Vahşetin Değil Fıtratın Çağrısı
Vahşetin Çağrısına Direnen Kalp: İnsan Kalırsa Kurt Olmaz
I. Vahşetin Gerçekten Ne Çağırdığı: Jack London’ın Derin Çelişkisi
Jack London’ın Vahşetin Çağrısı romanı sadece bir köpeğin doğaya dönüş hikâyesi değildir. Bu eser, modern insanın içindeki bastırılmış içgüdülerle, uygarlığın sahte kalıpları arasındaki gerilimi işler. Yazar, medeniyetin sahte, doğanın ise gerçek olduğunu söyler gibidir.
Ama burada bir çelişki vardır:
Jack London bir sosyalistti ama bireyci Darwinci bir roman yazdı.
Romanın kahramanı Buck, uygarlık içindeki konforundan kopar, vahşi doğaya salınır ve içindeki “ataların çağrısı”nı dinleyerek bir kurda dönüşür. Bu anlatı şunu ima eder:
Gerçek benliğimiz medeniyetin değil, doğanın eseridir.
İçimizdeki hayvana dönmeliyiz.
Hayatta kalmak için en güçlü olmalıyız.
Bu fikirler, görünüşte özgürlükçü ve doğalcı gibi görünse de aslında kapitalist bireycilikle aynı çizgide buluşur.
“Güçlü olan hayatta kalır.” – Darwin
“Dişini göster, yırt ve yaşa.” – London’ın Buck’ı
İşte çelişki şurada: Jack London eşitliği savunan bir sosyalisttir, fakat bu romanında vahşetle kurtuluşu eşitlemiştir.Yani eşitlik adına çıktığı yolda, aslında doğal seçilimin ve bencilliğin kutsanmasına kapı açmıştır.
II. Doğaya Dönüş mü, Fıtrata Dönüş mü?
Jack London’ın hayalini kurduğu “doğaya dönüş”, aslında insanın içgüdülerine dönmesidir. Bu çağrı, daha derinlemesine bakıldığında nefsin çağrısıdır, çünkü merkezinde vahşi yaşama arzusu vardır. Oysa insan sadece maddi bir varlık değildir; o aynı zamanda fıtratıyla yaratılmış bir kuldur. Kur’an’ın çağrısı işte bu yaratılış kodlarına dönüş çağrısıdır.
“Yüzünü Hanif olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında bir değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.”
(Rûm, 30)
Bu ayetteki “Hanif” ifadesi, eğilmemiş, bozulmamış ve tevhid üzere sabit kalan anlamına gelir. Kur’an’ın çağrısı; içgüdülerin karmaşasında değil, fıtratın sadeliğinde huzur bulmaktır.
London, Buck’ın gözünden doğayı kurtuluş gibi sunar. Ama orada sevgi yoktur, şefkat yoktur, merhamet yoktur. Orada sadece güç, itaat ve ölüm vardır. Bu bir özgürlük değil, daha farklı bir tutsaklıktır: Nefsin zincirine vurulmak.
Fıtrat ise insanın içindeki ahlak tohumudur, secdeye meyildir, güzele yönelme istidadıdır. Her doğan çocuk bu tertemiz yapıyla doğar. Hadiste buyurulduğu gibi:
“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Kader 3)
Yani insanın içindeki hakikat sesi, vahşi bir hayvandan gelen çığlık değil, rahmetten gelen bir fısıltıdır. London’ın romanında iç ses “dişini geçir” der; Kur’an’da iç ses, “kendini arındır” der:
“Nefsini arındıran kesin kurtuluşa ermiştir. Onu kirletip örten ise ziyana uğramıştır.”
(Şems, 9–10)
İşte bu yüzden “doğaya dönüş” sloganı ile “fıtrata dönüş” çağrısı asla aynı değildir:
Doğaya dönüşte merhamet yok, fıtratta ise Rahmân’ın izleri var.
Doğaya dönüşte güç belirleyicidir, fıtratta ise hak üstün olandır.
Doğaya dönüş kurda dönüşür, fıtrata dönüş kula dönüşür.
Bu nedenle bizim çağrımız yaşamak için yırtmaya değil, dirilmek için secdeye çağrıdır. Çünkü biz biliyoruz ki:
“Hevâsını ilah edinen ve Allah’ın, bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü?”
(Câsiye, 23)
London’ın Buck’ı içindeki kurdu uyandırdı.
Kur’an’ın muhatabı ise içindeki fıtrat nurunu.
Biz o yüzden vahşetin değil, fıtratın çağrısını dinliyoruz. Çünkü:
Vahşet hayatta bırakır, fıtrat ebedî diriltir.
III. Kurtluğun Modern Yansımaları: Şehirde Uluyan İnsan
Jack London’ın Buck’ı dağda kurda döndü. Ama bugün Buck olmak için dağa çıkmaya gerek yok. Zira modern şehir hayatı, insanları zaten birer uluyan kurt hâline getiriyor. Ofislerde, plazalarda, pazarlarda ve ekranlarda her gün bir av mücadelesi yaşanıyor. Güçlü olanın hayatta kaldığı, zayıf olanın yutulduğu bir düzen: Kapitalizmin şehirleştirilmiş vahşeti.
Bu düzende insanlara hayatta kalmak için daha vahşi, daha rekabetçi, daha duygusuz olmaları öğütleniyor. Kapitalizm, insana sadece üretim aracı değil, aynı zamanda rakiplerini eleyip öne geçmesi gereken bir yırtıcı gibi davranmasını öğretiyor. Yani London’ın romanında kurda dönüşen Buck, bugün şirket toplantılarında, reklam panolarında, yatırım raporlarında yaşamaya devam ediyor. Adına “özgür piyasa” denilen bu vahşi sistem, aslında en acımasız olanın ödüllendirildiği bir gladyatör arenasıdır.
Modern birey, sabah metrolarında boğuşuyor, gün boyu rakipleriyle yarışıyor, akşam sosyal medyada diğer kurtlarla rekabet ediyor. Herkes hayatta kalma mücadelesi içinde. Gülümsüyor ama diş gösteriyor. Yardım ediyor gibi ama aslında zayıfları eleyip en üst basamağa tırmanmaya çalışıyor. Kurtluktan insanlığa bir geçiş yok, tam tersine: insanlıktan kurtluğa geçiş var.
Jack London’ın “vahşet”i romantik bir doğa anlatısıydı; modern insanın yaşadığı vahşet ise gömlek, kravat ve parfümle kamufle edilmiş bir hayvanlık.
“İnsanlar var; iki ayaklı kurtlar gibi…”
Kur’an bu ruh halini şöyle betimler:
“Kalpleri vardır ama onunla anlamazlar. Gözleri vardır ama onunla görmezler. Kulakları vardır ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.”
(A’râf, 179)
Modern insan, London’ın Buck’ı gibi dağa gitmeden vahşileşti. Ama dağda kurt olmak belki bir kaderdi; şehirde kurt olmak ise bir tercih. Ve bu tercih insanı sadece başkalarına değil, kendine bile yabancılaştırıyor.
Kapitalizm, insanı kardeşini severek değil, kardeşini geçerek “başarılı” yapar. Oysa Kur’an, “başarılı olan”ı, nefsini arındıran, merhametle yaklaşan, Allah’tan korkan olarak tanımlar.
“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne sizi hayat verecek şeye çağırdığında icabet edin.”
(Enfâl, 24)
Bu sistemde ayakta kalan, aslında gerçekten yaşayan değil; sadece hayatta bırakılan kişidir. Oysa Kur’an bize yaşamayıdeğil, dirilmeyi emreder.
Bugün şehirde uluyan insanlara, dağdan değil Rahmân’dan gelen bir ses çağırıyor:
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.”
(Ra’d, 28)
Ulumak, yaşamak değildir. Koşmak, tırmalamak, diş göstermek de hayat değildir. Gerçek hayat, kalbin secdesinde, fıtratın huzurunda başlar.
IV. Diriltici Alternatif: Kalbin Ekonomisi ve Fıtrata Dayalı Yaşam
Vahşet düzenine karşı çıkmak yeterli değildir; insanlığa diriltici bir alternatif de sunmak gerekir. Kur’an ve sünnet, sadece bireysel ibadet değil, aynı zamanda toplumsal huzurun ve ekonomik adaletin de kaynağıdır.
Bu çağda kurtluğa karşı kulluğu, rekabete karşı kardeşliği, sömürüye karşı infakı koymamız gerekir. İslam toplumunun inşa ilkeleri arasında şu temel esaslar vardır:
İnsanı meta değil, emanet görmek
Malı yığmak için değil, infak için kullanmak
Rekabeti değil, takvayı üstün tutmak
Tüketimi değil, kanaati yüceltmek
“Birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin.”
(Bakara, 188)
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın.”
(Haşr, 18)
Kur’an, yalnızca bireysel bir kurtuluş reçetesi sunmaz; aynı zamanda fıtrata dayalı bir toplum modeli önerir. Bu modelde, insanlık birbirine diş geçiren kurtlar değil, birbirine merhametle bakan kardeşler hâline gelir.
Modern ekonomi, arz-talep eğrileriyle değil; kalbin eğrileriyle, vicdanın terazisiyle, ahireti hatırlayan bir ruhladüzenlenmelidir. Çünkü fıtrat; Allah’a kul olan insanı, kula kulluktan, paraya secdeden, rakibe karşı kin tutmaktan korur.
Kapitalizm, insanı güç ile tanımlar. Fıtrat ise insanı takva ile tanımlar. Ve sonunda kurtlar değil, takva sahipleri kazanır.
“Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.”
(Hucurât, 13)
V. Fıtratın Coğrafyası: Nerede Dirilir Kalp?
İnsan sadece ruh değil, aynı zamanda mekânda yaşayan bir varlıktır. Kalbin dirilişi de bazen mekâna, zamana ve topluluğa bağlıdır. Kur’an’da nice kıssalarda diriliş bir coğrafyada, bir ortamda başlamıştır. Çünkü insan bulunduğu yere benzer.
Ashab-ı Kehf, şehirde imanlarını koruyamayınca mağaraya çekildiler. Hz. Musa, Firavun sarayında büyüdü ama vahiyyle buluşmak için Tur Dağı’na gitti. Peygamber Efendimiz (sav) ise Mekke’de inzivaya çekilip Hira’da ilk vahyi aldı. Çünkü bazen kalbin secdeye varması için kalabalıktan uzaklaşması gerekir.
“O gün ne mal fayda verir ne de oğullar. Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler hariç.”
(Şuarâ, 88–89)
Modern şehirler, kalbi besleyen mekânlar değildir. Gürültü, hız, karmaşa, reklamlar, yapay ışıklar, suni ilişkiler… Kalp için bir çöl değil; adeta bir fırtınadır. Oysa fıtratın çağrısı huzura, sadeliğe ve derinliğe çağırır.
Bir ağaç gölgesi, bir kuş sesi, bir Kur’an halkası, bir gece secdesi, bir dağ yamacı, bir mescid köşesi… Bazen bir kalp, ancak o mekânda dirilir.
“Kendilerine gelen öğütle titreyen, Rablerinden korkarak namaz kılanlar…”
(Secde, 15)
Zamanın ve mekânın kıymetini bilenler için fıtratın dirilişi her yerde olabilir. Ama en çok da tenha anlarda, Allah ile baş başa kalınan vakitlerde olur. Gece secdesinde, sabah seherinde, tefekkür dolu yalnızlıkta...
“Şüphesiz gece kalkışı, hem daha etkileyici hem de söze daha uygundur.”
(Müzzemmil, 6)
Fıtratın coğrafyası haritalarda gösterilmez. Ama onun izleri sadelikte, sükûnda ve secdede bulunur. Ve asıl mesele, o coğrafyayı dışarıda değil, içeride inşa etmektir.
“Allah bir kulu sevince, Cebrail’e ‘Ben falancayı seviyorum, sen de sev’ der...” (Buhârî, Bed'ü’l-Halk 6)
Çünkü kalp ancak sevgiyle dirilir. Allah sevgisiyle dolu bir kalp, hangi mekânda olursa olsun vahşetin çağrısına karşı direnir, fıtratın çağrısına yürür.
Son Söz: Vahşetin Çağrısı Susturulabilir
Jack London’ın romanı bir kurt ulumasıyla biter. Ama bizim hikâyemiz bir secdeyle sona erer.
Çünkü biz biliyoruz ki:
Diş göstermektense dua etmeyi,
Ulumaktan ziyade tesbih etmeyi,
Rekabettense rahmeti,
Vahşettense vicdanı seçen bir kalp hâlâ mümkündür.
Ve bu çağrıyı duyan herkes için bir yol vardır: Fıtratın çağrısını dinlemek.
“Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: ‘Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi cehennem azabından koru!’”
(Âl-i İmrân, 191)
Haydi, artık cevap ver: Vahşetin çağrısı mı seni bekliyor? Yoksa fıtratın sana fısıldadığı hakikat mi?
Yorumlar
Yorum Gönder