Kulluk Ahdidir: Elest, Emanet ve Fıtrat Üçgeninde Seyyidü’l-İstiğfar
İnsan, Kur’an’a göre sadece biyolojik bir varlık değil; söz vermiş, yük almış ve yaratılışıyla bu söze mühürlenmiş bir sorumluluk taşıyıcısıdır. İbadet ise sadece emirleri yerine getirmek değil, bu sözün tutulmasıdır.
Bugün birçok insan ibadeti; cennet umudu, sevap kazanma arzusu veya toplumsal ritüel olarak görmektedir. Ancak Kur’an, ibadeti ahlâkî değil; hakîkî bir hak ve adalet meselesi olarak sunar. Çünkü bu kulluk Allah’a ait olan bir “hak”tır. Bizden önce şefkat değil, sadakat istenmektedir.
🕋 Elest: İnsanın Verdiği İlk Söz
“Rabbin, Âdemoğullarının zürriyetlerini onların sırtlarından almış ve onlara ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar: ‘Evet, şahit olduk’ demişlerdi…”
(A’râf, 172)
Bu ayet, insanın Allah’a yaratılmadan önce verdiği ilk beyanı bildirir. Bu söz, herhangi bir cümle değil; insanın yokluktan varlığa çıkarılmasının anlamıdır. Elest, kulun fıtratında mühürlü olan ilk hakikattir: Sen benim Rabbimsin.
🏔️ Emanet: Yüklenilen İlahi Sorumluluk
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar onu yüklenmekten çekindiler. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”
(Ahzâb, 72)
Bu emanet, tefsirlere göre:
- Tevhid,
- Sorumluluk,
- Kulluk ahdi,
- Akıl ve irade ile mesuliyet taşıma yüküdür.
Dağların, göklerin taşıyamadığı bu yükü, insan kabul etmiş ve böylece varlık âleminde emanetin sahibi olmuştur. Bu da demektir ki: İnsanın anlamı, emanete sadakatiyle ölçülür.
🧬 Fıtrat: Kulluk İçin Kodlanmış Varlık
“Yüzünü dosdoğru dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur.”
(Rûm, 30)
İnsan, Elest’te verdiği sözü sadece unutmamakla değil, fıtratında onunla yaratılmakla sorumludur.
Yani ibadet, dışsal bir yük değil; içsel bir kodtur. Bu ayete göre inkâr ve şirk, insanın kendine ihanetidir.
📿 Seyyidü’l-İstiğfar: Ahdin Yenilenmesi
İşte bu ahdi her gün yeniden dillendiren dua: Seyyidü’l-İstiğfar:
“Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Gücüm yettiğince Senin ahdin ve vaadin üzereyim. İşlediğim kötülüklerden Sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ve işlediğim günahları itiraf ediyorum. Beni bağışla! Çünkü Senden başka günahları bağışlayacak yoktur.”
(Buhârî, Deavât 2)
Bu dua aslında:
- A’râf 172’deki Elest sözünün ikrarı,
- Ahzâb 72’deki emanetin kabulü,
- Rûm 30’daki fıtratın hatırlanmasıdır.
Ve kul burada şunu der:
“Ben sözümü unutmadım; emaneti taşıyamamış olsam da terk etmedim. Senin hakkını iade etmek için geri döndüm.”
⚖️ Nahl 90: Kullukta Öncelik Adalettedir
“Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar.”
(Nahl, 90)
Bu ayet, Allah’ın dinindeki öncelik sıralamasını gösterir:
- Adalet → Hakkı sahibine vermek (önce Allah’ın hakkı: kulluk)
- İhsan → Lütuf, sevgi, fazilet
- Sıla-i rahim → Toplumsal bağların korunması
Bugün birçok insan “Allah niye ibadet istiyor?” derken bir hakkı değil, bir lütfu konuşur gibi yaklaşıyor. Oysa Nahl 90 gösteriyor ki:
Allah’ın bizden ilk istediği, önce adalettir; yani hakkını teslim etmemizdir.
🧾 Sonuç: Kulluk, Bir Hakkı Teslimdir
İbadet, Allah’ın lütfunu kazanma arzusu değil; O’nun hak ettiği bir şeyin geri verilmesidir.
Elest’te söz verdik, emaneti yüklendik, fıtratımızla mühürlendik. Seyyidü’l-İstiğfar ise her gün o sözü yenilemek, emaneti hatırlamak ve Rabbimizin hakkını teslim etmeye niyet beyanıdır.
“Ben Senin ahdin ve vaadin üzereyim.”
Bu cümleyle kul sadece dua etmiyor; sadakat yemini ediyor.
O hâlde:
🔹 Kulluk bir sevap arayışı değil; bir ahde vefa meselesidir.
🔹 İbadet, Allah’ın hakkıdır; bizim sadakatimizdir.
🔹 Ve her kul, her gün bu hakkı iade etmek için ayağa kalkmalıdır.
🔻
EK: Allah’ın Hakkı Olmadan Adalet Sahte Olur
Bugün herkes adaletten söz eder. Fakat çoğu insan, adaletin asıl sahibinin Allah olduğunu unutur.
Oysa Kur’an’da en başta emredilen adalet, sadece insanlar arası değil, Allah ile kul arasında hakkın tanınmasıdır.
Çünkü adalet, her hak sahibine hakkını vermektir ve bütün hakların kaynağı Allah Teâlâ’dır.
Eğer Allah’ın hakkı tanınmazsa, diğer hiçbir hak yerli yerine oturmaz. Bu yüzden Allah’a kulluk etmeyen, O’nun hakkını çiğneyen biri, başkasının hakkına da saygı gösteremez. Bu gerçek, tarihte en açık şekilde Firavun, Nemrut ve Batı medeniyeti örneklerinde karşımıza çıkar:
🏛️
Firavun: Hakkı çiğneyen ilahlık iddiası
Firavun, “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (Nâziât 24) diyerek Allah’ın hakkını gasp etti.
Sonuç: zulüm, kölelik, kan. Çünkü Allah’a kulluk etmeyenin elinde insanlar oyuncak olur.
🏺
Nemrut: Rabbini inkâr eden zorbalık
İbrahim (a.s.)’ın karşısındaki Nemrut, “Ben de öldürürüm, yaşatırım” diyerek Allah’ın hayat üzerindeki hakkını reddetti.
Böylece adaleti şahsına bağladı. Allah’ı tanımayanın adaleti, nefsinden ibaret olur.
⚰️
Modern Batı: Seküler adaletin sahtekârlığı
Bugünün Batı dünyası insan hakları, özgürlük gibi kavramları dillerine pelesenk etmiştir.
Ancak Afrika’da, Asya’da, Orta Doğu’da sürdürdüğü zulümle gösterdi ki:
Allah’ın hükmünü dışlayan bir sistemin adaleti maskeden ibarettir.
Allah’ın hakkını tanımayan bir düzen, hakları değil çıkarları korur.
⚖️
Netice:
Adaletin başı, bütün hakları yaratan Allah’ın hakkını teslim etmektir.
Allah’a kul olmayan, ya nefse ya tağuta kul olur.
Ve bu kulluklar asla adalet üretmez, ancak zulüm doğurur.
O hâlde:
🔹 Adaletin özü tevhiddir.
🔹 İlk hak Allah’ındır.
🔹 Allah’ın hakkını vermeyen, başkasının hakkını da çiğner.
Yorumlar
Yorum Gönder