Meleğin “Gör!” Dediği
(1. Bölüm: Hakikate Uyanışın Emri)
“Oku!” dedi. “Ben okuma bilmem” dedi.
Cebrail onu tutup sıktı ve sonra tekrar dedi: “Oku!”
(Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 3)
Melek sadece bir haberci değildir. O aynı zamanda bir şahit, bir emir taşıyıcısı, bazen de bir uyanıştır. Vahyin taşıyıcısı olan Cebrâil (aleyhisselâm), Resûl’e sadece “Oku!” demedi. Onun ruhunu, kalbini ve aklını bir anda “Gör!” demeye hazır hâle getirdi. Çünkü görmek, sadece gözün işi değil; basîretin, kalbin ve ruhun birliğidir.
“Meleğin ‘Gör!’ dediği” yerde artık perdeler kalkar. Bu, kevnî ayetlerle Kur’an ayetlerinin birleşim noktasıdır. Allah, insana kitabı okumasını emrederken, aynı zamanda kâinat kitabını da görmesini ister. Bu, sıradan bir bakış değil; “hakkıyla bakmak”, yani derûnî idrakle görmek demektir.
“Yeryüzüne bir bakmazlar mı; orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.”
(Şu‘arâ Suresi, 7) (Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Görmek Emri: Sadece Gözle Değil, Lüb ile
Kur’an’da sıkça tekrar edilen “اَوَلَمْ يَنْظُرُوا” (Bakmadılar mı?), “اَفَلَا تَعْقِلُونَ” (Akletmez misiniz?) ve “يَتَفَكَّرُونَ” (Düşünürler) ifadeleri, aslında birer meleksel çağrıdır. Bunlar insanı gördüğünü anlamaya, anladığını yaşamaya ve yaşadığını Allah’a bağlamaya çağırır.
İbn Atâullah el-İskenderî der ki:
“Nazarı kesretle meşgul olan, hakikati göremez.”
Bu yüzden melek “Gör!” derken aslında şunu söyler:
“Çevrende olanı anlamaya çalışma, içindekini çöz. Kudretin izini oku!”
Basîret, basar gözüyle değil; lüb ile olur. Bu sebeple Kur’an, hakikati kavrayanlara “ulü’l-elbâb” der. Çünkü öz’e inen görür, kabuğa takılan ise kaybolur.
Melek ve Varlığın Işığı
Kelâmcılar, melekleri maddî bir cevher değil, “latîf bir varlık” olarak tanımlar. Fahreddin er-Râzî’ye göre meleklerin yaratılış gayesi, Allah’ın emrini taşımak ve âlemler arasında irtibatı sağlamaktır.
Melekler:
- Hakikatin ilahi bir yansısı olan varlıklardır.
- Zamanı ve mekânı bir anda aşarak emri taşıyan nurdurlar.
- Bazen bir ilham, bazen bir duygu, bazen de bir ayetle gelen farkındalık olarak kalpte belirirler.
Ve en önemlisi: Onlar “emr” boyutuna bağlıdır.
“Melekler ve Ruh, onda Rablerinin izniyle her iş için inerler.”
(Kadir Suresi, 4) (Diyanet İşleri Başkanlığı Meali)
Görmenin Dirilttiği
Bu çağrıyı işiten kişi artık sıradan biri değildir. Melek “Gör!” dediyse, artık gaflet perdesi kalkmış demektir. Yaratılışı, kaderi, hatta kendi benliğini “sıradan” değil, şahitlik vesilesi olarak görmeye başlar. Tıpkı Hz. İbrahim’in yıldızlara, aya ve güneşe bakarken aslında sadece “bakmak” değil, hakikati aramak üzere yöneldiği gibi (En‘âm 75–79).
Görmek burada bir iç dirilişe dönüşür:
- Gördükçe iman artar,
- İman arttıkça perde kalkar,
- Perde kalktıkça kudret tecellisi ortaya çıkar.
Sonuç: Hakikat, Bakmakla Değil, Görmekle Açılır
Bugün insanlar çok şeye bakıyor, ama çok az şeyi görüyor.
Çünkü görmek için bir meleğin kalbe dokunuşu, yani ilahi bir iç uyanış gerekir. O melek bazen bir ayet, bazen bir olay, bazen bir çöküş, bazen bir niyaz, bazen de sadece bir kelimedir:
“Gör!”
Yorumlar
Yorum Gönder