam bilim mirasının aktarımı sadece İspanya ile sınırlı kalmadı. 13. yüzyılda Sicilya ve Güney İtalya’da da çeviri etkinlikleri görüldü. Napoli ve Salerno gibi merkezlerde, Constantinus Africanus gibi çevirmenler tıp eserlerini Arapçadan Latinceye çevirdi. Ayrıca İtalya’ya eğitim için giden Avrupalı öğrenciler, Endülüs ve Kuzey Afrika’da Müslüman hocalardan ders alıp geri döndüler. Örneğin Michael Scot adlı bilgin, Toledo’da öğrenim görüp Aristoteles ve İbn Rüşd’ün eserlerini Latinceye çevirdikten sonra 1220’lerde İtalya’ya giderek bu bilgileri yaydı . Frederick II gibi aydın hükümdarlar, saraylarında Müslüman ve Yahudi bilginleri barındırdılar; bu sayede kültürlerarası tercümeler desteklendi.
Öğrenciler ve Yazışmalar: Doğrudan temaslar da önemliydi. 12.-13. yüzyıllarda* Avrupalı bilim meraklıları, İslam diyarlarına seyahat ederek oradaki kütüphanelerden kitaplar edindiler. İtalyan matematikçi Fibonacci (Leonardo Pisano), Kuzey Afrika’da Müslüman hocalardan matematik öğrenmiş ve Hindu-Arap rakamlarını Avrupa’ya tanıtmıştır. Yine Crusader (Haçlı) devletleri döneminde Kudüs ve Antakya gibi yerlerde Doğulu ve Batılı bilim insanları arasında sınırlı da olsa bilgi alışverişi olmuş, ancak esas etkileşim Endülüs üzerinden gerçekleşmiştir.
Kütüphane ve Elyazmaları: Bazı durumlarda, önemli elyazmaları diplomatik armağan veya ganimet olarak Batı’ya geçti. Örneğin, İbn el-Heysem’in Optik kitabının bir nüshası 13. yy’da İngiltere’deki Oxford kütüphanesine ulaşmış ve Roger Bacon bu esere dayanarak optik dersleri vermiştir. İbn el-Şâtır’ın astronomi tablolarından oluşan bir elyazmasının İtalya’da (muhtemelen Vatikan arşivlerinde) bulunduğu ve Kopernik’in eğitim aldığı Kraków Üniversitesine de benzer Arapça eserlerin vakfedildiği bilinmektedir . Bu gibi materyaller, meraklı bilginler tarafından incelenip kısmen tercüme edilmiş veya yorumlanmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme: Bütün bu aktarımlar sayesinde, İslam’ın Altın Çağında üretilen bilimsel bilgiler Avrupa entelektüel hayatına mal olmuştur. Bu etki, basit bir “eski bilgilerin muhafazası” olmanın ötesinde, yeni bilimsel gelişmelerin tetikleyicisi olmuştur. Biruni’nin ve Tûsî’nin astronomide getirdiği çözümler Kopernik’e ilham kaynağı olurken; İbn Sînâ ve İbn Rüşd’ün felsefi ufku, Descartes ve Newton gibi isimlerin düşünce tarzını biçimlendirmiştir. Batılı bilim tarihçileri artık bilimsel devrimin öyküsünü yazarken, İslam alimlerinin katkılarını ciddi akademik referanslarla anmaktadır. Örneğin, Prof. George Saliba, “Islamic Science and the Making of the European Renaissance” adlı eserinde, Avrupa Rönesansı’nın köklerinde İslam bilim mirasının yattığını ayrıntılarıyla ortaya koymuştur . Bu tür çalışmalar, uzun süre göz ardı edilmiş olan bu entelektüel etkileşimin sağlam akademik dayanaklarla kanıtlandığını göstermektedir.
Sonuç olarak, Kopernik, Galileo ve Newton gibi dâhilerin ortaya koyduğu devrimsel buluşlar, boşlukta birden bire parlayan dehalar değil; kendilerinden önce yaşamış olan Farabi, İbn Sînâ, Birûnî, İbn Heysem, Hârizmî, Gazâlî gibi bilginlerin yaktığı meşalenin devralınmasıyla mümkün olmuştur. Bu durum, bilimsel ilerlemenin insanlığın ortak mirası olduğunu ve farklı uygarlıkların birbirine bilgi aktarmasıyla ivme kazandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Kaynaklar:
- Al-Khalili, J. “It’s time to herald the Arabic science that prefigured Darwin and Newton.” The Guardian
- Al-Mansouri, S. (2025). The Latest on the heliocentric theory as explained by Ibn al-Shatir and Copernicus: a comparative analytical study. (PhD Thesis, University of Sharjah) – Özet bilgi
- Ibn al-Shatir – Wikipedia
- Nasir al-Din al-Tusi – MacTutor History of Mathematics
- Ibn al-Haytham – Wikipedia
- History of Gravitational Theory – Wikipedia
- Toledo School of Translators – Wikipedia
- The Muslim Vibe – “The Little-Known Muslim Influence on Sir Isaac Newton’s Scientific Breakthrough”
- Skeptics Stack Exchange – “Did al-Ghazali lead to decline of science in Islam?” (Michael Marmura alıntısı)
Yorumlar
Yorum Gönder