"Fıtrat=İslam"ın Çağrısı
1. Bölüm:Unutulmuş Bir Ses: Fıtratın Sessiz Bağırışı
Yazan: Abdullah Kuloğlu
VAHŞETİN ÇAĞRISI DEĞİL BU, FITRATIN ÇAĞRISIDIR
Bugün kulaklarımızı delen her ses, bizi hakikate değil, heva ve hevese çağırıyor.
Şöhretin çığlığı, nefretin haykırışı, arzuların gürültüsü dört bir yanda.
Her biri, insanı fıtratından koparıp bir başka şekle sokmak istiyor.
Ama bu satırlar başka bir çağrıyı dile getiriyor:
Bu çağrı vahşetin değil,
Bu çağrı nefsin değil,
Bu çağrı fitnenin değil...
Bu çağrı, unuttuğun ama içinde hâlâ diri olan bir sese ait: Fıtratın çağrısı.
Yani Allah’ın sana nefes üflediği andaki saf yönelişin sesi.
Yani secdeye doğuştan meyilli olan kalbinin sesi.
Yani bozulmuş çağın ortasında seni aslına, Rabbine, hakikate çağıran o kadim ses.
Önsöz: Fıtrat = İslâm
“Bugün insan, yönünü kaybetmiş bir yolcu gibidir. Kalbi daralmış, ruhu bulanmış, zihni yorgun... Arayış içindedir ama ne aradığını bilmeden yürür. Oysa aradığı şey, aslında onda yaratılışla beraber kodlanmıştır. Bu kodun adı fıtrattır.
Ve bu fıtrat, Allah’ın dini olan İslâm’dır.”
“30. Artık yüzünü çevirerek nezih bir müvahhit olarak dine” Allah’ın yaradışına tut ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaradışı için değişiklik yoktur. İşte müstakîm olan din o’dur. Velâkin insanların çokları bilmezler.”
(Rûm, 30)
Ömer Nasuhi Bilmen bu ayeti şöyle açıklar:
(Artık) Ey sorumlu insan!. Ey imân sahibi!. sen o müşrikleri bırak, sen (yüzünü) bütün varlığını, gâye ve iradeni (çevirerek) temiz ve müslüman olarak (dine, Allah’ın yaratışına tut) bir fıtri din olan İslâm dinine tamamiyle yönelt, ona sarıl, ona daima yöneltmiş bulun (ki, insanları onun üzerine yaratmıştır) bütün insanları tevhid dinine müsait bir kabiliyette vücuda getirmiştir. Her insan, İslâm fıtratı üzere dünyaya getirilmektedir, sonra bazıları kendi nefsinin arzusuna uyarak bu temiz yaratılışına aykırı hareketlerde, kanaatlerde bulunur (Allah’ın yaratışı için değişiklik yoktur) yâni: Onu insanların değiştirmeğe selahiyetleri olamaz, yaratılış gâyesine ve kendisine yönelinmesi gereken ilâhi dine aykırı hareketleri câiz görülemez. Özellikle o fıtrattan maksat, Allah’ın dinî olduğuna göre o yüce dinî kimsenin değiştirmeğe selâhiyeti yoktur, ona olduğu gibi bağlanılması gereklidir. (İşte müstakim olan din o’dur) O tevhid dirinden ibaret olan İslâm dinidir (velâkin insanların çokları bilmezler.) O Allah’ın dininin kıymetini, yüceliğini, gerekliliğini takdir edemiyerek nefislerinin arzularına uyarlar, bâtıl dinlere tâbi olur dururlar.
Hanif: Batıldan hakka yönelen, İslâm dinine bağlanan, tevhid inancında sabit kalan kişidir.
Fıtrat: Tıynet, hilkat, yaradılış yani insanın ilk yaratılış hali demektir.
Sonuç: Fıtrat = İslâm Dini’dir.
Kur’an’ın “fıtrata yönel” çağrısı, aslında “İslâm’a dön” çağrısıdır. İnsan, özüne dönmedikçe huzura kavuşamaz. Modern çağın gürültüsü, insanı kendi özünden, yani fıtratından uzaklaştırmakta; ama o fıtrat, hâlâ derinlerde Allah’a dönmeyi beklemektedir.
Bugün insan, yönünü kaybetmiş bir yolcu gibidir. Kalbi daralmış, ruhu bulanmış, zihni yorgun... Arayış içindedir ama ne aradığını bilmeden yürür. Oysa aradığı şey, aslında onda yaratılışla beraber kodlanmıştır. Bu kodun adı fıtrattır.
Ve bu fıtrat, Allah’ın dini olan İslam’dır.
Bu açıklama bize şunu net biçimde gösterir:
İslam, insan doğasına aykırı değil; bilakis insan doğasının bizzat kendisidir.
Tevhid, insanın ruhuna üflenmiş bir hakikattir. İnsanın özüyle uyumlu olan din, ancak fıtrî olan dindir. Ve bu fıtrî din, Allah’ın birliğine teslim olan İslam’dır.
"Hanîf" kelimesi bu noktada kilit bir anahtardır. Çünkü:
Hanîf = Batıldan hakka yönelen,
Hanîf = Tevhid inancında sabit duran,
Hanîf = Fıtratına yabancılaşmayan insandır.
Jack London’ın “Vahşetin Çağrısı”nda anlattığı hayvanî dönüş, fıtrattan uzaklaşmış bir çağrıdır.
Kur’an’ın "Fıtratın Çağrısı" ise insanı yeniden kendisine, yani Rabbine döndürür.
Çünkü fıtrat bozulmaz, sadece örtülür.
Ve her secde, bu örtüyü kaldırmanın bir başka adımıdır.
Giriş: Hatırlamanın Acıtıcı Güzelliği
Bazı şeyleri hatırlamak, can yakar. Ama bazısı da ruhu iyileştirir. Unuttuğunu sandığın bir sesi yeniden duymak gibi... İnsan bazen bir ezanla, bazen bir koku, bir fotoğraf ya da bir gözyaşıyla silkelenir. Aslını hatırlar.
Bu hatırla(ya)madığımız şeyin adıdır: fıtrat.
Allah'ın her insanı yüreğine yazdığı bir hakikat... İnsana secdeyi tanıtan, edebi sevdiren, zulmü tiksindiren, iyiliği güzel bulduran içsel ayar...
Ama bugün, bu ayar bozulmuş gibi. Çünkü insan, yaratılış sebebini unutur hale geldi. Gönlünün kıblesini kaybetti. Sanki yürekler pusulasız kaldı.
Ve bu kitap, bu kaybolmuş pusulanın izini sürmek için yazıldı. Fıtratın çığlığına kulak vermek için. Kalbi, sahibine geri döndürmek için...
I. Bölüm: Fıtrata Gömülü Hakikatler
Kur’ân, insanın yaratılışına dair en çarpıcı çığlığı şöyle dile getirir:
"Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah'ın insanı üzerine yaratmış olduğu fıtrata çevir. Allahın yaratmasında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat çoğu insanlar bilmezler."
(Rûm, 30)
Bu ayet, dinin insanın doğayla, yaratılışla, iç dünyasıyla uyum içinde olduğunu bildiriyor. İslam, fıtratın dini... Yani yaratılışa en uygun olan, onunla en uyumlu hakikat.
Fıtrat, insanın ilk hali, fabrika ayarı, bozulmamış benliğidir. Allah, kalbe hakikati tanıma kabiliyetiyle birlikte hayatı bahşetti. Vicdan, fıtratın sesi; akıl, fıtratın yolu; vahiy ise fıtratın tercümanıdır.
Ve bu üçü birlikte çalışmazsa, insan kendine yabancılaşır. Kendi kalbine bile yabancı olur. Fıtrat, hayatta kalır; ama susturulur. Bastırılır. Terk edilir.
II. Bölüm: Fıtratın Üzerine Örülen Katmanlar
İnsan özünde temizdir. Günahsız doğar. Fakat zamanla ailesi, çevresi, kültürü, medyası, eğitimi ona başka bir “ben” giydirir. Bu giydirilen kimlik, fıtratın değil; toplumun biçtiği bir elbisedir. Ve o elbise ne kadar süslü görünse de, içinde insan boğulur.
Resûlullah (s.a.v.) buyurur:
"Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu yahudi, hristiyan veya mecusi yapar."
(Müslim, Kader 22)
Demek ki problem doğuşta değil, dönüştedir. Bozulma, dış etkilerle gelir. Çocuk secde etmeye meyillidir; çünkü içindeki pusula kıbleyi gösterir. Ama o pusulayı kıran bir çevre varsa, artık o çocuk ne yöne gideceğini şaşırır.
İşte bugün biz o şaşırmışlık çağında yaşıyoruz. İnsanlar özünü arıyor ama ne aradığını bilmiyor. Kalabalıklar içinde kendini bulamıyor. Konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz. Çünkü kelimeler değişti, kalpler dondu.
Fıtrat çağırıyor. Ama o sesi bastıran binlerce reklam, propaganda, fikir var. Modernlik, fıtrata açılmış bir savaş gibi: Kadınla erkeğin yerini değiştiriyor, hayayı küçümsüyor, iffeti çağdışı ilan ediyor, şefkati zayıflık sanıyor.
Fıtratın üzerine perde çekiliyor. Ve insan nefes alamıyor.
III. Bölüm: Fıtratın Dirilişi – Sessiz Tanıklık
Fıtrat ölmez. Ama uyur. Ve bazen bir musibet, bazen bir kayıp, bazen bir sessizlik onu uyandırır. Tıpkı Hz. İbrahim’in (a.s.) yıldızlara, aya, güneşe bakıp da:
"Ben batıp gidenleri sevmem." (En'âm, 76)
demesi gibi... O da fıtratına dönüyordu. Karanlık içinde gerçeği arıyor, Rabbini hissediyordu. Çünkü kalbi boş değildi. Susmamıştı. Bastırılmamıştı.
Bugün insanın yeniden Allah’ı bulması için, önce kendi kalbini bulması gerekir. İçindeki sesi yeniden duyması gerekir.
Fıtratın dirilişi, bir secdeyle başlar. O secde sadece yere kapanmak değil; benliği kırmak, teslim olmak, yaratıcıya dönmektir. Ve insan, secdede aslına kavuşur.
IV. Bölüm: Yaralı Fıtrat – Modernliğin Kuruttuğu Ruh
Modern dünya ruhu önce yordu, sonra kuruttu. Kalpler teknolojinin parıltısında karardı. Sessizlik kayboldu, tefekkür bozuldu. İnsan artık kendi içinden kaçar hale geldi.
Bir insanın en büyük yalnızlığı, kendi ruhuna yabancılaşmasıdır. En derin yarası, Allah’a uzak düştüğünü fark etmemesidir. Çünkü kalp, Rabbini anmadığında taşlaşır. Tıpkı toprağın su almadığında çatlaması gibi...
Kur’ân der ki:
"Allah’ı anmaktan kalpleri katılaşanlara yazıklar olsun."
(Zümer, 22)
Modernliğin sunduğu konfor, iç huzura dönüşmedi. Sosyal medya mutluluğu artırmadı, yalnızlığı çoğalttı. Kalpler görünürde bağlantıda, gerçekte kopuk. Kalabalıklar içinde kimse kimseye dokunmuyor. Herkes bir şeylere sahip ama içinden hiçbir şeye ait değil.
Çünkü fıtrat susuyor. Ve fıtrat sustuğunda insan sadece robotlaşmaz; ruhsuzlaşır.
V. Bölüm: Sabiteye İsyan – Evrimci Zihnin Fıtrata Savaşı
Kur’ân der ki:
"Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur."
(Rûm, 30)
Bu ayet, hem insan fıtratının hem de Allah’ın koyduğu hakikatlerin sabitliğini vurgular. İyilik hep iyidir. Zulüm her devirde çirkindir. Secde, fıtratın ihtiyacıdır.
Fakat modern evrimci düşünce bunu inkâr eder. Onlara göre: Her şey değişir. Ahlak da, inanç da, insanın özü de... Hakikat diye bir sabite yoktur, hepsi evrimle ortaya çıkmıştır.
Bu, yalnızca biyolojik bir iddia değil; metafizik bir savaş ilanıdır. Yani:
İnsanı hayvanla eşitler,
Ruhun varlığını inkâr eder,
Hakikati izafîleştirir,
Allah’ın kudret ve hikmetini göz ardı eder.
Ama Kur’an ne diyor?
"Onların kalpleri vardır ama onunla anlamazlar; gözleri vardır ama onunla görmezler; kulakları vardır ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar."
(A’râf, 179)
Kelam âlimleri bu yüzden “fıtrat aklın zemini, vahiy ise onun kemalidir” der. Ve şöyle bir ilkeye dayanırlar: “Eğer her şey değişkense, hakikat yoktur. Ama hakikat yoksa, bu söz de hakikat olamaz.”
Demek ki evrimcinin en temel cümlesi bile kendi kendini iptal eder.
Fıtrat bir özdür. Değişmez. Sadece kirlenebilir. Ama tövbe ile temizlenir. Çünkü:
"Allah, tövbe edenleri sever."
(Bakara, 222)
Ve tövbe, fıtratın yeniden sesini duyduğu andır.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 2. Bölüm
Zanla Kurulmuş Kâinat: Kurgunun Hakikate Karşı Direnişi
Modern akıl, gözlemi tanrılaştırdı. Materyali ölçü, sayıyı gerçeklik, deney verisini hakikat saydı. Ama bu akıl unuttuğu bir şeyi hesaba katmadı: Gönül.
İnsan sadece gören değil; hisseden, koklayan, sezgileriyle kavrayan bir varlıktır. Kalbinin acısını mikroskop göstermez. Gözyaşını formüle dökemezsin. Merhameti deney tüpüne koyamazsın. Ama bunlar insandır.
Ve işte bugün insanı insandan koparan o modern akıl, bir kurguyla hakikati bastırıyor: Evrim.
Zanla kurulmuş bir evren tasavvuru...
"Onlar, zanna uyuyorlar. Zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez."
(Necm, 28)
Bu evrende Allah’a yer yok. Çünkü Allah’ı gözlemleyemiyorlar. Ama milyarlarca yıl öncesini gözlemedikleri haldeonun hakkında destan yazıyorlar. Ne garip değil mi?
Kur’an ne diyordu:
“Biz onları ne yaratılışlarına şahit tuttuk, ne de kendilerini yaratırken yanlarında bulunduk.”
(Kehf, 51)
Yani sen ne âlemin yaratılışına şahit oldun, ne kendi yaratılışına. Peki o zaman neye dayanarak hükmediyorsun?
🔹 Zanla mı?
🔹 Varsayımla mı?
🔹 Hikayeyle mi?
🔹 Yoksa nefis ve kibirle mi?
İşte hakikate karşı kurgunun direnişi budur. İnsan, kendi icadı olan yalanı, Allah’ın indirdiği hakikatin üstüne örtmek ister. Ama ne yaparsa yapsın, hakikat parlar.
Zanla Değil, Fıtratla Gör
İnsanı hakikate götüren şey, laboratuvar değil kalptir. Gözlemlenemeyen şey yok sayılırsa; sevgi, acı, fedakârlık da yoktur. Çünkü bunlar ölçülmez, tartılmaz. Ama vardır. Çünkü insan fıtratıyla tanır bunları.
İşte Allah da kendisini önce fıtrata tanıtır. Sonra kelâmıyla, sonra kevnî ayetleriyle...
“Hak geldi, bâtıl yok olup gitti. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur.”
(İsrâ, 81)
Her çağda bâtıl yeni elbiseler giydi: Putperestlik, materyalizm, evrimcilik, sekülerizm… Ama hepsinin ortak noktası şu oldu:
"Hakikat sabit değildir" dediler.
"Doğru görelidir" dediler.
"Allah gözükmüyor, o hâlde yok" dediler.
Oysa Kur’an tam tersini haykırdı:
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.”
(Ankebût, 57)
Bu, fıtratın doğruladığı bir vaattir. Ve bu vaadi fısıldayan kalbe kulak ver. Çünkü o kalp konuşmuyor artık. Susmuş bir kalbin tek ilacı da budur:
Zikir. Tefekkür. Secde. Tövbe.
O zaman sen de görmeye başlarsın. Gözle değil, kalple.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 3. Bölüm
Taşlaşan Kalpler: Unutmanın En Büyük Bedeli
Her insan bir gün unutur. Adını, yaşını, sevdiklerini, geçmişini… Hatta bazen dua etmeyi, secde etmeyi, affetmeyi bile... Ama insanın başına gelebilecek en büyük musibet, Rabbini unutmasıdır.
Çünkü insan Rabbini unutursa, kendini de unutur:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın.”
(Haşr, 19)
Bu ayet, sadece unutmayı değil, unutmanın cezasını da gösteriyor: Kendine yabancılaşma.
Kendini unutan bir insan, neye değer verir? Neye yönelir? Kime kul olur? Kalbi nereye bağlanır?
İşte tam da burada taşlaşma başlar. Kalbin hayattan kopuşu, kalbin merhameti reddedişi, kalbin secdeyle bağını kesişi…
Kalp Neden Taşlaşır?
Kur’ân bu soruya net cevap verir:
“Bundan sonra kalpleriniz katılaştı. Artık onlar taş gibi, hatta daha da katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi vardır ki içinden ırmaklar fışkırır…”
(Bakara, 74)
Demek ki kalbin katılaşması, sıradan bir ruh hâli değildir. Bu, ilahî rahmetin dokunamadığı bir içe kapanmadır. Ve bir kalp katılaştı mı, artık ne söz işler, ne dua…
Bu katılık öyle bir hale gelir ki insan; zalimi zalim diye anmaz, masumu mazlum diye tanımaz. Hakkı hak, bâtılı bâtıl göremez olur. Kalbin körleşmesi, gözün körleşmesine yol açar.
“Onların kalpleri vardır, fakat onunla anlamazlar; gözleri vardır, fakat onunla görmezler; kulakları vardır, fakat onunla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar...”
(A’râf, 179)
Taşlaşan kalp şunları yapar:
Hakkı duymaz,
Güzelliği hissetmez,
Merhameti umursamaz,
İnsanı yük sayar,
Allah’ı anmak istemez.
Çünkü taş, içinde hayat taşımaz. Kalbin taşa dönmesi, ruhun ölüm ilanıdır.
Hatırlamak Diriltir
Unutmak öldürüyorsa, hatırlamak diriltir. Hatırlamanın adı zikirdir. Allah’ı anmak, unutuşu kırmak, kalbi uyandırmaktır.
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
(Ra’d, 28)
Tıpkı kuruyan toprağın yağmurla canlanması gibi... Tıpkı karanlıkta yürüyen birinin sabah ışığına kavuşması gibi...
Hatırlayan kalp tekrar ağlar. Hatırlayan kalp secdeye kapanır. Hatırlayan kalp affeder. Hatırlayan kalp, yeniden fıtratıyla buluşur.
Ve o zaman olur ki taş gibi olan kalpten de ırmaklar fışkırır.
“Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, hattâ daha da sert... Ama taşlar vardır ki onlardan nehirler kaynar. Ve yine vardır ki çatlar, içinden su fışkırır. Ve kimi de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır...”
(Bakara, 74)
Kalbin taşı çatlatması için tek bir şey yeterlidir: İlâhî hitaba kulak vermek. İşte bu yüzden Kur’an hem bir kitap hem bir kalp sesidir. Çünkü kelimelerle değil, ayetlerle kalbe iner.
İşte bu yüzden, bu kitap bir çağrı kitabıdır. Bir uyanış çağrısı. Çünkü insan sadece yürümeyi, konuşmayı, gülmeyi unutmaz. En çok da secde etmeyi unutur.
Ama hatırlarsa, yeniden dirilir. Ve dirilen kalbin tek bir yönü olur: Allah’a doğru atılan adım.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 4. Bölüm
Karanlıkta Görmek: Kalp Gözüyle Hakikate Bakmak
Zifiri karanlıkta yürüyen birini düşün. Gözleri vardır ama göremez. Her adımında tökezler, her adımında korku… Çünkü ışık yoktur. Ama ya kalbinde bir parıltı varsa? İşte o zaman, o karanlıkta bile yolunu bulur.
Modern çağ, maddi gözlere hükmetti. Görüneni ölçtü, görünmeyeni inkâr etti. Kalbi susturdu, sezgiyi boğdu, vicdanı bastırdı. Gözün gördüğü kadarına “gerçek” dedi. Ama insan yalnız gözle görmez; insan kalbiyle de görür.
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, düşünecek kalpleri veya işitecek kulakları olsun! Gerçekte gözler kör olmaz, ama göğüslerdeki kalpler kör olur.”
(Hac, 46)
Kur’an bu ayetle gerçeği haykırıyor: Kalbin körlüğü, gözün körlüğünden daha yıkıcıdır. Çünkü göz görmediğinde düşersin. Ama kalp görmediğinde kaybolursun.
Göz Hakikati Göremezse, Kalp Onu Anlatır
İnsanı hayvandan ayıran şey sadece akıl değildir. Kalptir. Çünkü kalp, hakikate tanıklık eden ilk organdır.
“Hayır! Doğrusu onların kazandıkları, kalplerini paslandırmıştır.”
(Mutaffifîn, 14)
İşte paslanan kalp, ışığı yansıtmaz. Hakkı göremez. Her şey karanlık gibi gelir. Ama Allah dilerse, o paslı kalp bile parlar. Yeter ki, kul secdeye eğilsin.
Secde… İşte o zaman göz kapanır, kalp açılır. Baş yerle buluşur ama ruh gökle bağ kurar.
“Nur üstüne nur! Allah dilediğini kendi nuruna yöneltir.”
(Nur, 35)
Bu ayet, kalp gözüyle görmenin tarifidir. İnsan karanlıkta yürürken önüne serilen değil, içinde yanan nurla yolunu bulur.
Kalbin Gözü Açıldığında Ne Görür?
Ölümün hakikatini görür,
Amellerin hesabını fark eder,
Rızkın kaynağını anlar,
Gönlündeki boşluğun sebebini çözer,
Nefsin oyunlarını teşhis eder,
Allah’ın kudretini her şeyde temaşa eder.
Ve bu gözle bakıldığında dağ, sadece taş değildir;
Gökyüzü sadece gaz değildir;
Rüzgâr sadece fizik değildir;
Yıldız sadece ışıltı değildir.
Hepsi Allah’ın ayetidir. Hepsi secde eder, hepsi zikreder.
“Göklerde ve yerde bulunanlar, isteyerek ya da istemeyerek Allah’a secde ederler. Gölgelikleri de sabah akşam secde eder.”
(Ra’d, 15)
Kalp gözü açıldığında, artık hiçbir şey “sıradan” değildir. Bir yaprak bile Allah’ı hatırlatır. Çünkü artık bakan göz değil, kalptir.
Ve bu kalp, karanlıkta değil; hidayetin nuruyla yürümeye başlar:
“Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan nura çıkarır.”
(Bakara, 257)
Göz Kabuğu Görür, Kalp Özü
Göz, gördüğüyle yetinir. Kalp ise görünenin ötesine geçer. Göz hakikatin kabuğunu görür; kalp ise özünü. Bu yüzden Kur’an’da kalbe bu kadar çok vurgu yapılır. Çünkü Allah’a giden yol gönülden geçer.
Hz. İbrahim’in yıldızlara, aya ve güneşe bakışı gibi… Gördü ama inanmadı. Çünkü sadece gözle değil, kalple seçti.Rabbini ararken göğe değil, gönlüne baktı. Gözünü gökten çekip kalbini yöneltti. İşte o zaman dedi ki:
“Ben, batıp gidenleri sevmem.”
(En’âm, 76)
O yıldızlar, o güneş, o ay… Hepsi birer kabuktu. Gerçek olan ise özdü. Ve öz sadece kalple seçilir. Kalp gözü açık olmayan, ebedîyi göremez. İşte bu yüzden bu çağrının adı fıtratın çağrısıdır.
Çünkü fıtrat sadece işitmez, görür de. Ve bu görme, karanlıkta nurla yürümektir.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 5. Bölüm
Hayra Dönmenin Yolu: Fıtrata Dönüş, Kalbin Secdesi
İnsan, yaratılışı gereği hayra meyyaldir. Çünkü fıtratı hayra ayarlıdır. Ama bu meyil, her zaman işlemeye devam etmez. Zamanla körelir, paslanır, unutur, kirlenir, bulanır… Tıpkı suyun içine düşen bir çöp gibi, berraklık yitirilir.
Ama suyu kirleten şey, su değildir. Fıtratı bozan şey de fıtratın kendisi değildir. Kirlenme dışarıdan gelir. Ve dıştan gelen her kir, Allah’ın izniyle temizlenebilir.
“Allah, kötülüğü emretmez.”
(A’râf, 28)
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”
(Tîn, 4–5)
Kur’an bu iki ayetle net konuşur: Fıtrat iyidir, ama korunmazsa aşağıların aşağısına düşebilir. Yani insan, bir secde ile meleklerden üstün olur; secdesini kaybedince hayvandan aşağıya düşer.
Peki, Nasıl Dönülür?
İlk adım yönü çevirmektir. Yani iç yüzü dünyaya değil, Allah’a döndürmektir. Kur’an bunu “inkârdan sonra iman”, “zulümden sonra tevbe”, “nefsteki hevadan sonra ilham” olarak anlatır.
Ama bütün bunların özü şudur: Kalbi eski hâline, yani secde hâline döndürmek.
“Onlar secdeye çağrıldıkları zaman secde etmezlerdi.”
(İnşikak, 21)
Secde etmeyen bir kalp, zamanla katılaşır. Katılaşan kalp, hayra kapanır. Hayra kapanan kalp, artık kendi sesini bile duymaz olur. İşte fıtrata dönüş, secdeyle olur. Çünkü secde, insanın özüyle buluşmasıdır.
Ama bu secde sadece alın yere değmek değildir. Asıl secde, kalbin secdesidir. Kalbin arzularının, ihtiraslarının, hırslarının, kibirlerinin Allah karşısında yere kapanmasıdır. Kalp secde ettiğinde göz yaşarır, akıl berraklaşır, nefis diz çöker.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine O’nun ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.”
(Enfâl, 2)
Tevbe: Temizliğin İlk Kapısı
Fıtrata dönüş tevbesiz olmaz. Çünkü tevbe, kalbin kapısını aralayan ilk anahtardır. Günahlarla kirlenen kalbi yıkayan yegâne sudur. Fıtratın çağrısı aslında şunu fısıldar:
“Kirlenmiş olabilirsin, ama özün hâlâ tertemiz.”
“Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
(Zümer, 53)
Bu ayet, sadece bir müjde değil, aynı zamanda bir davettir. Kula haykırır: Geri dön! Unutma, fıtrat hâlâ orada. Ve Allah, döneni daha çok sever:
“Şüphesiz Allah, çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.”
(Bakara, 222)
Zikir: Ruhun Yıkanması
Tevbe kalbi temizler, zikir ise parlatır. Kalp Allah’ı andıkça parlamaya başlar. Tıpkı paslı bir aynanın tekrar görüntü yansıtır hâle gelmesi gibi. Ve o zaman olur ki insan, sadece başıyla değil kalbiyle secde eder.
“Allah’ı anmak, en büyük ibadettir.”
(Ankebût, 45)
Zikir, bir fısıltı değil bir dönüşüm aracıdır. Kalbi eski hâline, çocuk saflığına, ilk secdeye geri getirir. Fıtratın üzerine yeniden yazı yazılır. Bu yazı, artık Allah’ın adıdır.
Kalp ne kadar zikrederse, o kadar dirilir. Kalp ne kadar secde ederse, o kadar arınır. Zikir bir bakıma kalbin namazıdır; her anını ibadet hâline getirir.
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
(Ra’d, 28)
Fıtratına Dön: Çünkü Orası Evindir
Her yolcu, sonunda evine dönmek ister. Kalp de evini arar. Ve onun evi fıtrattır. Fıtrata dönüş, sadece bir ruhsal rahatlama değil, ilâhî bir kurtuluş yoludur.
“O halde sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez.”
(Rûm, 30)
Bu ayetle Kur’an mühür vurur: Fıtrat değişmez. Değişen biziz. Ama dönüş mümkündür. Ve fıtrat bizi hâlâ çağırıyor. Yeter ki kulak ver.
Dönmek istiyorsan, önce kalbini secdeye götür. Orası, gerçek başlangıçtır.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 6. Bölüm
Kalbi Bozan Şeytanlar: Nefsin Fısıltılarına Karşı Fıtratın Sesi
İnsan bir meydan savaşının ortasında doğar. Kalbinin bir köşesinde melekler, diğer köşesinde şeytanlar fısıldar. Biri çağırır: “Secde et!” Diğeri aldatır: “Yalnız yaşa, sen özgürsün.”
Ama unutma ki bu özgürlük, zinçirsiz esarettir. Çünkü nefsin isteklerine göre yaşamak, aslında kendini heva denen putun önüne atmaktır.
“Hevâsını ilah edinen kişiyi gördün mü?”
(Câsiye, 23)
Şeytan, bu putun rahibidir. Süslü sözlerle, şehvetle, gösterişle, kibirle kalbin duvarlarını delmeye çalışır. Oysa Allah kalbi bir mabed olarak yarattı. Oraya şeytanın girmesi haramdır. Ama kul kapıyı içeriden açarsa, o da girer.
“İnsanlara şeytan yaptıklarını güzel gösterdi.”
(En’âm, 43)
Kalbi Ne Bozar?
Günah: Her günah, kalbe bir siyah leke düşürür. Bu lekeler birikirse kalp kararır.
Gaflet: Kalbi uyuşturur. Hayatın amacı unutulur.
Nefis: İnsana kötülüğü emreder. (Bkz: Yûsuf, 53)
Heva: Doğruyu değil, hoşuna gideni seçtirir.
Şeytan: İç ses gibi görünerek kalbi aldatır. (Bkz: Nâs Suresi)
Bütün bu bozulmaların panzehiri: Fıtratın sesidir. Yani vicdanın uyarısı, Kur’an’ın çağrısı, Hz. Peygamber’in örnekliği… Ve nihayet: Secde.
Kalp Neden Korunmalı?
Çünkü kalp bozulursa, insanın tamamı bozulur. Efendimiz (s.a.s) buyurdu:
“Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır; o iyi olursa bedenin tamamı iyi olur. O bozulursa bedenin tamamı bozulur. İşte o kalptir.”
(Buhârî, Müslim)
Kalp bu yüzden korunmalıdır. Kalp korunursa, nefs dizginlenir. Kalp korunursa, şeytan kovulur. Kalp korunursa, Allah oraya nazar eder.
“Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.”
(Müslim, Birr, 34)
Nefse Karşı Fıtrat
Nefis konuşur: “Sen merkezsin.”
Fıtrat haykırır: “Sen kul’sun.”
Nefis der: “Daha fazlası senin hakkın.”
Fıtrat der: “Sana verilen zaten lütuftur.”
Nefis fısıldar: “Hayat kısa, tadını çıkar.”
Fıtrat uyarır: “Hayat geçici, hesabı var.”
Bu yüzden fıtratın sesi, nefsin fısıltısını bastırmalı. Bunun yolu: zikrullah, istigfar, dua ve ibadetle kalbi beslemek.
Kalp Neden Allah’a Ait Olmalı?
Çünkü kalp boş kalmaz. Ya Allah’la dolar, ya nefisle. Kalbin tahtı vardır. Orada ya Rahman oturur ya da şeytan.
“O gün ne mal fayda verir ne evlat. Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz kalp) ile gelenler müstesna.”
(Şuarâ, 88–89)
Fıtratın çağrısı, işte bu kalbi temiz tutma çağrısıdır. Bu çağrıyı duyarsan, şeytanın vesvesesi sönük kalır. Nefsin bağı çözülür. Kalbin kilidi açılır. Ve oraya yalnız Allah girer.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 7. Bölüm
Kalbi Anlamak: Görmediğini Sezen Bir Duyu
Kalp yalnızca kan pompalayan bir et parçası değildir. Kur’an, onu bir idrak merkezi olarak tanımlar. Öyle bir merkez ki gözün göremediğini sezer, kulağın duymadığını işitir, aklın çözemediğini hisseder.
“Onların kalpleri vardır, fakat onunla anlamazlar; gözleri vardır, fakat onunla görmezler; kulakları vardır, fakat onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapkındırlar.”
(A’râf, 179)
Bu ayet gösteriyor ki: Kalp, akıldan da önce gelen bir sezgi alanıdır. Kalp çalışmazsa, diğer duyular işlevini kaybeder. İnsan canlı olsa bile ölü gibi yaşar.
Kalp, sadece duyguların değil; hakikatin de merkezidir. Görmediğini sezen, işitmediğini anlayan, dokunmadığını hisseden bir fıtrat sensörüdür. Akıl mantığı tartar, kalp ise hakikatin ağırlığını hisseder.
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz. Ama göğüslerdeki kalpler kör olur.”
(Hac, 46)
Bu yüzden bir insanın aklı yerinde olabilir ama kalbi mühürlenmiş olabilir. Fıtratın çağrısı önce o kilidi açmaya gelir.
Kalp bir pusula gibidir. Fakat pusulanın çalışması için manyetik alan gerekir. İşte Kur’an ve zikir, kalbe o alanı oluşturur. Eğer kalp gafletle kaplıysa, pusula dönmez, istikamet bulunmaz. Ama zikrullah ile titreşen bir kalp hakkı sezer.
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.”
(Ra’d, 28)
Modern bilim kalbi sadece kas pompası saydı. Oysa Kur’an, kalbi imanın ve inkârın merkezi sayar. Kalp bir beden parçası değil; bir kıyamet tartısıdır.
“Kıyamet günü ne mal fayda verir ne evlat. Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna.”
(Şuarâ, 88–89)
Fıtratın çağrısını duymak için akıl yetmez, kalp gerekir. Kalpsiz ilim azıtır. Kalpsiz zihin sapıtır. Kalpsiz felsefe put yapar. Ama kalp, fıtratla uyanırsa hakikatin tanığı olur.
Ve işte o zaman insan kalır. Kurt olmaz.
Kalbin Sezdiği Şey: Hakikat
Kalp, hakikati arar. O, sahteyle gerçeği ayıran bir fıtratla yaratılmıştır. Karanlıkta bile doğruyu hisseder. Neden? Çünkü onun bir fitil ışığı vardır; nefsle üflendiğinde sönse de, ruhla beslenince parlar.
“Hayır! Bilakis işledikleri günahlar, kalplerini kirletmiştir.”
(Mutaffifîn, 14)
Günah, o ışığı kirletir. Ama tövbe o kiri siler. Ve o zaman kalp yeniden görmeye başlar.
Kalbin Gözü
Kalp sezgisi sadece içgüdü değildir. O bir gözdür. Ama dışarıya değil, içeriye bakar. Dış göze görünen, şekildir; kalp gözüne görünen, gerçektir.
Hz. İbrahim’in kıssasında bu fark vurgulanır:
“Yıldızı görünce: ‘Bu benim Rabbim’ dedi. Yıldız batınca da: ‘Ben batanları sevmem’ dedi.”
(En'âm, 76)
Bu söz bir astronomik tespit değil, kalbi bir sezgi ifadesidir. İbrahim (a.s.), batıp yok olanı ilah edinmeyeceğini kalbiyle anlamıştır. Kalp, işte böyledir: Zâhirin ötesine geçer.
Kalbin Sesi
Her insan zaman zaman içinden gelen bir uyarıyla duraksar. Bu, işte kalbin sesidir. Bir kötülük anında içten bir çekilme, bir kararsızlık anında gelen bir iç rahatlığı… Bunlar tesadüf değildir.
“Allah, her doğan insanın kalbine fıtratı yerleştirmiştir.”
(Rûm, 30)
Fıtratın sesi, kalbin dilidir. O yüzden kalbi anlamak, aslında fıtratı hatırlamaktır. Ve fıtrat, tevhidi fısıldar.
Kalbin Derinliği: Ruhun Aynası
Kalp, ruhun yeryüzündeki en yakın penceresidir. Ruh, bedende kalp aracılığıyla yankı bulur. Kalp ne kadar safsa, ruh o kadar parlar. Kalp ne kadar paslıysa, ruh o kadar sessizleşir. Kalp ve ruh arasındaki ilişki, gök ile toprak gibidir: Ruh gökten gelen bir emirdir, kalp ise o emrin toprağa değdiği ilk yerdir.
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.”
(İsrâ, 85)
Bu emir, kalpte yankı bulmazsa ruhun sesi boğulur. Ama kalp secdeye vardığında ruh özgürleşir. Ruh, secdeyle kanatlanır; çünkü kalp, onun sığınağıdır.
Kalbi Konuşturmak
Kalp konuşmaz, ama konuşturulabilir. Zikirle, tefekkürle, Kur’an’la, sükûtla… Gözün gördüğüne kalbin onay vermesi, kulağın işittiğini kalbin tastik etmesi gerekir. Aksi halde kulak duyar ama kalp sağırdır.
“O gün diller susar, eller ve ayaklar konuşur.”
(Yâsîn, 65)
Kalbi konuşturmak demek, dilsizken bile doğruyu haykırmak demektir. Çünkü kalp, hakikatin arşividir. Ona konuşma hakkı verildiğinde, insan yeniden doğar.
Kalp Dirilirse, İnsan Dirilir
Ölü kalp, hayatı hissedemez. Ama dirilen kalp, Allah’ı duyar. O zaman insan yalnız olmadığını anlar. Gök, yer, kader, vahiy, her şey birden seslenmeye başlar.
İşte o zaman kalp şöyle der:
“Ben buradayım, Rabbim. Bunca zamandır susuyordum. Ama seni bekliyordum…”
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 8. Bölüm
Tövbe ve Zikir: Ölü Kalplerin Dirilişi
İnsan sadece et ve kemikten ibaret değildir. Onun içinde, zamanla kararan, yorgun düşen, hasta olan bir merkez vardır: Kalp. Ve her kalp, gafletle kirlenir; her gönül, günahla kararabilir. Fakat Allah, bize bu kirden arınmak için iki büyük kapı açmıştır: Tövbe ve zikir.
“Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter.”
(Tahrîm, 8)
Tövbe, sadece pişmanlık değil; yön değişikliğidir. Kalbi haramdan helale, gafletten zikre, karanlıktan nura çeviren bir manevî yöneliştir. Ve bu yönelişle beraber kalp yeniden dirilir:
“Tövbe eden, günah işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, Zühd 30)
Zikir ise, kalbin sürekli yeniden uyanmasıdır. Çünkü kalp, dünya meşgalesiyle uyuşur. Zikir, o uyuşmuş kalbi rahmetle sarsar. Sadece dil değil; kalp zikrederse, o zaman kalp hem ağlar hem dirilir:
“Onlar ayakta iken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar…”
(Âl-i İmrân, 191)
Zikirle ıslanan kalp, taş gibi sert olmaz. Zikir, kalbi merhamete, haşyete, secdedeki sükûna davet eder. Çünkü Allah’ın adı, her şeyin üzerinde bir nurdur:
“Allah’ın zikri elbette en büyüktür.”
(Ankebût, 45)
O hâlde tövbe ile yönel, zikir ile hatırla. Çünkü bir kalp ancak böyle dirilir.
Ölüm gelmeden önce içindeki ölüyü dirilt ki;
Son dirilişte secdeyle uyananlardan olasın.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 9. Bölüm
Sessizliğin Dili: Gecenin Kalbe Söylediği
Dünya sustuğunda, kalp konuşmaya başlar. Kalabalıklar çekilince fıtrat yankılanır. En çok konuşan an, en sessiz andır: Gece.
Gece, sadece uyku için değil, uyanmak içindir. Sükût, insanın içine bakmasını sağlar. Işıksız kalan gözler kapanınca, iç göz açılır. Çünkü kalp görmezse kör kalır; duymazsa sağır olur.
“Gecenin bir kısmında uyan ve sana mahsus bir nafile olarak namaza kalk. Umulur ki Rabbin seni övgüye layık bir makama ulaştırır.”
(İsrâ, 79)
Gece, Rabbini arayanların secdeyle yeryüzüne döküldüğü zamandır. Gece, gaflet uykusunun değil, marifet uyanışınınvaktidir. Kalbin konuştuğu zaman, diller susar, kulaklar Rabbe yönelir.
“Onlar geceleri Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler.”
(Furkan, 64)
Gecede gözyaşı döken kalp, yıkanır. Dilin çözemediğini, kalp fısıldar. O sessizlikte insan, kendi gerçeğini daha net duyar. Çünkü gürültü içindeyken nefs konuşur, ama sessizlikte fıtrat konuşur.
“Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.”
(Zümer, 9)
Kalbini diri tutmak istiyorsan, geceyi kaybetme. Çünkü gece, en sessiz, ama en derin çağrıdır. Orada Allah, kalbine dokunur.
Ve fıtrat, o sessizlikte konuşur:
“Ben hâlâ buradayım, sadece sen duymuyorsun.”
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 10. Bölüm
Kalbin Secdesi: Beden Eğilir, Ruh Dirilir
Secde sadece alnın yere değmesi değildir. O bir ruhun eğilişidir, kalbin boyun eğmesidir, fıtratın itirafıdır. İnsan Allah’ın önünde eğildikçe yücelir; çünkü o zaman yerin altına değil, Arş’a doğru yükselir.
“Secde et ve yaklaş.”
(Alak, 19)
Secde, insanın kendi hiçliğini idrak etmesidir. Beden topraktan, ruh semadan yaratılmıştır. Secdede beden toprağa dönerken, ruh geldiği semaya yönelir. Bu yüzden secde, bir tevazu eylemi değil; hakikate dönüş yolculuğudur.
“Mü’minler o kimselerdir ki… Rableri anıldığında kalpleri ürperir… Namazı dosdoğru kılarlar.”
(Enfâl, 2)
Kalbin secdesi, riyanın kalktığı yerdir. Orada ne makam vardır, ne gösteriş. Sadece bir kul, bir Yaratıcı, bir sonsuzluk vardır. Kalp secdeye vardığında, kibir erir, nefs ezilir, benlik kırılır.
Ve insan gerçek benliğiyle yüzleşir:
Muhtaç, zayıf ve bir nefeslik.
Ama aynı zamanda:
Rahmete açık, merhamete yakın, secdeyle yücelen.
“Onlar secdeye kapandıklarında Rablerine ağlayarak yönelirler ve bu onların huşûlarını artırır.”
(İsrâ, 109)
Bugün birçok insan sadece aklını eğitiyor ama kalbini secdeye götürmüyor. Bu yüzden bilgi artıyor, hikmet eksiliyor. Zihinler doluyor, ama kalpler boşalıyor.
Oysa asıl yücelik, kalbin secdesindedir. Çünkü:
“Yüzlerin, diri ve her şeyi yöneten Allah için eğildiği günde, zulüm yüklenenler hüsrandadır.”
(Tâhâ, 111)
Kalbin secdesi, fıtratın şahitliğidir. Ve o şahitlik, insana şunu haykırır:
“Ey insan! Boyun eğmeden yücelmezsin. Kul olmadan kurtulamazsın. Secde et, çünkü aradığın huzur, yerle gök arasında değil, alnınla kalbin arasında duruyor.”
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 11. Bölüm
Bir Dönüş Duası: Kalpten Kalbe Giden Yol
Ey kalbini unutan insan,
Ey içinin çığlıklarını bastıran,
Ey gece uyuyup gündüz koşuşturan…
Bir an dur.
Çünkü durmadan hiçbir yere varamazsın.
Ve unutma:
Fıtrat, seni hâlâ bekliyor.
O senin ilk rengin, ilk nefesin, ilk duandır.
Ey Rabbimiz,
Bize unuttuğumuzu hatırlat.
Bizi fıtratımızla barıştır.
Bizi secdeden uzaklaştıran her şeyi uzaklaştır bizden.
Ya Rabbi,
Bizi başkalarının gözünde yücelmekten alıkoy,
Senin katında değerli olmaya yönelt.
Kalplerimizi temizle,
Zikirle yumuşat,
Tövbe ile arındır.
Bize, kalbin secdesini nasip et.
Ne hırsa, ne dünya oyunlarına,
Ne kibire, ne gösterişe,
Ne de kalbi öldüren nefsimize boyun eğdirtme.
Bize geceyi sevdir,
Çünkü gece sana yaklaştırır.
Bize gözyaşı ver,
Çünkü gözyaşı, kalbin dili olur.
Ve sonunda,
Bizi senin razı olduğun bir kalple huzuruna alanlardan eyle:
“O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i selim (temiz kalp) ile gelenler müstesna.”
(Şuarâ, 88–89)
Amin.
“Fıtrat=İslam”ın Çağrısı – 12. Bölüm
Fıtrata Dönüş İçin 7 Adım: Kalbi Diriltmenin Yolu
Bu çağrı, sadece bir metin değil, bir yolculuk çağrısıydı. “Fıtratın Çağrısı” insanın en derin, en unutulmuş yerinden seslendi. Ama çağrıya icabet, yola çıkmakla olur. İşte kalpten kalbe uzanan, fıtrata dönüşü mümkün kılacak 7 adım:
1. Sükûtu Seç: Gürültüden Uzaklaş
Kalbin sesi gürültüde kaybolur. Günlük hayatın kalabalığını, ekranların şırıltısını sustur. Sessizlik, Allah’ın kelamını ve fıtratın sesini daha net duyurur.
“Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar.”
(Zümer, 18)
2. Tefekküre Alış: Gözlerinle Değil, Kalbinle Gör
Her şey göründüğü kadar değildir. Kalp, perdeleri kaldırdıkça hakikati sezer. Varlığa, olaylara, nefse dikkatle bak. Allah’ın ayetlerini hem gökte hem gönülde ara.
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar onların yanından yüz çevirerek geçerler.”
(Yûsuf, 105)
3. Zikri Yerleştir: Kalbin Nefesi Olsun
Zikir, kalbin nabzıdır. Unutkanlık hastalığına karşı zikir bir şifa gibidir. Sabah ve akşam, iş arasında, yürürken, sessizlikte Allah’ı an. Dil alışır, kalp açılır.
“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.”
(Ra’d, 28)
4. Geceleri Dirilt: Secdeyle Yüksel
Gece, gafletin değil uyanışın vaktidir. Seccadeye kapan, gözyaşı dök, tevbe et. Allah’a yakınlığın en güçlü adımı budur. Kalbin en güzel eğilişi gecede olur.
“Gecenin bir kısmında uyan ve sana mahsus bir nafile olarak namaza kalk. Umulur ki Rabbin seni övgüye layık bir makama ulaştırır.”
(İsrâ, 79)
5. İnfak Et: Kalbini Aç, Malını Kapatma
Veren el, secde eden kalbe yakındır. Kalbi kaskatı eden şey, çoğu zaman mal sevgisidir. Az da olsa ver. Kalp, malı değil; rahmeti biriktirmelidir.
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz.”
(Âl-i İmrân, 92)
6. Tövbeyi Unutma: Temizlenmeden Yola Devam Edilmez
Her düşüş, bir dönüş davetidir. Kalp günahlarla kararır ama tövbe ile parlar. Tövbe, sadece geçmişin yükünü atmak değil, yeniden doğmaktır.
“Ey iman edenler! Allah’a içten bir tövbe ile dönün.”
(Tahrîm, 8)
7. Kur’an’ı Kendine Rehber Et: Fıtratın Haritası Onda
Kur’an, sadece bir kitap değil, fıtratın anahtarıdır. Her ayet, insana dönük bir çağrıdır. Onu oku, anlamaya çalış, hayatına uygula. Kur’an ile yürüyen, fıtrattan uzaklaşmaz.
“Bu Kur’an, insanları en doğru yola iletir.”
(İsrâ, 9)
Sonuç: Fıtratı Korumak, Şeytana Değil Allah’a Kul Olmaktır
Fıtratı korumak demek; şeytanın ayartıcı çağrısına değil, Allah’ın fıtrî çağrısına kulak vermektir. Zira Kur’an’da açıkça belirtilmiştir ki, şeytanın hedefi insanın fıtratını bozmak, onu Rabbinden uzaklaştırmaktır.
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başka dilediğini bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, gerçekten büyük bir günah işlemiştir.”
(Nisâ, 116)
“Onlar, Allah’ı bırakıp sadece dişilere tapıyorlar; aslında, azgın bir şeytandan başkasına tapmıyorlar.”
(Nisâ, 117)
“Allah o şeytana lânet etmiştir. O da demişti ki: ‘Elbette senin kullarından belli bir pay alacağım.”
(Nisâ, 118)
“‘Ve onları mutlaka saptıracağım. Onlara mutlaka kuruntular tattıracağım. Onlara mutlaka emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.’ Kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz apaçık bir hüsrana düşmüştür.”
(Nisâ, 119)
“(Şeytan,) Onları aldatır. Gerçekten onların vaatleri bir aldatmadan başka bir şey değildir.”
(Nisâ, 120)
Bu ayetler, fıtratın korunmasının özünü verir: Allah’ın yaratışına müdahale etmemek, şeytanın emrine girmemek, O’na değil, sadece Allah’a kul olmak. Fıtrat, Allah’a secde etmek için yaratılmıştır. Onu şeytana secde ettirmek, yaratılış gayesine ihanettir.
Fıtrat, secde ister; hevâ, başkaldırı.
Bugün insanlık, Allah’ın değil şeytanın çağrısına kulak vermekte ve kendisini yavaş yavaş özünden koparmaktadır. İşte bu çağrının karşısına dikilen en büyük direnç: Fıtratın Çağrısı’dır.
Son Söz:
Fıtrat çağırıyor.
Duymuyorsan gürültüyü azalt.
Hissetmiyorsan kirleri temizle.
Yürüyemiyorsan secdeye kapan.
Çünkü fıtrat, Allah’a en yakın olandır. Ve Allah, fıtratla konuşur.
“Allah'ın yaratışında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur.”
(Rûm, 30)
Yorumlar
Yorum Gönder