İslam’ı da Batı’yı da Tanıyoruz: Gerçek Eleştiri İçeriden Gelir
1. Giriş: Eleştirinin Meşruiyeti ve Dayanağı
Eleştiri, bilgi ve idrak üzerine bina edilirse anlamlı ve etkili olur. Kimi çevrelerde yaygınlaşan İslam eleştirilerinin büyük kısmı, bizzat İslam’ın ne olduğu bilinmeden, onun hakkında ikinci veya üçüncü elden, çoğu zaman oryantalist birikimin tortularıyla şekillenmiş kanaatlere dayanmaktadır. Bunun karşısında, hem İslam’ın ilkesel ve tarihsel derinliğini bilen hem de Batı düşüncesinin iç yapısını kavramış bireylerin eleştirileri çok daha tutarlıdır. Bu yazıda, özellikle Batı merkezli düşünsel paradigmanın İslam’a yönelik eleştirilerinin yüzeyselliği ile, İslam’ın kendi epistemolojik ve ontolojik kökleri içinden yetişmiş bireylerin Batı eleştirisinin derinliği karşılaştırılacaktır.
2. Türkiye'deki Seküler Batıcılık: Taklitçi Aydın Sınıfın Çıkmazı
Modern Türkiye’deki birçok seküler ve Batıcı çevre, Batı’yı kendi üretimlerinden çok daha fazla idealize ederken, İslam’ı kendi hakikatinden çok daha az anlamaktadır. Bu kesimlerin birçoğu Kant’ın adını bilir, ama onun “numen” ve “fenomen” ayrımının neyi imkânlı neyi imkânsız kıldığını bilmez. Hegel’den alıntı yapar, ama onun tarih felsefesindeki “Ruh” kavramıyla İslam’daki “ruh” anlayışı arasındaki farkı kavrayamaz.
Bu bağlamda, özellikle pozitivist ve materyalist düşünce kalıpları içerisinde şekillenmiş eleştiriler, hem Batı düşüncesinin kendi iç çelişkilerini fark edemez hem de İslam’ın derin metafizik yapısını anlamlandıramaz. Bu, eleştiriyi tutarsız ve sloganik hâle getirir.
3. Gerçek Eleştiri İçerden Gelir: Epistemik Konumun Gücü
İki dünyayı da tanıyan bir mütefekkir, sadece dışsal karşılaştırmalar değil, ontolojik ve epistemolojik içerik analizleri de yapabilir. Mesela, İslam’daki yaratma anlayışı ile Aristotelesçi “ezelî hareket” fikri arasındaki farkı bilen biri, Batı düşüncesinin neden Tanrı’yı dışlayan bir kozmolojiye meylettiğini tarihsel olarak anlayabilir. Bu da eleştiriyi karikatür olmaktan çıkarır ve ciddi felsefî bir çerçeveye oturtur.
Böyle bir eleştirmen:
Hem Gazâlî’nin sebepler zincirini kesen “âdetullah” anlayışını bilir,
Hem de David Hume’un nedenselliğe getirdiği eleştirilerin aslında İslam kelamının etkisiyle doğduğunu fark eder.
Bu noktada eleştiri bir “taraftarlık” değil, bir basiret ve ilim meselesi hâline gelir.
4. Batı'yı Bilmek: İçeriden Eleştiri Ne Demektir?
Bir düşünce sistemini içeriden eleştirmek, onun temel varsayımlarını, varsayılmamış varsayımlarını, kendi içinde sakladığı çelişkileri görmeyi gerektirir. Örneğin:
Kant’ın fenomen ve numen ayrımı,
Descartes’ın “düşünüyorum öyleyse varım” ifadesindeki ontolojik kopukluk,
Newtoncu evrenin saat gibi işleyen kapalı sistem tasarımı,
Ve nihayet 20. yüzyıldaki kuantum fiziğinin bu anlayışı çökertmesi…
Bu gelişmeleri bilen biri, Batı’nın düşünsel evrimini de onun krizlerini de bilir. Böyle biri, Batı’yı eleştirirken onu romantize etmez; kendi kaynaklarından, kendi iç tartışmalarından hareketle hakikatin izini sürer.
4.1. Kant’ın Numen Yanılgısı: Zaman, Mekân ve Nedenselliğin Sınırı Nerededir?
Kant, “Saf Aklın Eleştirisi”nde insan zihninin yalnızca fenomenler (görüngüler) üzerine bilgi üretebileceğini; “numen”in (kendinde şey) ise aklın alanı dışında kaldığını savunur. Kant’a göre zaman, mekân ve nedensellik sadece fenomenler dünyasında geçerlidir, numen bu kategorilerin dışındadır. Böylece metafizik bilgi olanaksız ilan edilir; sadece deneyim alanı bilgiye elverişli sayılır.
Ancak bu önerme, hem mantıksal hem bilimsel olarak çürütülmüştür:
a. Modern Fizik Kant’ı Çürüttü
Kant’ın yaşadığı dönemde Newton fiziği hâkimdi; evren saat gibi işleyen, mutlak zaman ve mekân içinde konumlanmış bir yapıydı. Fakat 20. yüzyılda bu tablo köklü şekilde değişti:
Einstein’ın görelilik teorisi, zaman ve mekânın sabit değil, maddeden etkilenen değişken boyutlar olduğunu ortaya koydu. Yani zaman ve mekân fenomenin dışsal çerçevesi değil, maddenin doğasına içkin ve onunla birlikte yaratılan/yaratılan şeylerdir.
Kuantum fiziği, gözlemlenemeyen ama etkisi ölçülebilen “kendinde şey”lere (örneğin dalga fonksiyonu, süperpozisyon, dolanıklık) bilimsel olarak yaklaşabileceğimizi gösterdi. Bu kavramlar klasik anlamda fenomen değil, ama tamamen numen de değildir. Gözle görülmezler ama etki ederler.
Yani Kant’ın dışladığı alan, artık bilimin araştırma alanına dâhildir.
b. Zaman ve Nedensellik Numenin Dışında Değil, Tam Merkezindedir
Bugün kuantum alanında yapılan deneyler (örneğin Bell deneyleri), klasik nedenselliğin bile sadece fenomenlerle sınırlı olmadığını, sebep-sonuç ilişkilerinin bazen zamanın yönünü bile tersine çevirebilecek şekilde işlediğini ortaya koymuştur.
Bu durumda, Kant’ın “numen zaman ve nedensellik dışıdır” iddiası, hem bilimsel olarak geçersiz hâle gelmiş, hem de metafiziğin dışlandığı zemini ortadan kalkmıştır. Artık metafizik sadece bir spekülasyon değil; bilimsel sezgi ve mantıksal tümevarım için kaçınılmaz bir epistemolojik ön koşul hâline gelmiştir.
4.2. Pozitivizmin Çöküşü: Metafiziğin Epistemolojiye Geri Dönüşü
Kant’ın yanlış ontolojisi, sonradan gelen pozitivistlerin epistemolojisini doğrudan etkilemiştir. Auguste Comte’tan başlayarak 20. yüzyıla kadar gelen pozitivist akımlar, “sadece gözlenebilir olana dair bilgi vardır” diyerek metafiziği tümüyle reddetmişlerdir.
Ancak:
Kuantum fiziği, bilimin gözlem ve deneyle sınırlı olmadığını; gözlem öncesi gerçekliğin (örneğin ölçülmemiş elektron) varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu gösterdi.
Kozmoloji, evrenin başlangıcına (Big Bang) dair metafizik soruları kaçınılmaz kıldı: “Hiçlikten neden bir şey var?”, “Başlangıç koşulları kim tarafından ayarlandı?” gibi sorular bilimsel değil metafizik sorulardır ama cevapsız bırakıldıklarında bilim de anlamını yitirir.
Matematiksel realizm, fiziksel evrenin matematikle açıklanabilirliğini metafizik bir “düzen” veya “zihin” gereği olarak görmek zorunda kaldı (bkz. Roger Penrose, Eugene Wigner).
Böylece, bilim metafiziğe sırtını dönemeyeceğini kabul etti. Metafizik, epistemolojiye yeniden ve meşru bir şekildedahil oldu.
5. İslam’ı Bilmek: Vahiy, Fıtrat ve Aklın Muvazenesi
İslam eleştirisi yapan Batıcıların en temel zaafı, İslam’ı dinî bir yapı olarak değil, genellikle siyasi-tarihi bir figürler bütünü olarak görmeleridir. Oysa İslam:
Vahiy temellidir,
Aklı dışlamaz, aksine onun sınırlarını göstererek yerli yerine oturtur,
Ve en önemlisi, fıtratla çelişmeyen, onu takviye eden bir sistemdir.
İslam’ı bilen biri, onun ibadet hükümlerinden önce ontolojik, epistemolojik ve ahlaki bir dünya görüşü inşa ettiğini bilir. Bu sebeple yapılan eleştiriler basit bir tarihsel olay veya fıkhi bir hüküm üzerinden değil, dünya görüşü düzeyinden yapılır.
6. Sonuç: Eleştiri mi Taklit mi?
Bugün Türkiye’de sıkça karşılaştığımız şey eleştiri değil, taklitten ibaret sloganlardır. Bu sloganik yaklaşımlar, ne Batı’nın hakikat arayışını kavrayabilir ne de İslam’ın ilahi kelamdan gelen hakikat çağrısını. Gerçek eleştiri; hem zihinsel bir donanım hem de adil bir niyet gerektirir. Bizler, İslam’ın içinden yetişmiş ama Batı’yı da içeriden okumuş bireyler olarak bu iki medeniyetin de iç yüzünü biliyor ve kendi kimliğimizle, kendi kavramlarımızla konuşuyoruz.
Ve şunu açıkça söylüyoruz:
“Bu mu sizin aydınlanmanız? Sözde aydınlandık diye, özde şeytana kul olup zifiri karanlığa mı mahkûm oldunuz?”
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder