Ana içeriğe atla

Elmalılı'nın Kelamî Tevhid Anlayışı ile Kuantum Fiziği Arasındaki Derin Örtüşme(V.2)

Elmalılı'nın Kelamî Tevhid Anlayışı ile Kuantum Fiziği Arasındaki Derin Örtüşme(V.2)

İthaf

Bu yazı,
✅ Bilimi kutsayıp metafiziği küçümseyen,
✅ Kuantumu anlamadan kelamı modası geçmiş sanan,
✅ Vahyin derinliğini seküler akılla yargılayan
tüm sözde aydınlara

bir kelamî tokat, bir aklî ibret, bir de hikmetli tefekkür dersi olsun diye kaleme alınmıştır.

Râsihûn olanlara selam olsun;
gerisine de belki bir gün basiret nasip olur.

Giriş

Modern fizikteki en çarpıcı ve devrimsel yaklaşımlardan biri olan kuantum teorisi, özellikle "belirsizlik ilkesi"yle klasik nedensellik anlayışını kırmakta, madde ve varlığın mahiyetine dair derin sorular ortaya çıkarmaktadır. Bu sorular, yüzlerce yıl önce kelam alimlerinin ve mütefekkirlerin tartışma alanıydı. Özellikle Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde yer verdiği yaratma, ibdâ, teselsül, ilk fâil gibi kavramlar, kuantum fiziğiyle yüzeysel benzerliğin ötesinde derin bir hakikat ortaklığını ortaya koymaktadır.

Postmodern Bilimciliğe Kelamî Tokat

“Râsihûn”un Bakışıyla Modern Zırvalara Cevap

Biz bugün kelam ilmiyle kuantum fiziğini aynı potada eritip, varlığın en derin noktalarına dair hem aklî hem ilmî hem de metafizik hakikatleri ortaya koyarken; bazı postmodern kafalar hâlâ 19. yüzyıl pozitivizminin tortularıyla görünmeyen şeylerin fail olabileceğinisebep-sonuç ilişkisini maddeye yükleyebileceklerini, hatta oluşun failini mahlûka atfederek Allah'ın açık kudret tecellilerini gölgelemeye çalışıyorlar.

Ama bilsinler ki:
🔹 Kuantum fiziğinin bile “determinist neden zinciri çöktü” dediği çağda,
🔹 Biz “teselsül bâtıldır” diyen kelamcıların öncülüğünde,
🔹 Görünen her kevnî ayetin ardında mutlak ve müstakil bir irade olduğunu gösteriyoruz.

Onlar hâlâ “elektron yaptı, doğa belirledi” diye mırıldanadursun,
Biz diyoruz ki: “Sen atmadın, Allah attı.”
Fail Allah’tır. Diğer her şey sadece vesiledir, görünüşte sebeptir.

Ve unutmasınlar:

“Allah, her şeyin yaratıcısıdır.”
Sebep de sonuç da yalnız O’nun kudretindedir.



Bu bağlamda Elmalılı'nın kelamî çözümlemeleri, yalnızca teolojik bir çerçevede kalmamakta, aynı zamanda fiziksel evrenin derin yapısına dair modern bilimsel sezgilerle de örtüşmektedir. Elmalılı'nın vurguladığı üzere, "ibdâ" yani yoktan yaratma, hem metafizik hem ontolojik düzlemde nedensellik zincirine radikal bir müdahaledir. Aynı müdahale, Heisenberg'in belirsizlik ilkesinde gözlemcinin evrende aktif bir rol almasıyla ortaya çıkar.

 

1. Elmalılı İçin Yaratma: "İbdâ" Kavramı

Elmalılı'ya göre yaratma, sadece bir varlığı şekillendirme veya dönüştürme değil, hiçbir örneği olmaksızın ortaya çıkarma, yani ibdâ ile gerçekleşen bir fiildir. Bu yaratma tarzı:

  • Ne maddenin içkin kuvvetiyle,

  • Ne de suretlerin taklidiyle açıklanabilir.

"Yok olan bir şeyin, kendi kendine var olması bir çelişkidir."

Bu ifade, Heisenberg'in belirsizlik ilkesindeki gibi, fiziksel gözlemin olmadığı bir durumda parçacığın fiilî olarak mevcut olmadığı fikriyle birebir uyumludur. Yani "varlık", kendiliğinden belirlenemezbir failin iradesi gerekir.

İşte bu noktada Elmalılı'nın şu metni, hem kelamî hem metafizik hem de çağdaş bilim felsefesi açısından fevkalade önemlidir:

"Burada şunu iyi düşünmek gerekir ki, ibdâ'ın tarifinden anlaşıldığı üzere bediî bir eser demek gelecekteki bir örneği değilse de, geçmiş bir örneği olmayan benzersiz bir eser demektir. O, bir kanun, bir mukayese ile vücuda gelmez. İlk örnek onunla başlar, aynîlik, çeşitlenme, kanun ondan sonra meydana gelir. Bununla beraber, yokluğun kendi kendine var olması, zatı itibariyle yok olanın bizatihi var olması, yani bizzat olma (tekevvün bizatihi) mümkün değildir, bir açık çelişkidir. Yalnız maddi sebep, yani bilfiil yok olan, bir şeyin düşünce halinde bulunduğu bir asıl ve kaynaktan kendi kendine fiile çıkması veya yalnız sûrî (gösterişten ibaret) sebep, yani yok olan bir şeyin yalnız bir örnekten yine yapıcısız kendi kendine bir şekil kazanması veya her ikisi de yeterli değildir. Düşüncede gerek bulunsun, gerek bulunmasın, bilfiil mevcut olmayan herhangi bir şeyin var olması, herhalde bir yapıcı sebebe, yani onu fiilen icad edecek bir mûcide (icat ediciye) muhtaçtır. Ve ancak o zamandır ki, bizatihi tekevvün (kendi kendine olma) çelişkisi kalkmış olur. Bir fâilin maddî veya sûrî sebebe bir şey ilave etmesiyledir ki yeni bir varlık tasavvuru mümkün olabilir. Yoksa yine kendi kendine olma çelişkisi ortaya çıkar. Şu halde gerçek mânâsıyla yapıcı sebebi, yoğu var eden, vücûd yapan bir güç sahibi var demektir ki, gerek az çok bir örneği ihtiva eden bir asıl ve maddeden çıkarma ve yapma suretiyle olsun, gerek bununla beraber diğer bir örneği taklit etme şekliyle olsun, ikisinde de bizzat mevcut olmayan bir şeyi bilfiil var yapmak ve bundan dolayı varlığa yepyeni bir şey eklemek vardır. O halde maddî sebep ve görünüşten ibaret olan sebeb (illet-i sûriyye), yapıcı sebepten ihtiyaçsız olmadığı halde, yapıcı sebep gerçekte bunlara muhtaç değildir ve başlı başınadır. Bunun için olayların sonradan olmasında maddî ve sûrî sebep atılabilir ve fakat yapıcı sebep atılamaz. Ve gerçek yapıcı sebep fiilinde ne maddî sebebe, ne de görünüşten ibaret olan sebebe, kanuna, mahkûm ve muhtaç değildir. O maddesiz veya örneksiz, yahut hiçbiri olmaksızın da icad yapabilecek tek fâil, tek icadçıdır. Yani tam mânâsıyla yaratıcıdır. Fiilinde madde ve şekilde muhtaç olmayan yaratıcı fâilin eserine kendi zatından bir madde veya şekil ve örnek verdiğini farzetmek de çelişki olur. Demek ki hakiki yaratıcı, tam yaratma ile yaptığı ilk güzel eserini icad ederken ne kendinden bir parça ayırıp dışarı fırlatmak gibi bir değişim yapmış, ne de kendinden bir örnek edinip kendini taklit ve temsil etmiş olamaz. Zira değişim, maddî illetde; benzeyiş de sûrî illetde düşünülebilir. Halbuki yaratmada bunlar yok, ancak fâil ve fiil vardır. Şu halde yaratıcı fâile göre sebebin değişimi, ortaya çıkma, doğma, yok olma ve değişiklik yok, ancak bâkî olma ve fiil vardır. İlk mahlûkun yaratılmasından sonradır ki, maddî sebep ve sözde sebep düşünülebilir. Ve bunun için ilk yaratılmış eser olan ilk mahlûk ile yaratıcı fâil arasında ne bir ortaya çıkma ve ayrılma düşünülebilir, ne de zât ve sıfat bakımından fiilen bir ortaklık, bir hemcinslik, bir aynîlik bulunabilir. Madde ve misal böyle yaratılan ilk mahlûk ile başlar. Güçler, benzeyişler, kanunlar, türler, cinsler ona döndürülür. O, benzeyen ve benzemeyen şeylerin aslı ve kaynağıdır. Değişim ve benzeyiş, gelişme hep ondan sonradır. Ve ona eklenmiş olan her değişim, farklılık, yenilik, tekamül de yaratıcı fâilin baştan bir yaratmasıdır ki, buna "ol" emri denilir, eşsiz eserlere de "Allah'ın kelimesi" denilir. Bu şekilde gerçek fâil hiçbir dengi geçmeyen yaratma fiiline göre yaratıcı; örneği geçen ve o örneğe benzemekle beraber bir ayrılık ve farklılık ifade eden ve cüz'î yaratmayı içermiş olan fiiline göre de yapıcıdır. Maddî sebebi yaratması itibariyle var eden ve sözde sebebi yaratması itibariyle de tasvir eden (ressam)dir. Hâlik (yaratıcı) ve bâri (yaratan) isimleri de hepsinden geneldir. Yaratma (halk), var etme, icat (ibdâ) ve yapma (inşâ)dan daha geneldir. Ve unutulmamak gerekir ki bu yapmadaki çeşitli şekillere yakın benzerlikler hakiki fâile değil, örneği geçmiş olan ilk yaratığa benzeyiştir. Fâilin sanatı hepsinde yaratmadır. Hatta inşâ etmedeki benzerlik de O'nun yaratmasıdır. Hasılı küllî (tümel) veya cüz'i (tikel) bir yaratma olmadan hiçbir şey kendi kendine yoktan vücûda gelemez. Bunun için yaratma ve yaratıcı delilleri daima varlıkların değişik olmalarında, sonradan oluşlarında, yeniliğinde, hasılı yaratma noktalarındadır. Varlıkların benzeyişleri içindeki farklılık ve değişim ile cüz'î yaratılış noktaları, sırf yaratmanın ve yaratıcının varlığının delilleri, burhan ve kudretinin alametleridir. Varlıklara basiret gözüyle bir bakılacak olursa görülür ki, başlangıçta yaratmaya dayanmayan hiçbir şey bulunmayacağı gibi, sonunda da cüz'î yaratmaya dayanmayan hiçbir şey yoktur. Ve bunun içindir ki, varlıkların parçalarından hiçbiri tasavvurî ve temessülî ilim ile tamamen bilinemez, tam ayrıntılarıyla tarif olunamaz. Bilinirse görmekle bilinir veya bazı şekilleriyle düşünülür. Ve bunlardan toplamındaki mutlak yaratma derhal anlaşılır ki, bu bakış, gökler ve yer toplamına bir bakıştır. Ve bunun için burada doğrudan doğruya yalnız yaratmayı göstermek için "göklerin ve yerin yaratıcısı" buyurulmuş, "o ikisinde olanlar" diye içerikleri eklenmemiş, onlar daha sonra "her şeyi yarattı" ile gösterilmiştir."

Bu metin; yaratmanın, hiçbir maddî yahut sûri sebebe bağlı olmadan, yalnızca bir irade, yani Allah’ın "ol" demesiyle meydana geldiğini felsefi ve kelami kesinlikle ortaya koyar. Bu, kuantum fiziğinde gözlemin varlık üzerinde belirleyici olduğu fikriyle şaşırtıcı şekilde örtüşmektedir.

Ayrıca Elmalılı'nın açıkça dile getirdiği şu nokta; modern bilimsel düşüncede henüz yeni yeni sezilmekte olan bir gerçeğe parmak basar: Varlıkların sonradan meydana gelmesi, mutlak surette ilk bir yaratıcı iradeyi gerektirir. Yoksa ne teselsül ne de kendiliğinden oluş iddiası makul olabilir. Bu tespit, belirsizlik ilkesiyle ortaya çıkan "nedenin yokluğu" fikrinin, kelamî bir zeminde izahını sağlar.


2. Belirsizlik ve Teselsül: Neden Zincirinin Kırılması

Kuantum dünyasında nedensellik sürekliliği yoktur. Her olay, istatistiksel olarak değerlendirilir; determinist değil, ihtimaliyat temellidir. Elmalılı bu konuda kelam geleneğine dayanarak şu ifadeyi kullanır:

"Teselsül (sonsuz nedenler zinciri) mantıken muhaldir. Bir yerde zincir kırılmalı ve mutlak bir ilk fâil kabul edilmelidir."

Bu, kuantum fiziğinde "nedenin kaybolduğu yer" olarak görülen olaylarla birebir örtüşür. Bir kuantum olayının nihaî sebebi izlenemez; yalnızca sonucu gözlemlenebilir. O hâlde Elmalılı'nın yaklaşımı, bilimsel gözlemin sınırlılığına karşı ilahî failin zorunluluğunu vurgular.


3. Fiilde Mutlak Kudret: Failin Kanuna Mahkum Olmaması

Elmalılı der ki:

"Gerçek yapıcı sebep fiilinde ne maddî sebebe, ne de görünüşten ibaret olan sebebe, kanuna mahkum ve muhtaç değildir."

Bu söz, kuantumun temeline inildiğinde ortaya çıkan: "Kanun yoktur, yalnızca Allah'ın iradesi vardır" hakikatine denk düşer. Modern bilimin geldiği noktada, fiziksel yasa bile olasılıklı ise, bu yasanın varlığını sürdürmesi için kudretin devamlılığına gerek vardır.

Buradan çıkarılacak önemli bir sonuç da şudur: Kanun, failin iradesine bağlı bir sonuçtur; kendiliğinden işler değildir. Elmalılı'nın bu ifadesi, sadece kelamî bir yorum değil, aynı zamanda doğa felsefesi için de sağlam bir temel oluşturur.


4. Bilgi Sınırı: Gözlemle Bilinen Varlık

Kuantum teorisi, bir varlığın tüm bilgisine sahip olamayacağımızı söyler. Elmalılı da der ki:

"Varlıkların parçalarından hiçbiri tamamen bilinemez. Bilinirse ya görmekle bilinir ya da bazı şekilleriyle düşünülür."

Bu ise doğrudan Heisenberg’in belirsizlik ilkesiyle birebir örtüşmektedir. Çünkü kuantum düzeyinde, bir parçacığın konumu ile momentumu aynı anda kesin olarak bilinemez; varlık ya da hareket ancak ölçümle açığa çıkar. Bu durum, Elmalılı’nın 'bilinemezlik' vurgusuyla aynı epistemolojik sınıra işaret eder: Mutlak bilgi, mahlûk için mümkün değildir. Çünkü bilgi, varlığın bizzat kendisine değil, yalnızca gözlemlenen yönüne dair elde edilir. Bu da bize gösterir ki, gözlemden bağımsız ve failin iradesi dışında bir bilgi tasavvuru hem ilmî hem kelâmî bakımdan geçersizdir.

Buradan şu önemli akademik çıkarım yapılabilir: İlmin sınırı, mahlûkun hudududur. Bilgi, mutlak anlamda değil, Allah'ın izin verdiği ölçüde mümkündür. Bu da epistemolojik olarak vahyin bilgi kaynağı olmasını zorunlu kılar.


5. Aristo’nun Dört Nedenine Karşı Elmalılı’da Fail Sebebin Zarureti

Aristo’nun varlık felsefesinde dört neden meşhurdur: maddî neden, sûri neden, gâi neden ve fâil neden. Elmalılı, bu dört neden içinde en asli olanının fâil neden (etken, yapan) olduğunu ispat ederek kelamî hakikati temellendirir. Çünkü:

  • Maddî neden varsa, onu harekete geçirecek biri lazımdır.

  • Sûret (form) varsa, onu kazandıracak bir şekillendirici gerekir.

  • Gaye varsa, ona yönelten bir maksat sahibi olmalıdır.

Ancak bu üçünün hiçbirisi kendi kendine hareket edemez. Elmalılı’nın ifadesiyle:

"Yok olan bir şeyin, kendi kendine var olması... bir açık çelişkidir."

Bu durum, Aristocu zinciri kırar ve ancak bir ilk fâil, yani Allah Teâlâ ile açıklanabilir. Burada kuantum fiziğindeki neden zincirinin kırılmasıyla ilk failin zorunluluğu birleşmekte ve Elmalılı'nın metafizik derinliği ile çağdaş fizik örtüşmektedir.


6. Râsihûn: İlimde Derinleşenler, Hakikate Kök Salanlar

Kur’ân-ı Kerîm’de "رَاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ" (râsihûn fi’l-ilm) ifadesi, ilimde kökleşmiş, derinleşmiş olanları tanımlar. “رَسَخَ” fiilinden türeyen “râsih”, sarsılmaz şekilde yerleşmişderine kök salmış demektir. Bu kelime, yüzeyde gezinen değil, özün hakikatine nüfuz eden, zahirin arkasındaki hikmeti kavrayan kişiyi anlatır.

Ali İmran 7. ayette geçen bu ifade, özellikle müteşâbih (çok anlamlı, teşbihli) ayetleri okurken şüphe değil, hikmet arayanları tanımlar. Onlar:

  • "Bu ayetler Rabbimiz katındandır" der,

  • Hem muhkem hem müteşâbih ayetleri tevhidî bir bütünlük içinde anlar,

  • Aklı, kalbi ve ilmi birlikte kullanır.

Bugün bizler, maddenin derinliklerine inen modern ilimlerle — özellikle kuantum fiziği gibi 20. yüzyılda keşfedilen derin gerçeklerle — yaratılışın sırlarını anlamaya çalışırken; Elmalılı gibi tefsir ve kelamda râsih olmuş âlimlerin mirasını anlamaya çalışıyoruz.

1900’lerden önce ne kuantum fiziği biliniyordu ne de atom altı dünyada bu kadar keskin bir belirsizlik bilinci vardı. Fakat râsihûn, Allah’ın "ol" demesiyle var olan her şeyin fail bir iradeye muhtaç olduğunu, aklen ve naklen bilmekteydiler. Bugün bizim yaptığımız, o ilimle yoğrulmuş hikmeti, çağdaş verilerle birleştirip tahkikî bir iman ve felsefî bir bakışüretmeye çalışmaktır.

Bu, sadece bilgi değil; aynı zamanda basiret ve tefekkürle hakikate varma yoludur.

Bugün modern bilim, atomaltı seviyede kuantum gibi konulara eğilirken; Elmalılı gibi âlimler kelamî sezgiyle çok daha derin bir metafizik zemine ulaşmıştır. Bizim yaptığımız şey ise, bu iki bilgi alanını —kuantum fiziğini ve kelamî yaratılış doktrinini— râsihûn izinde birleştirmeye çalışmaktır.

Kâinatın hem lafzî hem kevnî ayetlerini okuyabilmek, ilimde derinleşenlerin vasfıdır. Dolayısıyla bu tür tefekkürler, ilimde yüzmek değil, kök salmaktır.


7. Kevnî Ayetlerde Müteşabihlik: Kuantum Gerçekliğin Yoruma Açık Yüzü

Kur’an’da "ayet" kelimesi sadece kelâmî (lafzî) vahiy için değil, kevnî (kâinattaki) işaret ve deliller için de kullanılır. Göklerde ve yerde, insanın yaratılışında, gecenin gündüze dönmesinde, yağmurda, hayvanlarda, yıldızlarda — her şeyde "ayetler" vardır.

Ancak dikkat çekici bir hakikat vardır: Tıpkı müteşâbih ayetlerde olduğu gibi, kevnî ayetlerde de bir kapalılık ve çok anlamlılık mevcuttur. Özellikle atomaltı düzeyde, yani kuantum alanında bu durum barizleşir.

🔹 Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi, bir parçacığın konumu ve momentumunun aynı anda bilinemez olduğunu söyler.
🔹 Süperpozisyon, bir parçacığın aynı anda birden çok durumda bulunabileceğini iddia eder.
🔹 Kuantum Dolanıklık, mekân ve zaman sınırlarını aşarak parçacıklar arasında anlık bilgi alışverişini ortaya koyar.

Bu fenomenlerin her biri, sadece teknik değil, epistemolojik bir sorunu da beraberinde getirir: Bilgimiz sınırlıdır, yorum zorunludur, mutlak anlam net değildir.

İşte bu noktada, klasik müfessirlerin müteşabih ayetlere yaklaşımıyla benzerlik kurmak mümkündür:

  • Müteşabih ayetlerde maksat nedir? Allah mı bilir, râsihûn fi’l-ilm mi?

  • Kuantum fenomenlerinde gerçeklik nedir? Gözlemci mi belirler, sistem mi zaten kararsızdır?

Her iki düzeyde de zahirin ötesinde bir mânâ vardır ve bu mânâ, yalnız akılla değil, hikmetle anlaşılır. Kevnî ayetlerdeki müteşabihlik, insanın sadece bilgiye değil, basirete ve hikmete de muhtaç olduğunu gösterir.

Sonuç olarak:

Kâinattaki ayetler de, tıpkı Kur’an’daki müteşabih ayetler gibi, çoğu zaman yoruma açık, anlamı derin ve sadece Rabbânî hikmetle tam olarak kavranabilecek işaretlerdir.

Bu da bize gösterir ki, râsihûn fi’l-ilm, yalnız metinlere değil, aynı zamanda kevnî gerçekliğe de "iman ve ilimle" bakabilen kimselerdir. Kuantum fiziği, bu gerçeğin bilimsel düzeyde tezahür etmiş bir örneğidir.


Sonuç

Modern bilim, henüz fiziksel gerçekliğin sınırlarında dolaşırken, Elmalılı gibi mütefekkirler vahyin aydınlatmasında hakikatin merkezine işaret etmiştir.

Kuantum, aklın sınırlarına; Elmalılı ise yaratıcının mutlak fiiline vardırmıştır. Bu da bize gösterir ki:

Fizik yaratılışı anlatamaz; yaratılış fizik ötesi bir fiildir.

Ve bunu en önce anlayanlar, fiziği aşan kalplerin sahipleri olmuştur.

Elmalılı'nın ibdâ kavramı üzerinden yaptığı teolojik analiz, çağdaş fiziksel ontolojinin en temel sorularına cevap verebilecek derinliktedir. Bilhassa metafizik ve epistemoloji alanında çalışanlar için, bu tür metinler, İslam düşüncesinin çağları aşan gücünü ve vahiy merkezli bir evren tasavvurunun felsefî üstünlüğünü kanıtlamaktadır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...