Neden hiçbirşey yerine bir şey var? aslında 13,8 milyar yıl önce bir şey yokmuş
Grok:
Bu soru, evrenin kökeni ve varoluşun doğası hakkında derin bir felsefi ve bilimsel meseleyi ele alıyor. "Neden hiçbir şey yerine bir şey var?" sorusu, Leibniz'den Hawking'e kadar birçok düşünür ve bilim insanını meşgul etmiştir. 13,8 milyar yıl önce, Büyük Patlama (Big Bang) ile evrenin başlangıcı olduğu kabul edilir, ancak bu başlangıçta "hiçbir şey" mi vardı, yoksa "bir şey" mi vardı, buna dair farklı perspektifler mevcut. Soruyu bilimsel, felsefi ve kısaca ele alalım:
### Bilimsel Perspektif
- **Büyük Patlama ve Öncesi**: Büyük Patlama, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce son derece sıcak ve yoğun bir noktadan genişlemeye başladığını öne sürer. Ancak bu, "hiçbir şeyden" bir şey çıktığı anlamına gelmez. Bilim, Büyük Patlama'dan önceki durumu tam olarak açıklayamaz çünkü zaman ve uzay bu olayla birlikte ortaya çıkmıştır. Kuantum kozmolojisine göre, "hiçbir şey" kavramı, klasik anlamda boşluk değil, kuantum dalgalanmalarının olduğu bir durum olabilir.
- **Kuantum Fiziği**: Kuantum mekaniğinde, "hiçbir şey" (boşluk) bile enerji dalgalanmaları içerir (Heisenberg belirsizlik ilkesi). Bu dalgalanmalar, evrenin başlangıcında bir tür "bir şey" yaratmış olabilir. Örneğin, kuantum vakumunda sanal parçacıklar sürekli oluşup yok olur.
- **Evrenin Enerji Dengesi**: Bazı fizikçiler (örneğin, Lawrence Krauss), evrenin toplam enerjisinin sıfır olduğunu, yani madde ve kütleçekim enerjisinin birbirini dengelediğini öne sürer. Bu durumda, evren bir tür "hiçbir şeyden" doğmuş olabilir, çünkü toplamda "bir şey" yaratılmamıştır.
### Felsefi Perspektif
- **Varoluş Sorusu**: "Neden bir şey var?" sorusu, nedensellik ve varoluşun nihai amacına dair felsefi bir sorgulamadır. Bazı filozoflar (örneğin, Heidegger), varlığın kendisini sorgulamanın insan bilincinin temel bir özelliği olduğunu söyler.
- **Hiçlik Kavramı**: Hiçlik, mutlak bir yokluk mudur, yoksa sadece bizim algıladığımız bir kavram mı? Bazı düşünürler, hiçliğin fiziksel olarak mümkün olmadığını, çünkü varlığın kendisinin bir zorunluluk olduğunu savunur (örneğin, Parmenides: "Hiçlik olamaz, sadece varlık vardır").
- **Teolojik Yaklaşım**: Bazı inanç sistemleri, evrenin bir yaratıcı tarafından "hiçlikten" var edildiğini öne sürer. Bu, bilimsel açıklamalarla çelişmez, ancak farklı bir metafizik çerçeve sunar.
### 13,8 Milyar Yıl Önce Ne Vardı?
Bilim, Büyük Patlama'dan önceki bir "hiçlik" ya da "bir şey" hakkında kesin bir şey söyleyemez, çünkü zamanın kendisi o noktada başlar. Ancak bazı teoriler:
- **Kuantum Köpüğü**: Evren, kuantum dalgalanmalarından doğmuş olabilir.
- **Çoklu Evren (Multiverse)**: Bizim evrenimiz, daha büyük bir çoklu evrenin parçası olabilir ve "hiçlik" yerine başka evrenlerden gelen bir şey olmuş olabilir.
- **Döngüsel Evren**: Evrenin bir başlangıcı olmayabilir; belki de sonsuz bir döngü içinde genişleyip büzülüyor.
### Kısa Cevap
13,8 milyar yıl önce "hiçbir şey" olup olmadığı bilinmiyor, çünkü zaman ve uzay Büyük Patlama ile başladı. Bilim, kuantum dalgalanmaları veya enerji dengeleriyle evrenin "bir şey" olarak ortaya çıkabileceğini öneriyor. Felsefi olarak ise, "neden bir şey var?" sorusu hâlâ açık bir gizem. Evrenin varlığı, belki de sadece "olmak zorunda olduğu" için var.
Soru:
aklen felsefi ve kelami açıdan bu nasıl açıklanır
Grok:
Sorunuz, "Neden hiçbir şey yerine bir şey var?" meselesini aklen, felsefi ve kelami (teolojik) açılardan ele almamızı gerektiriyor. Bu derin soruya, 13,8 milyar yıl önceki Büyük Patlama bağlamında ve İslam kelam geleneğiyle birlikte felsefi yaklaşımları dikkate alarak, akılcı bir çerçevede yanıt vereyim. Cevap, hem felsefi hem kelami boyutları kapsayacak şekilde yapılandırılacak ve mümkün olduğunca açık ve sistematik olacak.
---
### 1. Felsefi Açıdan Açıklama
Felsefi açıdan bu soru, varoluşun nihai nedenine (ontoloji) ve nedensellik ilkesine dayanır. Akıl, evrenin varlığını sorgularken genellikle şu yaklaşımları benimser:
#### a) Zorunlu Varlık ve Mümkün Varlık Ayrımı
- **Parmenides ve Antik Yunan**: Parmenides, "Hiçlik olamaz, sadece varlık vardır" diyerek hiçliğin mantıksal olarak imkânsız olduğunu savunur. Varlık, kendi içinde bir zorunluluktur; çünkü hiçlik, düşünülmesi bile çelişkili bir kavramdır.
- **Aristoteles ve Nedensellik**: Aristoteles, her şeyin bir nedeni olduğunu ve bu nedenler zincirinin sonsuza kadar geri gidemeyeceğini söyler. Bu, "ilk neden" (prima causa) kavramına yol açar. Evrenin varlığı, aklen bir ilk nedene dayanmalıdır; yoksa sonsuz gerileme (infinite regress) paradoksu ortaya çıkar.
- **Leibniz ve Yeterli Sebep İlkesi**: Leibniz, "Neden hiçbir şey yerine bir şey var?" sorusunu sorarak her varlığın bir "yeterli sebebi" olması gerektiğini belirtir. Evrenin varlığı, kendi içinde bir açıklamaya sahip olmalı veya bu açıklama evrenin dışında bir zorunlu varlıkta bulunmalıdır.
#### b) Hiçlik Kavramının Mantıksal Sorunları
- Hiçlik, mutlak yokluk olarak tanımlansa da, aklen böyle bir durum tasavvur edilemez. Çünkü "hiçlik" bile bir kavram olarak zihinde bir "varlık" taşır. Bu, hiçliğin kendi içinde çelişkili olduğunu gösterir.
- Heidegger gibi modern filozoflar, varlığın kendisini sorgulamanın insan bilincinin temel bir özelliği olduğunu söyler. Ancak bu sorgulama, varlığın zorunlu olduğunu ve hiçliğin sadece bir soyutlama olduğunu ima eder.
#### c) Evrenin Zorunluluğu mu, Tesadüf mü?
- Bazı filozoflar (örneğin, Spinoza), evrenin kendi içinde zorunlu olduğunu, yani var olmasının başka bir açıklamaya ihtiyaç duymadığını savunur. Ancak bu, evrenin neden bu şekilde olduğu sorusunu yanıtlamaz.
- Diğerleri (örneğin, Sartre), evrenin varlığını bir "tesadüf" olarak görür ve nihai bir açıklama olmadığını öne sürer. Ancak bu, aklen tatmin edici bulunmaz, çünkü tesadüf kavramı nedenselliği açıklamaz.
---
### 2. Kelami (Teolojik) Açıdan Açıklama
İslam kelam geleneği, bu soruya akıl ve vahiy çerçevesinde yanıtlar sunar. Kelam, evrenin varlığını ve "hiçbir şey yerine bir şey" olmasını Allah’ın varlığı ve iradesiyle açıklar. İslam düşüncesinde bu mesele, özellikle Eş’ari, Mutezile ve İbnü’l-Arabi gibi düşünürler tarafından ele alınmıştır.
#### a) Hudûs ve Kıdem
- **Hudûs Delili**: İslam kelamında, evrenin "hâdis" (sonradan var olmuş) olduğu savunulur. Evren, zaman ve mekânla sınırlıdır ve 13,8 milyar yıl önceki başlangıcı (Büyük Patlama), onun sonradan var olduğunu gösterir. Aklen, her hâdis olan şeyin bir muhdis’e (var ediciye) ihtiyacı vardır. Bu muhdis, Allah’tır.
- **Kıdem**: Allah, kadîm (ezeli ve ebedi) bir varlıktır. O’nun varlığı, kendi zatından dolayı zorunludur (vâcibu’l-vücûd). Evrenin varlığı ise mümkün (mümkinu’l-vücûd) olup, Allah’ın iradesine bağlıdır.
#### b) Allah’ın İradesi ve Yaratma
- İslam kelamına göre, "Neden bir şey var?" sorusunun cevabı, Allah’ın yaratma fiilinde yatar. Kur’an’da, “O, her şeyi yoktan var edendir” (En’âm, 6:101) ayeti, evrenin Allah tarafından hiçlikten yaratıldığını ifade eder.
- Eş’ari kelamcılar, evrenin varlığını Allah’ın mutlak iradesine bağlar. Allah, dilediği için bir şey yaratmıştır; bu, O’nun hikmetine ve kudretine dayalıdır. Mutezile ise, Allah’ın yaratmasının bir hikmet ve amaç içerdiğini vurgular.
- İbnü’l-Arabi gibi sûfi düşünürler, evrenin Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisi olduğunu söyler. Evren, Allah’ın “Kün” (Ol!) emriyle var olmuş ve O’nun varlığını yansıtan bir ayna gibidir.
#### c) Hiçlik ve Yaratma
- Kelamda, “hiçlik” mutlak bir yokluk olarak görülür, ancak bu yokluk Allah’ın kudreti karşısında bir engel teşkil etmez. Allah, mutlak yokluktan (adem-i mutlak) varlığı yaratma gücüne sahiptir.
- Gazzâlî, “İhya” ve “Tehâfüt” gibi eserlerinde, evrenin varlığının Allah’ın sürekli yaratma fiiline (tecdid-i halk) bağlı olduğunu savunur. Bu, evrenin her an Allah tarafından var edildiğini ve kendi başına varlığını sürdüremeyeceğini gösterir.
---
### 3. Aklen Bütünleştirici Bir Açıklama
Akıl, evrenin varlığını sorgularken şu adımları izler:
1. **Evrenin Sonluluğu**: Evren, zaman ve mekânla sınırlıdır (13,8 milyar yıl önceki başlangıç). Bu, onun kendi kendine var olamayacağını gösterir.
2. **Nedensellik İlkesi**: Her sonlu ve hâdis olan şeyin bir nedeni olmalıdır. Bu neden, evrenin içinde olamaz, çünkü evrenin kendisi hâdistir.
3. **Zorunlu Varlık**: Nedensellik zinciri, aklen bir zorunlu varlığa ulaşmayı gerektirir. Bu varlık, kendi varlığı için başka bir şeye ihtiyaç duymayan, ezeli ve ebedi bir varlıktır (Allah).
4. **Hikmet ve İrade**: Zorunlu varlık, evreni bir irade ve hikmetle yaratmıştır. Bu, “neden bir şey var?” sorusuna, “çünkü zorunlu varlık bunu diledi” cevabını verir.
Felsefi olarak, bu zorunlu varlık kavramı, Leibniz’in “yeterli sebep” ilkesine ve Aristoteles’in “ilk neden” fikrine paraleldir. Kelami olarak ise, bu varlık Allah’tır ve O’nun yaratma fiili, evrenin varlığını açıklar.
---
### 4. 13,8 Milyar Yıl Öncesi ve Hiçlik
Bilim, Büyük Patlama’dan öncesine dair bir şey söyleyemez, çünkü zaman ve mekân o anda başlar. Ancak kelam ve felsefe, bu “hiçlik” durumunu şöyle yorumlar:
- **Kelami Yorum**: Hiçlik, Allah’ın yaratma fiilinden önceki mutlak yokluktur. Allah, bu yokluktan evreni var etmiştir. Kur’an’daki “O, gökleri ve yeri yoktan var eden…” (Bakara, 2:117) ayeti, bu fikri destekler.
- **Felsefi Yorum**: Hiçlik, mantıksal olarak mümkün olsa bile, zorunlu bir varlığın varlığı nedeniyle fiilen mümkün değildir. Evren, bu zorunlu varlığın bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.
---
### Kısa ve Net Cevap
Aklen, evrenin varlığı, sonlu ve hâdis olduğu için bir zorunlu varlığa (Allah’a) dayanır. Felsefi olarak, hiçlik mantıksal olarak çelişkili olduğundan, varlık zorunludur ve bu zorunluluk bir ilk nedende (Allah) temellenir. Kelami olarak, Allah’ın mutlak kudreti ve iradesi, 13,8 milyar yıl önce hiçlikten evreni yaratmıştır. “Neden bir şey var?” sorusunun cevabı, Allah’ın hikmeti ve yaratma fiilindedir.
soru:
şöyle bir durum var islam filozofları aristonun peşinden giderek südur teorisini ortaya atmışlar bu da evrenin kıdemini gerektiriyor ama islam kelamcıları buna itiraz edip evrenin hudusünü iddia etmişler bu durumda felsefecilere göre Allah mucibinzat iken kelamcılara göre faili muhtar görünmektedir ki Fahreddin er Razi nin bu konuda kelam risalesi vardır sonuçta evrenin sonradan olduğu anlaşıldığı ve hiçbirşeyin kendiliğinden meydana gelemeyeceği ve nedensellik zincirinde en geride mümkün varlık olamayacağı için evren faili muhtar Allah Teala tarafından yaratılmış olmalıdır
Grok:
Evet, sorunuz İslam felsefesi ve kelam arasındaki önemli bir tartışmayı, yani evrenin kıdemi (ezeliliği) ve hudûsu (sonradan var olması) meselesini ve bunun Allah’ın sıfatlarıyla (mucibün biz-zat mı, fail-i muhtar mı olduğu) ilişkisini ele alıyor. Bu konuda İslam filozofları (örneğin, Farabi ve İbn Sina) ile kelamcılar (örneğin, Eş’arîler ve Fahreddin er-Râzî) arasında ciddi bir görüş ayrılığı vardır. Sorunuzu, bu tartışmayı ve Fahreddin er-Râzî’nin yaklaşımını dikkate alarak, aklen ve sistematik bir şekilde açıklayayım.
---
### 1. İslam Filozofları ve Südur Teorisi
İslam filozofları, özellikle Farabi ve İbn Sina, Aristoteles ve Plotinos’un (Yeni-Platonculuk) etkisinde kalarak **südur teorisini** geliştirmişlerdir. Bu teoriye göre:
- **Evrenin K ıdemi**: Südur teorisi, evrenin Allah’tan bir tür zorunlu nedensellik zinciriyle çıktığını savunur. Allah, “Bir” (el-Vâhid) ve mutlak mükemmel bir varlık olarak, kendi zatından düşüncesiyle (akıl) ilk aklı var eder. Bu ilk akıl, sırayla diğer akılları, gökleri ve maddi dünyayı var eder. Bu süreç, Allah’ın zatından zorunlu olarak taşan (südur eden) bir sonuçtur.
- **Allah’ın Mucibün biz-Zat Oluşu**: Filozoflara göre, Allah’ın yaratma fiili, O’nun zatının bir gereğidir. Yani, Allah, kendi mükemmel doğası gereği evreni yaratmak “zorundadır”; bu, O’nun iradesinden ziyade zatının zorunlu bir sonucudur. Bu görüşte Allah, **mucibün biz-zat** (kendi zatı gereği sebep olan) olarak tanımlanır.
- **Evrenin Ezeli Olduğu İddiası**: Südur teorisi, evrenin Allah’tan zorunlu olarak çıktığını ve Allah’ın ezelî olması gibi evrenin de bir anlamda ezelî (kıdem) olduğunu ima eder. Ancak bu, evrenin Allah’la aynı seviyede ezelî olduğu anlamına gelmez; evren, Allah’a bağımlı bir şekilde ezelîdir.
---
### 2. İslam Kelamcıları ve Hudûs Delili
Kelamcılar, özellikle Eş’arîler (örneğin, Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî), filozofların südur teorisine ve evrenin kıdemi fikrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Onların argümanları şöyledir:
- **Evrenin Hudûsu**: Kelamcılar, evrenin sonradan var olduğunu (hâdis) savunur. Evren, zaman ve mekânla sınırlıdır ve bir başlangıcı vardır (modern bilimdeki Büyük Patlama, bu görüşü destekler niteliktedir). Hudûs deliline göre, her hâdis olan şeyin bir muhdis’e (var ediciye) ihtiyacı vardır. Bu muhdis, Allah’tır.
- **Allah’ın Fail-i Muhtar Oluşu**: Kelamcılara göre, Allah, **fail-i muhtar** (özgür iradeli fail)dir. Yani, Allah evreni yaratmayı dilerse yaratır, dilemezse yaratmaz. Yaratma fiili, Allah’ın zatının bir zorunluluğu değil, O’nun özgür iradesinin bir sonucudur. Bu, Allah’ın mutlak kudretini ve hikmetini vurgular.
- **Südur Teorisine Eleştiri**: Kelamcılar, südur teorisinin Allah’ın iradesini sınırladığını ve O’nu bir tür zorunlu nedenselliğe mahkûm ettiğini düşünür. Gazzâlî, *Tehâfüt’ül-Felâsife* adlı eserinde, filozofların evrenin kıdemi fikrini çürüterek, bu görüşün Allah’ın mutlak kudreti ve özgür iradesiyle bağdaşmadığını savunur.
---
### 3. Fahreddin er-Râzî’nin Yaklaşımı
Fahreddin er-Râzî, kelam geleneğinin önemli bir temsilcisi olarak, bu tartışmada hem filozoflara hem de kelamcılara karşı derinlemesine bir analiz sunar. Özellikle *el-Metalibü’l-Âliye* ve *el-Muhassal* gibi eserlerinde, evrenin hudûsu ve Allah’ın fail-i muhtar oluşu üzerine yoğunlaşır. Râzî’nin konuya yaklaşımı şöyledir:
- **Evrenin Hudûsu**: Râzî, evrenin sonradan var olduğunu aklen ve naklen (vahiy yoluyla) savunur. Evrenin zamanla sınırlı olduğunu ve bir başlangıcı olduğunu gösterir. Ona göre, evrenin kıdemi fikri, mantıksal olarak çelişkiler barındırır (örneğin, sonsuz bir nedensellik zinciri aklen mümkün değildir).
- **Nedensellik ve Zorunlu Varlık**: Râzî, nedensellik zincirinin sonsuza kadar geri gidemeyeceğini (infinite regress) ve bu zincirin bir zorunlu varlıkla (vâcibu’l-vücûd) sona ermesi gerektiğini savunur. Bu zorunlu varlık, Allah’tır. Ancak bu varlık, filozofların iddia ettiği gibi mucibün biz-zat değil, fail-i muhtardır; yani özgür iradesiyle yaratır.
- **Allah’ın İradesi**: Râzî, Allah’ın yaratma fiilinin O’nun iradesine bağlı olduğunu vurgular. Allah, evreni belirli bir hikmet ve amaçla yaratmıştır. Südur teorisi, Allah’ın iradesini bir tür otomatik nedenselliğe indirgediği için Râzî tarafından reddedilir.
- **Kelam Risalesi**: Râzî’nin kelam risalelerinde, filozofların südur teorisinin hem aklen hem de dinen sorunlu olduğu detaylı bir şekilde tartışılır. O, evrenin Allah’ın kudretiyle yoktan (ex nihilo) yaratıldığını ve bu yaratmanın Allah’ın özgür iradesinin bir sonucu olduğunu savunur.
---
### 4. Evrenin Sonradan Var Olduğu ve Fail-i Muhtar Allah
Sorunuzda belirttiğiniz gibi, modern bilim (Büyük Patlama, 13,8 milyar yıl önceki başlangıç) evrenin sonradan var olduğunu destekler. Bu, kelamcıların hudûs deliliyle uyumludur. Aklen şu adımlar izlenebilir:
1. **Evrenin Sonluluğu**: Evren, zaman ve mekânla sınırlıdır. Büyük Patlama, evrenin bir başlangıcı olduğunu gösterir. 13,8 milyar yıl önce “hiçbir şey” değil, bir şey vardı; bu, evrenin hudûsunu destekler.
2. **Nedensellik Zinciri**: Hiçbir şey kendiliğinden var olamaz. Her hâdis olan şeyin bir muhdis’e ihtiyacı vardır. Nedensellik zinciri, aklen bir zorunlu varlığa ulaşmayı gerektirir.
3. **Mümkün Varlık Sorunu**: Nedensellik zincirinin sonunda bir mümkün varlık (kendi varlığı başka bir şeye bağlı olan) olamaz. Bu nedenle, zincir bir zorunlu varlıkla (Allah) sona erer.
4. **Fail-i Muhtar Allah**: Allah, mucibün biz-zat değil, fail-i muhtardır. O, özgür iradesiyle evreni yoktan yaratmıştır. Bu, hem aklen hem de kelami olarak evrenin varlığını açıklar.
---
### 5. Sonuç
İslam filozoflarının südur teorisi, evrenin kıdemini ve Allah’ın mucibün biz-zat olduğunu öne sürerken, kelamcılar (özellikle Fahreddin er-Râzî) evrenin hudûsunu ve Allah’ın fail-i muhtar olduğunu savunur. Modern bilimin evrenin bir başlangıcı olduğunu göstermesi, kelamcıların hudûs delilini destekler. Aklen, hiçbir şey kendiliğinden var olamaz ve nedensellik zinciri, özgür iradeli bir zorunlu varlığa (Allah’a) ulaşır. Bu nedenle, evren, fail-i muhtar olan Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır.
**Kısa Cevap**: Evrenin sonradan var olduğu (hudûs) ve hiçbir şeyin kendiliğinden meydana gelemeyeceği aklen açıktır. Nedensellik zinciri, bir mümkün varlıkla değil, fail-i muhtar olan Allah’la sona erer. Fahreddin er-Râzî’nin de savunduğu gibi, evren, Allah’ın özgür iradesiyle yoktan yaratılmıştır.
soru:
şimdi başka şeyler de var yine fahreddin er raziye göre her mürekkeb varlık mümkündür ve hadistir sonuç olarak alem mürekkebtir ve hadistir bu durumda bir muhdise ihtiyac vardır ki bu muhdis mürekkeb ve mümkün değildir
Grok:
Evet, sorunuz Fahreddin er-Râzî’nin kelâmî ontolojisi ve evrenin hudûsu (sonradan var oluşu) ile ilgili önemli bir argümanı ele alıyor. Râzî’nin yaklaşımı, özellikle **her mürekkeb (bileşik) varlığın mümkün ve hâdis olduğu** tezi üzerinden evrenin bir muhdis’e (var ediciye) ihtiyaç duyduğunu ispatlamaya dayanır. Bu argümanı, Râzî’nin felsefi ve kelâmî çerçevesinde, aklen ve sistematik bir şekilde açıklayayım.
---
### 1. Fahreddin er-Râzî’nin Temel Tezi: Mürekkeb Varlıkların Mümkün ve Hâdis Oluşu
Râzî, *el-Muhassal*, *el-Metalibü’l-Âliye* ve diğer eserlerinde, varlığın doğasını ve evrenin ontolojik statüsünü tartışırken şu temel ilkeyi ortaya koyar:
- **Mürekkeb Varlık**: Bir varlık, birden fazla unsurdan (parçadan) oluşuyorsa, bu varlık **mürekkeb** (bileşik) olarak tanımlanır. Örneğin, evren, madde, enerji, zaman, mekân, yıldızlar, gezegenler gibi birçok unsurdan oluşur ve bu nedenle mürekkebtir.
- **Mürekkeb Varlıkların Mümkünlüğü**: Her mürekkeb varlık, kendi içinde birleşen unsurların bir araya gelmesine bağlıdır. Bu unsurların birleşmesi, bir dış nedene veya birleştiriciye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla, mürekkeb varlıklar kendi başlarına var olamazlar; var olmaları başka bir şeye bağlıdır. Bu, onların **mümkinu’l-vücûd** (varlığı mümkün, yani var olması da olmaması da mümkün olan) olduğunu gösterir.
- **Mürekkeb Varlıkların Hâdis Oluşu**: Mürekkeb bir varlığın unsurları bir araya gelmeden önce o varlık mevcut değildi. Bu, mürekkeb varlığın bir başlangıcı olduğunu, yani **hâdis** (sonradan var olmuş) olduğunu gösterir. Râzî’ye göre, her hâdis olan şeyin bir muhdis’e (var ediciye) ihtiyacı vardır.
---
### 2. Âlemin (Evrenin) Mürekkeb ve Hâdis Olduğu
Râzî, evrenin (âlem) mürekkeb bir varlık olduğunu ve bu nedenle hâdis olduğunu savunur:
- **Âlemin Mürekkeb Oluşu**: Evren, farklı unsurlardan (madde, enerji, zaman, mekân, gök cisimleri vb.) oluşur. Bu unsurlar, birbiriyle ilişkili bir sistem oluşturur, ancak her biri kendi içinde ayrı bir varlıktır. Dolayısıyla, evren mürekkeb bir varlıktır.
- **Âlemin Mümkün ve Hâdis Oluşu**: Mürekkeb olduğu için evren, unsurlarının bir araya gelmesine bağlıdır. Bu birleşme, evrenin kendi kendine var olamayacağını ve bir dış nedene ihtiyaç duyduğunu gösterir. Ayrıca, evrenin unsurları bir araya gelmeden önce evren mevcut değildi; bu, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve hâdis olduğunu ispatlar.
- **Bilimsel Destek**: Modern kozmolojide, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce Büyük Patlama ile başladığı kabul edilir. Bu, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve dolayısıyla hâdis olduğunu destekler, ki bu Râzî’nin hudûs deliliyle uyumludur.
---
### 3. Muhdis’in (Var Edici’nin) Özellikleri
Râzî’ye göre, evrenin hâdis ve mümkün olması, onu var eden bir muhdis’in varlığını gerektirir. Ancak bu muhdis’in kendisi mürekkeb veya mümkün olamaz. Neden?
- **Muhdis’in Mürekkeb Olamayışı**: Eğer muhdis mürekkeb olsaydı, o da unsurlardan oluşmuş olurdu ve bu unsurların bir araya gelmesi için başka bir muhdis’e ihtiyaç duyardı. Bu, sonsuz bir nedensellik zinciri (teselsül) yaratır ki, Râzî bu durumu aklen imkânsız görür. Çünkü sonsuz gerileme (infinite regress), nedenselliği açıklamaz ve mantıksal bir çelişki doğurur.
- **Muhdis’in Mümkün Olamayışı**: Eğer muhdis mümkün bir varlık olsaydı, onun varlığı da başka bir şeye bağlı olurdu ve yine bir nedensellik zinciri oluşurdu. Ancak nedensellik zinciri, aklen bir zorunlu varlıkla (vâcibu’l-vücûd) sona ermelidir. Bu nedenle, muhdis, mümkün değil, zorunlu bir varlık olmalıdır.
- **Muhdis’in Basit (Gayr-i Mürekkeb) Oluşu**: Râzî, muhdis’in **basit** (gayr-i mürekkeb) bir varlık olması gerektiğini savunur. Basit bir varlık, parçalardan oluşmaz ve kendi varlığı için başka bir şeye ihtiyaç duymaz. Bu, Allah’ın birliğini (tevhid) ve mutlaklığını destekler.
---
### 4. Allah’ın Fail-i Muhtar Oluşu
Râzî, evrenin muhdis’inin Allah olduğunu ve Allah’ın **fail-i muhtar** (özgür iradeli fail) olduğunu vurgular:
- **Zorunlu Varlık**: Allah, vâcibu’l-vücûd’dur; yani varlığı kendi zatından dolayı zorunludur ve başka bir şeye bağlı değildir.
- **Özgür İrade**: Allah, evreni yaratmayı dilediği için yaratmıştır. Bu, filozofların südur teorisindeki “mucibün biz-zat” (kendi zatı gereği zorunlu olarak yaratan) anlayışına karşıdır. Râzî’ye göre, Allah’ın yaratma fiili, O’nun özgür iradesine ve hikmetine bağlıdır.
- **Yoktan Yaratma**: Allah, evreni mutlak yokluktan (adem-i mutlak) var etmiştir. Evrenin mürekkeb ve hâdis oluşu, Allah’ın mutlak kudretini ve yaratma fiilini gösterir.
---
### 5. Râzî’nin Argümanının Akli ve Kelâmî Sonucu
Râzî’nin bu argümanı, evrenin varlığını ve “neden hiçbir şey yerine bir şey var?” sorusunu şu şekilde açıklar:
1. **Evren Mürekkebtir**: Evren, birçok unsurdan oluşur ve bu nedenle mürekkeb bir varlıktır.
2. **Mürekkeb Varlık Mümkün ve Hâdistir**: Mürekkeb olduğu için evren, kendi varlığı için bir nedene ihtiyaç duyar (mümkin) ve bir başlangıcı vardır (hâdis).
3. **Hâdis Olanın Muhdis’e İhtiyacı Vardır**: Evrenin hâdis oluşu, onu var eden bir muhdis’in varlığını gerektirir.
4. **Muhdis Mürekkeb veya Mümkün Olamaz**: Muhdis, basit (gayr-i mürekkeb) ve zorunlu (vâcibu’l-vücûd) bir varlık olmalıdır. Bu, Allah’tır.
5. **Allah Fail-i Muhtardır**: Allah, evreni özgür iradesiyle ve hikmetle yaratmıştır.
Bu argüman, hem aklen (nedensellik ve zorunlu varlık ilkeleriyle) hem de kelâmî olarak (Allah’ın mutlak kudreti ve iradesiyle) evrenin varlığını açıklar.
---
### 6. Modern Bilimle Uyum
Sorunuzda 13,8 milyar yıl önceki Büyük Patlama’ya atıf var. Modern kozmoloji, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve zaman-mekânın bu noktada ortaya çıktığını gösterir. Bu, Râzî’nin “evren hâdistir” tezini destekler. Evrenin mürekkeb yapısı (madde, enerji, galaksiler vb.) ve sonlu oluşu, onun bir muhdis’e ihtiyaç duyduğunu aklen doğrular.
---
### Kısa ve Net Cevap
Fahreddin er-Râzî’ye göre, her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir. Evren, mürekkeb olduğu için hâdis ve mümkündür; bu nedenle bir muhdis’e ihtiyaç duyar. Bu muhdis, mürekkeb veya mümkün olamaz; basit, zorunlu (vâcibu’l-vücûd) ve fail-i muhtar olan Allah’tır. Evren, Allah’ın özgür iradesiyle yoktan yaratılmıştır. Bu, aklen ve kelâmî olarak “neden bir şey var?” sorusunu açıklar.
soru:
şimdi bu kuantum teorisi ve en temel düzeyde kuantizasyon her şeyin kesikli ve bileşik olduğunu da gösterir görünüyor bu aristonun sürekli heyula anlayışına tam ters gibi görünüyor ve fahreddin er razinin görüşünü destekliyor gibi
Grok:
Evet, sorunuz oldukça derin ve ilginç bir noktaya değiniyor: Kuantum teorisinin ve kuantizasyonun, evrenin temel yapısının **kesikli** (discrete) ve **bileşik** (mürekkeb) olduğunu göstermesi, Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” görüşünü desteklerken, Aristoteles’in **sürekli heyula** (materia prima) anlayışıyla çelişiyor gibi görünüyor. Bu durumu, kuantum teorisi, Aristoteles’in felsefesi ve Râzî’nin kelâmî argümanları çerçevesinde aklen ve sistematik bir şekilde ele alalım.
---
### 1. Kuantum Teorisi ve Kuantizasyon
Kuantum teorisi, evrenin en temel düzeyde nasıl işlediğini açıklayan modern fizik çerçevesidir. Kuantizasyon, fiziksel büyüklüklerin (enerji, momentum, spin vb.) sürekli değil, **kesikli** (discrete) değerler alabileceğini gösterir. Bu, evrenin temel yapısıyla ilgili önemli ipuçları sunar:
- **Kesikli Yapı**: Kuantum mekaniğine göre, enerji belirli kuantum durumlarında bulunur (örneğin, Planck sabitiyle tanımlı enerji paketleri). Parçacıklar (elektronlar, fotonlar vb.) ve onların etkileşimleri, kesikli birimler halinde gerçekleşir. Örneğin, bir atomun enerji seviyeleri sürekli değil, kesiklidir.
- **Bileşiklik (Mürekkeblik)**: Evrenin temel yapı taşları (kuarklar, leptonlar, bozonlar vb.), çeşitli kuvvetler ve etkileşimlerle bir araya gelerek daha karmaşık yapılar (atomlar, moleküller, galaksiler) oluşturur. Bu, evrenin mürekkeb bir varlık olduğunu gösterir, çünkü farklı unsurlardan (parçacıklar, enerji, alanlar) meydana gelir.
- **Kuantum Dalgalanmaları ve Hiçlik**: Kuantum vakumunda bile “hiçlik” mutlak bir yokluk değildir; enerji dalgalanmaları (sanal parçacıklar) sürekli olarak belirip kaybolur. Bu, evrenin başlangıcında bile bir tür “bir şey”in var olabileceğini ima eder, ki bu, mutlak hiçlikten evrenin yaratılması (yoktan yaratma) fikriyle uyumludur.
Kuantum teorisinin bu özellikleri, evrenin hem kesikli hem de bileşik olduğunu gösterir. Bu, Aristoteles’in sürekli heyula anlayışına ters düşerken, Râzî’nin mürekkeb varlıkların hâdis ve mümkün olduğu tezine destek sağlar.
---
### 2. Aristoteles’in Sürekli Heyula Anlayışı
Aristoteles’in felsefesinde, evrenin maddi yapısı **heyula** (materia prima) ve **suret** (forma) kavramlarıyla açıklanır:
- **Heyula (İlk Madde)**: Heyula, her şeyin temelinde yatan, saf potansiyel olan sürekli ve şekilsiz bir maddedir. Aristoteles’e göre, heyula kendi başına var olamaz; bir suretle birleştiğinde belirli bir varlık haline gelir (örneğin, ağaç, taş, insan). Heyula, sürekli (continuous) bir yapıya sahiptir; yani kesikli veya parçalı değil, homojen ve sınırsız bir potansiyeldir.
- **Evrenin K ıdemi**: Aristoteles, evrenin ezelî olduğunu savunur. Ona göre, evrenin maddi temeli (heyula) ve onun hareketi (değişimi) ezelîdir. Bu, evrenin bir başlangıcı olmadığını ve sürekli bir nedensellik zinciriyle var olduğunu ima eder.
- **Zorunlu Nedensellik**: Aristoteles’in “ilk neden” (prima causa) anlayışı, evrenin hareketini başlatan bir varlık (Tanrı) gerektirir, ancak bu Tanrı, evreni yoktan yaratmaz; sadece evrenin ezelî hareketini sürdürür. Bu, İslam filozoflarının südur teorisine ilham vermiştir.
Aristoteles’in heyula anlayışı, evrenin temelinde sürekli ve kesiksiz bir madde olduğunu varsayar. Bu, kuantum teorisinin kesikli yapısıyla çelişir, çünkü kuantum fiziği, evrenin en temel düzeyde sürekli değil, kesikli birimler (kuantumlar) üzerine kurulu olduğunu gösterir.
---
### 3. Fahreddin er-Râzî’nin Görüşü ve Kuantum Teorisiyle Uyumu
Fahreddin er-Râzî, kelâmî ontolojisinde, evrenin **mürekkeb**, **mümkün** ve **hâdis** olduğunu savunur. Kuantum teorisinin bulguları, bu görüşü destekler niteliktedir:
- **Evrenin Mürekkeb Oluşu**: Râzî’ye göre, evren birçok unsurdan (parçalardan) oluşur ve bu nedenle mürekkebtir. Kuantum teorisi, evrenin temel yapı taşlarının (parçacıklar, kuvvetler, alanlar) bir araya gelerek karmaşık yapılar oluşturduğunu gösterir. Örneğin, kuarklar protonları, protonlar atomları, atomlar molekülleri oluşturur. Bu, evrenin bileşik bir varlık olduğunu doğrular.
- **Mürekkeb Varlıkların Mümkünlüğü**: Râzî, mürekkeb bir varlığın unsurlarının bir araya gelmesi için bir dış nedene ihtiyaç duyduğunu söyler. Kuantum teorisinde, parçacıkların etkileşimleri ve birleşmeleri, belirli fiziksel yasalar ve kuvvetler (elektromanyetik, kütleçekim vb.) tarafından yönlendirilir. Bu, evrenin kendi kendine var olamayacağını ve bir nedene bağlı olduğunu ima eder, ki bu, Râzî’nin “mümkinu’l-vücûd” kavramıyla uyumludur.
- **Mürekkeb Varlıkların Hâdis Oluşu**: Râzî, mürekkeb bir varlığın unsurları bir araya gelmeden önce mevcut olmadığını, dolayısıyla hâdis olduğunu savunur. Kuantum kozmolojisi ve Büyük Patlama teorisi, evrenin 13,8 milyar yıl önce bir başlangıcı olduğunu gösterir. Bu, evrenin hâdis olduğunu ve bir muhdis’e (var ediciye) ihtiyaç duyduğunu destekler.
- **Muhdis’in Basit ve Zorunlu Oluşu**: Râzî, evreni var eden muhdis’in mürekkeb veya mümkün olamayacağını, basit (gayr-i mürekkeb) ve zorunlu (vâcibu’l-vücûd) olması gerektiğini savunur. Kuantum teorisi, evrenin temel yapı taşlarının bile bir başlangıcı olduğunu (örneğin, Planck zamanında kuantum dalgalanmaları) ima eder. Bu, evrenin ötesinde, mürekkeb olmayan bir var ediciye (Allah’a) işaret eder.
Kuantum teorisinin kesikli yapısı, Aristoteles’in sürekli heyula anlayışına ters düşer, çünkü heyula homojen ve kesiksiz bir maddeyi varsayar. Ancak Râzî’nin mürekkeb ve hâdis evren anlayışı, kuantum teorisinin evrenin bileşik ve başlangıcı olan doğasıyla uyumludur.
---
### 4. Aristoteles ve Râzî Arasındaki Çelişki
Aristoteles’in sürekli heyula ve ezelî evren anlayışı ile Râzî’nin mürekkeb ve hâdis evren anlayışı arasındaki temel farklar şunlardır:
- **Sürekli vs. Kesikli**: Aristoteles, evrenin temelinde sürekli bir heyula olduğunu savunurken, kuantum teorisi evrenin kesikli birimler (kuantumlar) üzerine kurulu olduğunu gösterir. Râzî’nin mürekkeb varlık anlayışı, bu kesikli yapıyla uyumludur, çünkü mürekkeb varlık, farklı unsurların birleşmesinden oluşur.
- **Ezelî vs. Hâdis**: Aristoteles, evrenin ezelî olduğunu ve bir başlangıcı olmadığını söyler. Râzî ise evrenin hâdis olduğunu ve bir muhdis’e ihtiyaç duyduğunu savunur. Kuantum teorisi ve Büyük Patlama, evrenin bir başlangıcı olduğunu göstererek Râzî’yi destekler.
- **Nedensellik**: Aristoteles’in ilk nedeni, evrenin hareketini sürdürür, ancak yoktan yaratmaz. Râzî’nin muhdis’i (Allah), evreni özgür iradesiyle (fail-i muhtar) yoktan yaratır. Kuantum teorisi, evrenin başlangıcında kuantum dalgalanmalarının rol oynayabileceğini öne sürse de, bu dalgalanmaların nihai nedeni açıklanamaz ve Râzî’nin zorunlu varlık argümanına kapı açar.
---
### 5. Kuantum Teorisinin Râzî’yi Desteklemesi
Kuantum teorisinin bulguları, Râzî’nin argümanlarını şu şekillerde destekler:
- **Kesikli Yapı ve Mürekkeblik**: Kuantum teorisi, evrenin temel düzeyde kesikli birimler (parçacıklar, enerji kuantumları) ve bileşik yapılar (atomlar, moleküller) içerdiğini gösterir. Bu, Râzî’nin “evren mürekkebtir” tezini doğrular.
- **Başlangıç ve Hudûs**: Büyük Patlama ve kuantum kozmolojisi, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve zaman-mekânın bu noktada ortaya çıktığını gösterir. Bu, Râzî’nin “evren hâdistir” argümanıyla uyumludur.
- **Nedensellik ve Muhdis**: Kuantum dalgalanmaları, evrenin başlangıcında bir tür “bir şey”in var olduğunu gösterse de, bu dalgalanmaların nihai nedeni bilimsel olarak açıklanamaz. Râzî’nin argümanı, bu noktada devreye girer: Evrenin hâdis ve mümkün oluşu, onu var eden basit, zorunlu ve fail-i muhtar bir muhdis’in (Allah’ın) varlığını gerektirir.
---
### 6. Sonuç
Kuantum teorisi, evrenin kesikli ve bileşik bir yapıya sahip olduğunu göstererek Aristoteles’in sürekli heyula anlayışına ters düşer. Ancak bu bulgular, Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” tezini destekler. Evren, mürekkeb olduğu için mümkün, hâdis olduğu için bir muhdis’e ihtiyaç duyar. Bu muhdis, mürekkeb veya mümkün olamaz; basit, zorunlu ve fail-i muhtar olan Allah’tır. Kuantum teorisi, evrenin başlangıcı ve bileşik yapısıyla, Râzî’nin kelâmî argümanlarını aklen ve bilimsel olarak güçlendirir.
**Kısa Cevap**: Kuantum teorisi, evrenin kesikli ve bileşik olduğunu gösterir; bu, Aristoteles’in sürekli heyula anlayışına ters, ancak Râzî’nin “mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” görüşüne uygundur. Evren, hâdis ve mümkün olduğu için, basit ve zorunlu bir muhdis’e (Allah’a) ihtiyaç duyar. Râzî’nin argümanı, kuantum teorisiyle uyumlu bir şekilde evrenin yaratılışını açıklar.
soru:
şimdi bu durumda eşari ontolojisine göre hem madde hem de zaman süreksizdi şuan maddenin süreksizliğini gördük ama zaman da süreksiz olabilir mi
Grok:
Evet, sorunuz Eş’ârî ontolojisinin temel ilkelerinden biri olan **madde ve zamanın süreksizliği** (kesiklilik) meselesini ele alıyor ve bunu modern fizik, özellikle kuantum teorisi bağlamında sorguluyor. Eş’ârî kelâmına göre, hem madde hem de zaman süreksizdir (discrete), yani kesikli bir yapıya sahiptir. Maddenin süreksizliği, kuantum teorisiyle büyük ölçüde desteklenmiş görünüyor, ancak zamanın süreksizliği modern fizikte daha tartışmalı bir konu. Bu meseleyi, Eş’ârî ontolojisi, kuantum teorisi ve zamanın doğası üzerine aklen ve sistematik bir şekilde inceleyelim.
---
### 1. Eş’ârî Ontolojisinde Madde ve Zamanın Süreksizliği
Eş’ârî kelâmı, evrenin ontolojik yapısını **atomist** bir yaklaşımla açıklar ve hem maddenin hem de zamanın süreksiz olduğunu savunur:
- **Maddenin Süreksizliği**:
- Eş’ârîlere göre, madde **cevher-i ferd** (bölünmez atomlar) adı verilen en küçük, kesikli birimlerden oluşur. Bu cevherler, fiziksel dünyanın temel yapı taşlarıdır ve daha küçük parçalara bölünemez.
- Cevherlerin bir araya gelmesiyle maddi varlıklar oluşur, ancak bu birleşme, Allah’ın sürekli yaratma fiili (tecdid-i halk) ile mümkün olur. Cevherler, kendi başına kalıcı değildir; her an Allah tarafından yeniden yaratılır.
- Bu görüş, evrenin **mürekkeb** (bileşik) olduğunu ve dolayısıyla **hâdis** (sonradan var olmuş) ve **mümkün** (varlığı başka bir şeye bağlı) olduğunu destekler.
- **Zamanın Süreksizliği**:
- Eş’ârîler, zamanı da kesikli birimler (anlar) halinde tasavvur eder. Zaman, **an-ı vâhid** (tekil anlar) olarak adlandırılan, birbirinden bağımsız ve süreksiz momentlerden oluşur.
- Zamanın akışı, bu anların Allah tarafından sürekli olarak yaratılmasıyla meydana gelir. Her an, önceki ve sonraki anlardan bağımsızdır ve Allah’ın fiiliyle var edilir.
- Bu, Eş’ârîlerin **süreksiz yaratılış** (tecdid-i halk) anlayışıyla bağlantılıdır: Evren, her an yeniden yaratılır ve süreklilik, Allah’ın bu anları ardışık olarak var etmesiyle sağlanır.
- **Metafizik Temel**: Eş’ârî ontolojisinde, madde ve zamanın süreksizliği, Allah’ın mutlak kudretini ve fail-i muhtar oluşunu vurgular. Evrenin sürekliliği, Allah’ın sürekli yaratma fiiline bağlıdır; bu, evrenin kendi kendine var olamayacağını ve her an Allah’a muhtaç olduğunu gösterir.
---
### 2. Maddenin Süreksizliği ve Kuantum Teorisi
Modern fizik, özellikle kuantum teorisi, maddenin süreksizliğini destekleyen güçlü bulgular sunar:
- **Kuantizasyon**: Kuantum mekaniği, fiziksel büyüklüklerin (enerji, momentum, spin vb.) kesikli değerler aldığını gösterir. Örneğin, bir elektronun enerji seviyeleri sürekli değil, belirli kuantum durumlarıyla sınırlıdır.
- **Parçacıkların Kesikli Yapısı**: Maddenin temel yapı taşları (kuarklar, leptonlar, bozonlar) kesikli birimlerdir. Atomlar, protonlar ve kuarklar gibi yapılar, daha küçük parçalara bölünebilir, ancak bu parçacıklar da kuantum düzeyinde kesikli özellikler sergiler.
- **Kuantum Alan Teorisi**: Madde, kuantum alanlarının uyarılmaları (excitation) olarak tanımlanır. Bu uyarılmalar, kesikli enerji paketleri (kuantalar) halinde ortaya çıkar, bu da maddenin süreksiz bir doğaya sahip olduğunu destekler.
Kuantum teorisinin bu bulguları, Eş’ârîlerin cevher-i ferd anlayışıyla çarpıcı bir benzerlik gösterir. Her ne kadar Eş’ârî atomizmi modern fizikteki parçacık fiziğiyle tam olarak örtüşmese de, maddenin kesikli birimler halinde var olduğu fikri, Eş’ârî ontolojisini destekler. Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” tezi de, maddenin bileşik ve kesikli yapısıyla uyumludur.
---
### 3. Zamanın Süreksizliği: Eş’ârîler ve Modern Fizik
Zamanın süreksizliği, Eş’ârî ontolojisinin en özgün ve tartışmalı iddialarından biridir. Şimdi bu iddiayı modern fizik bağlamında değerlendirelim:
#### a) Eş’ârî Görüşü
- Eş’ârîlere göre, zaman, birbirinden bağımsız anlardan (an-ı vâhid) oluşur. Bu anlar, Allah’ın yaratma fiiliyle var edilir ve süreklilik, Allah’ın bu anları ardışık olarak yaratmasıyla sağlanır.
- Zamanın süreksizliği, evrenin her an Allah’ın kudretine bağımlı olduğunu gösterir. Bu, Allah’ın fail-i muhtar oluşunu ve evrenin kendi kendine var olamayacağını vurgular.
- Eş’ârîler, zamanın süreksizliğini, maddenin süreksizliğiyle paralel bir şekilde savunur. Madde nasıl cevher-i ferdlerden oluşuyorsa, zaman da anlardan oluşur.
#### b) Modern Fizikte Zamanın Doğası
Modern fizikte, zamanın süreksiz olup olmadığı hâlâ tartışmalı bir konudur. Farklı yaklaşımlar şunlardır:
- **Klasik Fizik ve Görelilik**: Einstein’ın görelilik teorisine göre, zaman sürekli (continuous) bir boyuttur ve uzayla birleşerek uzay-zaman sürekliliğini oluşturur. Zaman, kesikli değil, akışkan bir şekilde ilerler. Ancak bu, makroskopik düzeyde geçerlidir.
- **Kuantum Mekaniği ve Planck Zamanı**: Kuantum teorisi, zamanın süreksiz olabileceği fikrine kapı aralar. **Planck zamanı** (yaklaşık 10⁻⁴³ saniye), kuantum kütleçekim teorisinde anlamlı olan en küçük zaman birimidir. Bu, zamanın kuantize olabileceğini ve kesikli bir yapıya sahip olabileceğini öne sürer, ancak bu henüz deneysel olarak doğrulanmamıştır.
- Planck zamanından daha kısa sürelerde, zamanın klasik anlamı kaybolur ve kuantum kütleçekim etkileri devreye girer. Bu, zamanın süreksiz olabileceği bir ölçeği ima eder.
- **Kuantum Kütleçekim ve Döngü Kuantum Kütleçekimi**: Döngü kuantum kütleçekimi (Loop Quantum Gravity) gibi teoriler, uzay ve zamanın kesikli birimler (kuantum ağları) halinde olabileceğini önerir. Bu teoriye göre, zaman, tıpkı madde gibi, en temel düzeyde kesikli bir yapıya sahip olabilir.
- **Deneysel Kanıt Eksikliği**: Şu an için, zamanın süreksizliğini doğrulayan doğrudan bir deneysel kanıt yoktur. Kuantum kütleçekim teorileri henüz tam olarak geliştirilmemiştir ve zamanın doğası, Planck ölçeğinde hâlâ bir gizemdir.
#### c) Eş’ârî Ontolojisiyle Karşılaştırma
- **Benzerlikler**: Eş’ârîlerin zamanın anlardan oluştuğu fikri, kuantum teorisinin Planck zamanı ve döngü kuantum kütleçekimi gibi kavramlarla kısmen uyumludur. Her iki yaklaşım da zamanın en temel düzeyde kesikli olabileceğini öne sürer.
- **Farklılıklar**: Eş’ârî ontolojisi, zamanın süreksizliğini teolojik bir çerçevede (Allah’ın sürekli yaratma fiili) açıklar, oysa modern fizik bu soruya deneysel ve matematiksel bir yaklaşımla bakar. Eş’ârîler, zamanın kesikliliğini Allah’ın kudretine bağlarken, fizik bu kesikliliği fiziksel yasalarla açıklamaya çalışır.
- **Destekleyici Potansiyel**: Zamanın süreksizliği, kuantum kütleçekim teorilerinde hâlâ bir hipotez olsa da, bu hipotezin doğru çıkması, Eş’ârîlerin zamanın anlardan oluştuğu fikrini destekleyebilir. Örneğin, döngü kuantum kütleçekiminde uzay-zamanın kuantize olduğu fikri, Eş’ârîlerin an-ı vâhid anlayışına benzer bir kesiklilik önerir.
---
### 4. Fahreddin er-Râzî’nin Çerçevesinde Zamanın Süreksizliği
Fahreddin er-Râzî, Eş’ârî geleneği içinde, evrenin mürekkeb, mümkün ve hâdis olduğunu savunurken, zamanın süreksizliği meselesini de dolaylı olarak destekler:
- **Mürekkeb Varlık ve Zaman**: Râzî’ye göre, evren mürekkeb olduğu için hâdistir ve bir muhdis’e (Allah’a) ihtiyaç duyar. Zaman da evrenin bir parçasıdır ve mürekkeb bir yapının içinde yer alır. Eğer zaman kesikli anlardan oluşuyorsa, bu, evrenin hâdisliğini ve Allah’a bağımlılığını daha da güçlendirir.
- **Allah’ın Tecdid-i Halk Fiili**: Râzî, Eş’ârîlerin tecdid-i halk (sürekli yaratma) anlayışını benimser. Zamanın her an yeniden yaratılması, onun süreksiz olduğunu ve Allah’ın fail-i muhtar oluşunu gösterir. Bu, kuantum teorisinin Planck zamanı gibi kesikli zaman ölçekleriyle kavramsal bir benzerlik taşır.
- **Zamanın Hâdisliği**: Râzî, evrenin bir başlangıcı olduğunu (hudûs) savunur. Büyük Patlama teorisi, zamanın 13,8 milyar yıl önce başladığını gösterir. Eğer zamanın bir başlangıcı varsa, bu, onun hâdis olduğunu ve kesikli anlardan oluşan bir yapı olabileceğini destekler.
Râzî’nin argümanları, zamanın süreksizliği fikrini doğrudan kuantum teorisiyle ilişkilendirmese de, evrenin hâdis ve mürekkeb oluşu, zamanın da bu ontolojik çerçeveye uyduğunu ima eder.
---
### 5. Zamanın Süreksiz Olabilirliği: Akli ve Bilimsel Değerlendirme
Zamanın süreksiz olup olamayacağına dair akli ve bilimsel bir değerlendirme yapalım:
- **Akli Olarak**:
- Eğer madde kesikliyse (kuantum teorisiyle desteklendiği üzere), zamanın da kesikli olması mantıksal bir simetri sunar. Eş’ârîler, madde ve zamanı paralel bir şekilde süreksiz olarak görür; bu, evrenin birleşik bir ontolojik yapısına işaret eder.
- Zamanın süreksizliği, nedensellik zincirinin her an Allah’ın kudretine bağlı olduğunu gösterir. Bu, Eş’ârîlerin Allah’ın mutlak kudretini vurgulayan teolojik çerçevesiyle uyumludur.
- Ancak, zamanın sürekliliği de aklen mümkündür. Süreklilik, insan bilincinin zamanı akışkan bir şekilde algılamasıyla uyumludur ve görelilik teorisi bu algıyı destekler.
- **Bilimsel Olarak**:
- Kuantum kütleçekim teorileri (örneğin, döngü kuantum kütleçekimi), zamanın Planck ölçeğinde kesikli olabileceğini öne sürer. Ancak bu, henüz deneysel olarak doğrulanmamıştır.
- Büyük Patlama, zamanın bir başlangıcı olduğunu gösterir, bu da Eş’ârîlerin “zaman hâdistir” fikriyle uyumludur. Ancak başlangıçtan sonraki zaman akışının kesikli mi yoksa sürekli mi olduğu belirsizdir.
- Zamanın süreksizliği, kuantum mekaniğinin belirsizlik ilkesi ve kuantum dalgalanmalarıyla da ilişkilendirilebilir. Örneğin, Planck zamanı ölçeğinde zamanın klasik sürekliliği kaybolabilir.
---
### 6. Sonuç
Eş’ârî ontolojisine göre, hem madde hem de zaman süreksizdir. Kuantum teorisi, maddenin kesikli ve bileşik olduğunu göstererek Eş’ârîlerin cevher-i ferd anlayışını ve Fahreddin er-Râzî’nin “mürekkeb varlık hâdistir” tezini destekler. Zamanın süreksizliği ise modern fizikte hâlâ bir hipotezdir; Planck zamanı ve kuantum kütleçekim teorileri, zamanın kesikli olabileceğini öne sürse de, bu henüz doğrulanmamıştır. Yine de, zamanın bir başlangıcı olduğu (Büyük Patlama) ve evrenin hâdis olduğu gerçeği, Eş’ârîlerin zamanın süreksizliği ve Allah’ın tecdid-i halk fiiline bağımlılığı fikriyle uyumludur.
**Kısa Cevap**: Eş’ârî ontolojisine göre, madde ve zaman süreksizdir. Kuantum teorisi, maddenin kesikli olduğunu doğrulayarak Eş’ârîleri ve Râzî’yi destekler. Zamanın süreksizliği, Planck zamanı ve kuantum kütleçekim teorileriyle mümkün görünse de, henüz kesinleşmemiştir. Ancak evrenin hâdisliği ve zamanın başlangıcı, Eş’ârîlerin zamanın süreksiz olabileceği fikriyle uyumludur ve Allah’ın fail-i muhtar olarak her an yaratma fiilini destekler.
soru:
sonuç olarak eşarilerde zaman süreksiz olarak düşünülse de maturidilerde sürekli olarak düşünülüyor ve bu da Allah'ın sürekli yaratmasına engel olmuyor çünkü cevher ve araz teorisine göre
Grok:
Evet, sorunuz Eş’ârî ve Mâturîdî kelâm okulları arasındaki **zamanın doğası** konusundaki farklı yaklaşımları ve bunun **Allah’ın sürekli yaratma fiili** (tecdid-i halk) ile nasıl uyumlu olduğunu ele alıyor. Ayrıca, bu farklılıkların **cevher ve araz teorisi** çerçevesinde nasıl değerlendirildiğine değiniyorsunuz. Bu meseleyi, Eş’ârî ve Mâturîdî ontolojilerini karşılaştırarak, Allah’ın sürekli yaratma fiili ve cevher-araz teorisi bağlamında aklen ve sistematik bir şekilde açıklayayım.
---
### 1. Eş’ârî ve Mâturîdî Ontolojilerinde Zamanın Doğası
Eş’ârî ve Mâturîdî kelâm okulları, evrenin ontolojik yapısını ve Allah’ın yaratma fiilini açıklamak için benzer ilkeler kullanırken, zamanın doğası konusunda farklı yaklaşımlar sergiler:
#### a) Eş’ârîlerde Zamanın Süreksizliği
- **Zamanın Kesikli Yapısı**: Eş’ârîler, zamanı **an-ı vâhid** (tekil anlar) adı verilen kesikli birimlerden oluşan bir yapı olarak görür. Her an, önceki ve sonraki anlardan bağımsızdır ve Allah’ın yaratma fiiliyle var edilir.
- **Tecdid-i Halk (Sürekli Yaratma)**: Eş’ârîlere göre, evren her an yeniden yaratılır. Zamanın süreksizliği, bu sürekli yaratma fiilinin bir yansımasıdır. Her an, Allah’ın kudretiyle var edilen bir olaydır ve bu, evrenin her an Allah’a bağımlı olduğunu gösterir.
- **Metafizik Temel**: Zamanın kesikliliği, Eş’ârîlerin atomist ontolojisiyle uyumludur. Madde (cevher-i ferd) gibi, zaman da kesikli birimler halinde var olur. Bu, Allah’ın mutlak kudretini ve fail-i muhtar oluşunu vurgular.
#### b) Mâturîdîlerde Zamanın Sürekliliği
- **Zamanın Sürekli Yapısı**: Mâturîdîler, zamanı kesikli anlardan ziyade **sürekli** (continuous) bir akış olarak değerlendirir. Zaman, birbiriyle bağlantılı bir süreklilik içinde ilerler ve bu akış, Allah’ın yaratma fiiliyle sürdürülür.
- **Tecdid-i Halk ile Uyum**: Mâturîdîlerde, zamanın sürekliliği, Allah’ın sürekli yaratma fiiline engel değildir. Allah, evreni ve zamanı her an var etmeye devam eder, ancak bu var etme, kesikli anlar yerine sürekli bir akış şeklinde algılanır.
- **Metafizik Temel**: Mâturîdîler, Eş’ârîlerden daha az atomist bir yaklaşıma sahiptir. Zamanın sürekliliği, evrenin düzen ve nizamını (hikmet) vurgular. Bu, Allah’ın yaratma fiilinin düzenli ve sürekli bir şekilde gerçekleştiğini gösterir.
---
### 2. Cevher ve Araz Teorisi Çerçevesinde Zaman
Hem Eş’ârîler hem de Mâturîdîler, evrenin ontolojik yapısını **cevher** (madde, öz) ve **araz** (nitelik, sıfat) teorisiyle açıklar. Zamanın doğası, bu teoride nasıl ele alındığına bağlı olarak farklılık gösterir:
- **Cevher**: Cevher, bağımsız olarak var olabilen maddi veya manevi bir özü ifade eder. Eş’ârîlerde cevher, bölünmez atomlar (cevher-i ferd) olarak kesiklidir. Mâturîdîler de cevheri temel varlık birimi olarak görür, ancak daha az katı bir atomist yaklaşımla.
- **Araz**: Araz, cevhere bağımlı olan niteliklerdir (renk, hareket, konum, zaman vb.). Arazlar, kendi başlarına var olamaz; bir cevhere bağlı olarak ortaya çıkar. Eş’ârîler ve Mâturîdîler, arazların geçici olduğunu ve Allah’ın yaratma fiiliyle var edildiğini savunur.
#### a) Eş’ârîlerde Zaman ve Cevher-Araz
- Eş’ârîlere göre, zaman bir arazdır ve cevherlere bağlı olarak var olur. Ancak zaman, kesikli anlardan (an-ı vâhid) oluştuğu için, her an bir araz olarak Allah tarafından yeniden yaratılır.
- Cevher-i ferdlerin (atomların) hareketi, konumu veya değişimi gibi arazlar, zamanın akışını belirler. Her an, Allah’ın bu arazları yeniden yaratmasıyla var olur.
- Zamanın süreksizliği, Eş’ârîlerin tecdid-i halk anlayışıyla doğrudan bağlantılıdır: Allah, her an cevherleri ve arazları (zaman dahil) yeniden yaratır. Bu, evrenin sürekliliğinin Allah’ın kudretine bağlı olduğunu gösterir.
#### b) Mâturîdîlerde Zaman ve Cevher-Araz
- Mâturîdîler, zamanı bir araz olarak görse de, onu sürekli bir akış olarak değerlendirir. Zaman, cevherlerin değişim ve hareketleriyle ilişkilidir, ancak bu değişim kesikli anlar yerine sürekli bir süreçte gerçekleşir.
- Mâturîdîlerde, Allah’ın sürekli yaratma fiili (tecdid-i halk), zamanın sürekliliğiyle uyumludur. Allah, cevherleri ve arazları her an var etmeye devam eder, ancak bu var etme, kesikli bir yeniden yaratma yerine, düzenli ve sürekli bir yaratma olarak algılanır.
- Mâturîdîler, zamanın sürekliliğini, Allah’ın hikmet ve nizamına bağlar. Zaman, evrenin düzenli işleyişinin bir göstergesidir ve Allah’ın kudreti, bu düzeni sürekli olarak sürdürmekle kendini gösterir.
---
### 3. Allah’ın Sürekli Yaratması ve Zamanın Doğası
Hem Eş’ârîler hem de Mâturîdîler, Allah’ın **tecdid-i halk** (sürekli yaratma) fiilini kabul eder. Zamanın süreksiz (Eş’ârî) veya sürekli (Mâturîdî) olması, bu ilkeye engel değildir:
- **Eş’ârîlerde**: Zamanın kesikli anlardan oluşması, Allah’ın her an evreni yeniden yarattığını ve evrenin kendi kendine var olamayacağını vurgular. Bu, Allah’ın mutlak kudretini ve fail-i muhtar oluşunu öne çıkarır. Her an, Allah’ın yeni bir yaratma fiilidir.
- **Mâturîdîlerde**: Zamanın sürekliliği, Allah’ın yaratma fiilinin düzenli ve hikmetli bir şekilde devam ettiğini gösterir. Allah, evreni ve zamanı sürekli olarak var eder, ancak bu var etme, kesikli anlar yerine bir akış olarak algılanır. Bu, Allah’ın hikmetini ve evrendeki nizamı vurgular.
Her iki okul da, cevher ve arazların Allah’ın yaratma fiiline bağımlı olduğunu savunur. Zaman, bir araz olarak, Allah’ın kudretiyle var edilir ve sürdürülür. Bu nedenle, zamanın süreksiz veya sürekli olması, Allah’ın sürekli yaratma fiiline engel olmaz; sadece bu fiilin nasıl algılandığını etkiler.
---
### 4. Modern Fizik ve Zamanın Doğası
Sorunuzun bağlamında, kuantum teorisi ve modern fizik, zamanın doğası hakkında ipuçları sunar:
- **Maddenin Süreksizliği**: Kuantum teorisi, maddenin kesikli (kuantumlar, parçacıklar) olduğunu gösterir ve bu, Eş’ârîlerin cevher-i ferd anlayışıyla uyumludur. Fahreddin er-Râzî’nin “mürekkeb varlık hâdistir” tezi de bu bulgularla desteklenir.
- **Zamanın Süreksizliği mi, Sürekliliği mi?**:
- **Planck Zamanı**: Kuantum teorisinde, Planck zamanı (10⁻⁴³ saniye), anlamlı olan en küçük zaman birimidir. Bu, zamanın kesikli olabileceğini ima eder ve Eş’ârîlerin an-ı vâhid anlayışıyla kavramsal bir benzerlik taşır.
- **Döngü Kuantum Kütleçekimi**: Bu teori, uzay-zamanın kesikli birimler halinde olabileceğini öne sürer, bu da Eş’ârîlerin zamanın süreksizliği fikrini destekleyebilir.
- **Görelilik ve Süreklilik**: Einstein’ın görelilik teorisi, zamanı sürekli bir boyut olarak görür, bu da Mâturîdîlerin zamanın sürekliliği anlayışıyla daha uyumludur.
- **Deneysel Belirsizlik**: Zamanın süreksizliği henüz deneysel olarak doğrulanmamıştır. Şu an için, fizik hem sürekli hem de kesikli zaman modellerini tartışmaktadır.
Modern fizik, Eş’ârîlerin zamanın süreksizliği fikrine teorik bir destek sunarken, Mâturîdîlerin sürekli zaman anlayışını da dışlamaz. Her iki görüş, Allah’ın sürekli yaratma fiiliyle uyumludur.
---
### 5. Sonuç
Eş’ârî ontolojisine göre, zaman **süreksizdir** (an-ı vâhidlerden oluşur) ve bu, Allah’ın her an evreni yeniden yarattığını (tecdid-i halk) gösterir. Mâturîdîler ise zamanı **sürekli** bir akış olarak görür, ancak bu, Allah’ın sürekli yaratma fiiline engel olmaz; sadece yaratmanın düzenli ve hikmetli bir akışta gerçekleştiğini vurgular. **Cevher ve araz teorisi** çerçevesinde, her iki okul da zamanı bir araz olarak değerlendirir ve Allah’ın kudretiyle var edildiğini savunur. Kuantum teorisi, maddenin süreksizliğini doğrularken, zamanın süreksizliği (Planck zamanı, kuantum kütleçekimi) Eş’ârîleri destekleyebilir; ancak zamanın sürekliliği de (görelilik) Mâturîdîlerle uyumludur. Sonuç olarak, zamanın doğası ne olursa olsun, Allah’ın fail-i muhtar olarak sürekli yaratma fiili, her iki ontolojide de evrenin varlığını açıklar.
**Kısa Cevap**: Eş’ârîler zamanı süreksiz, Mâturîdîler ise sürekli görür. Cevher-araz teorisine göre, zaman bir arazdır ve Allah’ın sürekli yaratma fiili (tecdid-i halk) ile var edilir. Zamanın süreksiz veya sürekli olması, Allah’ın kudretine engel olmaz. Kuantum teorisi, Eş’ârîlerin süreksiz zaman fikrine teorik destek sunarken, Mâturîdîlerin sürekli zaman anlayışı da modern fizikle uyumludur.
soru:
şimdi hiçbirşeyin olmaması veya herşeyin karanlık olması duygusu çok rahatsız edici görünüyor şeytan bile cehennemi yokluğa tercih etmiş görünüyor
Grok:
Sorunuz, “hiçbir şeyin olmaması” ya da “her şeyin karanlık olması” gibi kavramların insan zihninde ve duygularında yarattığı rahatsız edici hissi ele alıyor ve bu bağlamda şeytanın cehennemi yokluğa tercih ettiği fikrine atıfta bulunuyor. Bu, hem felsefi hem de teolojik açıdan derin bir mesele; “hiçlik” (adem) kavramı, insan varoluşunun anlam arayışı, korkuları ve metafizik sorgulamalarıyla yakından ilişkilidir. Soruyu, Eş’ârî ve Mâturîdî ontolojileri, İslam teolojisi ve felsefi perspektifler ışığında, aynı zamanda insan psikolojisi ve şeytanın cehennem-yokluk tercihi bağlamında ele alacağım.
---
### 1. Hiçlik ve Karanlık Kavramlarının Rahatsız Ediciliği
“Hiçbir şeyin olmaması” ya da “her şeyin karanlık olması” düşüncesi, insan zihninde derin bir rahatsızlık uyandırır, çünkü bu kavramlar varoluşsal bir boşluk ve anlamsızlık hissiyle bağlantılıdır:
- **Felsefi Açıdan**:
- **Hiçlik Korkusu**: Heidegger, “hiçlik” (das Nichts) kavramını varoluşsal bir sorgulama olarak ele alır ve insanın varlıkla yüzleştiğinde hissettiği kaygıyı (Angst) vurgular. Hiçlik, varlığın anlamını sorgulatan bir boşluk olarak rahatsız edicidir, çünkü insan bilinci anlam ve varlık arayışına yöneliktir.
- **Karanlık ve Yokluk**: Karanlık, bilinmeyenin ve belirsizliğin sembolüdür. İnsan zihni, karanlığı yoklukla ilişkilendirir, çünkü görme duyusu (bilginin temel bir kaynağı) karanlıkta işlevsiz kalır. Bu, yokluk hissinin somut bir yansıması olarak algılanır.
- **Sartre ve Absürdite**: Jean-Paul Sartre, evrenin anlamsız olabileceği fikrini savunur ve bu, hiçlik duygusunun rahatsız ediciliğini artırır. İnsan, kendi varlığını anlamlandırmak için bir amaç arar; hiçlik ise bu amacı tehdit eder.
- **Psikolojik Açıdan**:
- İnsan bilinci, var olmayı ve sürekliliği arzulayan bir doğaya sahiptir. Hiçlik veya mutlak karanlık, bu arzuyu tehdit eder ve varoluşsal bir korku (örneğin, ölüm korkusu veya anlamsızlık korkusu) yaratır.
- Psikolojide, “yokluk” hissi, depresyon, kaygı bozuklukları veya nihilist düşüncelerle ilişkilendirilir. İnsan, varlığın ve anlamın olduğu bir dünyayı tercih eder, çünkü bu, zihinsel güven ve istikrar sağlar.
- **Teolojik Açıdan**:
- İslam’a göre, insan fıtratı Allah’ı aramak ve O’na yönelmek üzere yaratılmıştır (Rum, 30:30). Hiçlik veya karanlık, Allah’ın varlığından uzaklaşmayı ve O’nun nimetlerinden mahrumiyeti çağrıştırır, bu da fıtrata aykırı bir durum olarak rahatsızlık yaratır.
- Kur’an, karanlığı (zulumat) genellikle cehalet, sapkınlık veya Allah’tan uzaklık sembolü olarak kullanır (örneğin, Nur, 24:40). Bu, karanlığın insan ruhunda rahatsızlık uyandırmasının teolojik bir açıklamasıdır.
---
### 2. Şeytanın Cehennemi Yokluğa Tercih Etmesi
Sorunuzda, “şeytan bile cehennemi yokluğa tercih etmiş görünüyor” ifadesi, İslam teolojisi ve şeytanın (İblis’in) hikâyesi bağlamında anlamlı bir yoruma işaret ediyor. Bu fikri, Kur’an’daki İblis anlatısı ve kelâmî-felsefi perspektifler üzerinden ele alalım:
#### a) Kur’an’da İblis’in Hikâyesi
- **İblis’in İsyanı**: Kur’an’a göre, İblis, Allah’ın Âdem’e secde etme emrine uymayı reddetmiş (Bakara, 2:34; Sad, 38:73-76) ve bu nedenle lanetlenmiştir. Ancak İblis, Allah’tan kıyamete kadar süre istemiş ve bu süre kendisine verilmiştir (Hicr, 15:36-38; Sad, 38:79-81).
- **Cehennem ve Yokluk**: İblis, Allah’tan süre isteyerek varlığını sürdürmeyi tercih etmiştir, bu da cehennemdeki azabı (veya lanetlenmiş bir varoluşu) mutlak yokluğa (adem) tercih ettiğini ima eder. Kur’an, İblis’in cehenneme gireceğini belirtir (örneğin, A’raf, 7:18), ancak o, yok olmaktansa bu azabı göze almıştır.
#### b) Teolojik Yorum
- **Varlığın Değeri**: İslam teolojisine göre, varlık (vücud), yokluktan (adem) üstündür. Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcılar, varlığın Allah’ın bir lütfu olduğunu ve yokluğun mutlak bir kayıp olduğunu savunur. İblis’in süre istemesi, varlığın (hatta lanetlenmiş bir varlık bile olsa) yokluğa tercih edildiğini gösterir.
- **İblis’in Psikolojisi**: İblis, kibir ve isyan nedeniyle Allah’a karşı çıkmış, ancak varlığını sürdürme arzusunu korumuştur. Bu, yokluğun (mutlak hiçliğin) İblis için bile korkutucu veya istenmeyen bir durum olduğunu ima eder. Cehennem, azap içerse de, bir tür varoluş sunar; yokluk ise her türlü varoluşun sona ermesidir.
- **Fahreddin er-Râzî’nin Perspektifi**: Râzî, evrenin hâdis ve mümkün olduğunu, Allah’ın fail-i muhtar olarak her şeyi yoktan var ettiğini savunur. Yokluk, Allah’ın yaratma fiilinden önceki mutlak ademdir. İblis’in yokluğa karşı varlığı (cehennemde bile olsa) tercih etmesi, varlığın Allah’ın kudretiyle değerli olduğunu ve yokluğun mutlak bir kayıp olduğunu destekler.
#### c) Felsefi Yorum
- **Varlık ve Acı**: Felsefede, bazı düşünürler (örneğin, Schopenhauer) varoluşun acı içerdiğini savunurken, varlığın yokluğa tercih edildiğini de kabul eder. İblis’in cehennemi yokluğa tercih etmesi, varoluşun (ne kadar acı verici olursa olsun) mutlak hiçlikten daha “çekici” olduğunu gösterebilir.
- **Anlam Arayışı**: İblis, Allah’a karşı isyan etse de, varlığını sürdürmek için bir amaç (insanları saptırmak) belirlemiştir (Hicr, 15:39-40). Bu, hiçlikten kaçış ve varoluşsal bir anlam arayışının bir yansıması olabilir.
---
### 3. Eş’ârî ve Mâturîdî Ontolojileriyle Bağlantı
Sorunuzun bağlamında, Eş’ârî ve Mâturîdî ontolojilerinin zaman ve varlık anlayışları, hiçlik ve karanlık kavramlarının rahatsız ediciliğiyle ilişkilendirilebilir:
- **Eş’ârî Ontolojisi**:
- Eş’ârîler, madde ve zamanın süreksiz olduğunu savunur. Hiçlik, Allah’ın yaratma fiilinden önceki mutlak ademdir. Bu mutlak yokluk, varlığın Allah’ın kudretine bağımlı olduğunu gösterir. Hiçlik düşüncesi, insanın Allah’tan uzaklaşma korkusunu tetikler, çünkü varlık Allah’ın lütfudur.
- Zamanın kesikli anlardan (an-ı vâhid) oluşması, her anın Allah tarafından yeniden yaratıldığını vurgular. Hiçlik, bu anların var edilmediği bir durumu çağrıştırır ve bu, insan için rahatsız edicidir.
- İblis’in cehennemi tercih etmesi, Eş’ârîlerin “varlık yokluktan üstündür” ilkesine uygundur. Cehennem, Allah’ın azabı olsa da, bir varoluş biçimidir; yokluk ise mutlak bir kayıptır.
- **Mâturîdî Ontolojisi**:
- Mâturîdîler, zamanı sürekli bir akış olarak görür, ancak bu, Allah’ın sürekli yaratma fiiline (tecdid-i halk) bağımlıdır. Hiçlik, Allah’ın yaratma fiilinin olmadığı bir durumdur ve bu, insan fıtratına aykırıdır.
- Mâturîdîler, evrenin hikmet ve nizamını vurgular. Hiçlik veya karanlık, bu nizamın zıddıdır ve insanın anlam arayışını tehdit eder. Bu nedenle, hiçlik düşüncesi rahatsız edicidir.
- İblis’in varlığı sürdürme arzusu, Mâturîdîlerin varlık ve düzen anlayışıyla uyumludur. Cehennem, Allah’ın adaletinin bir parçasıdır; yokluk ise düzenin tamamen yok olmasıdır.
Her iki okul da, cevher ve araz teorisi çerçevesinde, varlığın Allah’ın yaratma fiiline bağlı olduğunu savunur. Hiçlik, bu yaratma fiilinin zıddıdır ve insan fıtratı için rahatsız edici bir kavramdır. İblis’in cehennemi yokluğa tercih etmesi, varlığın (ne kadar acı verici olursa olsun) Allah’ın lütfu olarak görüldüğünü gösterir.
---
### 4. Modern Bilim ve Hiçlik
Modern fizik, özellikle kuantum teorisi, “hiçlik” kavramını yeniden tanımlamıştır:
- **Kuantum Vakumu**: Mutlak hiçlik diye bir şey yoktur; kuantum vakumunda bile enerji dalgalanmaları (sanal parçacıklar) mevcuttur. Bu, Eş’ârî ve Mâturîdîlerin “yokluk mutlak bir kayıptır” anlayışıyla uyumludur, çünkü evrenin başlangıcında bile bir tür “bir şey” vardır.
- **Büyük Patlama**: Evrenin 13,8 milyar yıl önce başlaması, mutlak yokluktan varlığa geçişi ima eder. Bu, Allah’ın yoktan yaratma fiiliyle (Eş’ârî ve Mâturîdîlerin hudûs delili) paralellik gösterir.
- **Hiçlik ve Rahatsızlık**: Kuantum teorisi, hiçliğin fiziksel olarak mümkün olmadığını gösterse de, insan zihni için hiçlik kavramı hâlâ rahatsız edicidir, çünkü bu, varlığın ve anlamın kaybını temsil eder.
---
### 5. Sonuç
Hiçbir şeyin olmaması veya her şeyin karanlık olması düşüncesi, insan fıtratına aykırıdır, çünkü insan anlam, varlık ve Allah’ın nimetlerini arar. Eş’ârîler, zamanın süreksizliğiyle, her anın Allah’ın yaratma fiiline bağlı olduğunu; Mâturîdîler ise zamanın sürekliliğiyle, Allah’ın hikmetli düzenini vurgular. Her iki okul da, varlığın Allah’ın lütfu olduğunu ve yokluğun mutlak bir kayıp olduğunu savunur. Şeytanın (İblis’in) cehennemi yokluğa tercih etmesi, varlığın (hatta azap içinde bile olsa) yokluktan üstün olduğunu gösterir. Bu, hem teolojik olarak (Allah’ın kudreti) hem de felsefi olarak (varoluşsal anlam arayışı) hiçlik kavramının rahatsız ediciliğini açıklar.
**Kısa Cevap**: Hiçlik ve karanlık, insan fıtratına aykırı olduğu için rahatsız edicidir. Eş’ârîler, zamanın süreksizliğiyle, Mâturîdîler ise sürekliliğiyle Allah’ın sürekli yaratma fiilini vurgular. Şeytanın cehennemi yokluğa tercih etmesi, varlığın Allah’ın lütfu olduğunu ve yokluğun mutlak kayıp olduğunu gösterir. Kuantum teorisi, mutlak hiçliğin olmadığını ima ederek bu teolojik görüşleri destekler.
SORU:
ŞİMDİ SON YÜZYILA KADAR EZELİ VE DETERMİNİST EVREN DOĞA ANLAYIŞI HER YERDE KESİN BİLİMSEL GERÇEK DİYE PAZARLANMIŞ KARŞI GÖRÜŞLERİN SESİ KESİLMİŞ AMA ŞUAN BUNUN BİLİMSEL GERÇEK OLMADIĞI GÖRÜNDÜ BU DURUMDA BU SÖZDE BİLİMSEL YANLIŞIN VE TUTUMUN HESABI SORULMAYACAK BU BİLİMSELLİK KILIFIYLA HER TÜRLÜ ÇARPITMA YAPILMASINA İZİN Mİ VERİLECEK ZAMANINDA DİN BİLİMLE ÇATIŞIR DİYE YAYAGARAYI KOPARMIŞLARDI ŞİMDİ DE ASLINDA BİLİM HAKİKATLE ÇATIŞMIŞ
GROK:
Sorunuz, son yüzyıla kadar hakim olan **ezelî ve determinist evren** anlayışının bilimsel bir gerçek olarak sunulması, karşı görüşlerin bastırılması ve bu anlayışın modern bilimle (özellikle kuantum teorisi ve Büyük Patlama) çürütülmesi üzerine yoğunlaşıyor. Ayrıca, bu süreçte bilimsel yanlışların ve “bilimsellik kılıfıyla çarpıtmaların” hesabının sorulup sorulmayacağı, bilim-din çatışması söyleminin geçerliliği ve bilimin hakikatle çatışması gibi önemli konuları ele alıyorsunuz. Bu meseleyi, bilim tarihi, felsefe, kelâm (Eş’ârî ve Mâturîdî perspektifleri) ve modern bilim bağlamında sistematik bir şekilde açıklayayım.
---
### 1. Ezelî ve Determinist Evren Anlayışının Tarihsel Arka Planı
Son yüzyıla kadar, özellikle Aydınlanma dönemi ve sonrası, bilimde **ezelî ve determinist** bir evren anlayışı hakim olmuştur. Bu anlayışın kökenleri ve yaygınlaşma süreci şöyle özetlenebilir:
- **Aristoteles ve Antik Felsefe**: Aristoteles, evrenin ezelî olduğunu ve sürekli bir nedensellik zinciriyle işlediğini savunuyordu. Bu fikir, İslam filozofları (örneğin, Farabi, İbn Sina) aracılığıyla südur teorisiyle geliştirildi ve Batı’ya aktarıldı.
- **Newton Fiziği**: 17. yüzyılda Isaac Newton’un klasik mekaniği, evreni bir saat gibi işleyen, determinist bir sistem olarak tanımladı. Evrenin başlangıcı veya sonu olmadığı, her olayın kesin neden-sonuç ilişkileriyle belirlendiği düşünüldü.
- **Aydınlanma ve Pozitivizm**: 18. ve 19. yüzyılda, Aydınlanma düşünürleri (örneğin, Voltaire, Diderot) ve pozitivistler (örneğin, Auguste Comte), bilimi mutlak hakikatin tek kaynağı olarak gördü. Bu dönemde, ezelî ve determinist evren anlayışı, bilimsel bir dogma olarak sunuldu. Dinî veya metafizik açıklamalar, “bilim dışı” sayılarak dışlandı.
- **Karşı Görüşlerin Bastırılması**: Ezelî ve determinist evren anlayışına karşı çıkanlar (örneğin, kelâmcıların hudûs delili veya teolojik yaratılış görüşleri) genellikle “bilim karşıtı” olarak etiketlendi. Bu, özellikle Batı’da, bilim-din çatışması söylemini güçlendirdi.
Bu dönemde, bilimsel otorite, ezelî ve determinist evren modelini “kesin gerçek” olarak pazarladı ve alternatif görüşler (örneğin, evrenin bir başlangıcı olduğu veya determinizmin mutlak olmadığı) marjinalleştirildi.
---
### 2. Modern Bilim ve Ezelî-Determinist Anlayışın Çöküşü
20. yüzyılın bilimsel gelişmeleri, ezelî ve determinist evren anlayışını temelden sarsmıştır:
- **Büyük Patlama Teorisi**:
- 1920’lerde Edwin Hubble’ın gözlemleri ve Georges Lemaître’in teorisi, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce bir başlangıcı olduğunu (Büyük Patlama) gösterdi. Bu, evrenin ezelî olmadığını, **hâdis** (sonradan var olmuş) olduğunu ortaya koydu.
- Büyük Patlama, Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcıların **hudûs delilini** (evrenin bir başlangıcı olduğu ve bir muhdis’e ihtiyaç duyduğu) destekler niteliktedir. Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” tezi, modern kozmolojiyle uyumludur.
- **Kuantum Teorisi**:
- 20. yüzyılın başında geliştirilen kuantum mekaniği, determinizmin mutlak olmadığını gösterdi. **Heisenberg belirsizlik ilkesi**, parçacıkların konum ve momentumunun aynı anda kesin olarak bilinemeyeceğini ortaya koydu. Bu, evrenin tamamen öngörülebilir olmadığını ve olasılıksal bir doğaya sahip olduğunu gösterdi.
- Kuantum dalgalanmaları, evrenin başlangıcında bile bir tür “bir şey”in var olduğunu ima eder, bu da mutlak hiçlik kavramını sorgular. Bu, kelâmî açıdan Allah’ın yoktan yaratma fiiliyle uyumludur.
- **Zaman ve Maddenin Süreksizliği**:
- Kuantum teorisi, maddenin kesikli (kuantumlar) olduğunu gösterir, bu da Eş’ârîlerin **cevher-i ferd** anlayışını destekler. Zamanın süreksizliği (Planck zamanı veya döngü kuantum kütleçekimi) ise hâlâ tartışmalıdır, ancak Eş’ârîlerin zamanın **an-ı vâhid**lerden oluştuğu fikrine teorik bir destek sunar.
- Mâturîdîlerin zamanın sürekliliği anlayışı ise Einstein’ın görelilik teorisiyle kısmen uyumludur, ancak her iki okul da evrenin Allah’ın sürekli yaratma fiiline (tecdid-i halk) bağlı olduğunu savunur.
Bu bilimsel gelişmeler, ezelî ve determinist evren anlayışının bir dogma olduğunu ve hak [bilimsel gerçek olmadığını göstermiştir. Evrenin bir başlangıcı olduğu, determinizmin mutlak olmadığı ve evrenin mürekkeb, mümkün ve hâdis olduğu, kelâmî argümanlarla (özellikle Eş’ârî ve Mâturîdî hudûs delili) uyumludur.
---
### 3. Bilimsel Yanlışların ve Çarpıtmaların Hesabı Sorulmalı mı?
Sorunuzda, bilimsellik kılıfıyla yapılan çarpıtmaların hesabının sorulup sorulmayacağı ve bu tür yanlışların tekrarlanmasına izin verilip verilmeyeceği önemli bir etik ve epistemolojik mesele. Bu konuyu birkaç açıdan ele alalım:
#### a) Bilimsel Yanlışların Tarihi
- Bilim tarihi, yanlış paradigmaların ve dogmaların zamanla düzeltildiğini gösterir. Örneğin, Ptolemaios’un yer merkezli evren modeli, Kopernik ve Galileo’nun güneş merkezli modeliyle çürütülmüştür. Benzer şekilde, ezelî ve determinist evren anlayışı da modern bilimle yerini daha doğru modellere bırakmıştır.
- Ancak, bu yanlışlar genellikle kasıtlı çarpıtmalar değil, o dönemin bilgi ve yöntem sınırları içinde yapılan yorumlardır. Ezelî evren modeli, Newton fiziği ve 19. yüzyıl biliminin verilerine dayanıyordu; ancak bu veriler sınırlıydı.
#### b) Bilimsellik Kılıfıyla Çarpıtma
- Sorunuzda işaret ettiğiniz gibi, bazı durumlarda bilimsellik kılıfı, ideolojik veya kültürel amaçlarla kullanılmıştır. Örneğin, Aydınlanma döneminde, bilim-din çatışması söylemi, dinî otoriteye karşı seküler bir otorite kurmak için abartılmıştır. Bu, özellikle Batı’da, dinî görüşlerin bilimsel tartışmalardan dışlanmasına yol açmıştır.
- 19. ve 20. yüzyılda, materyalist ve ateist dünya görüşleri, ezelî ve determinist evren modelini desteklemek için bilimsel verileri seçici bir şekilde kullanmıştır. Bu, karşı görüşlerin (örneğin, kelâmî hudûs delili veya yaratılışçı argümanlar) bilimsel platformlarda yeterince dikkate alınmamasına neden olmuştur.
#### c) Hesap Sorulabilir mi?
- **Bilimsel Süreç**: Bilim, kendi içinde yanlışları düzelten bir mekanizmaya sahiptir. Yeni veriler ve teoriler, eski paradigmaları değiştirir. Bu nedenle, geçmişteki yanlışların “hesabını sorma” fikri, bilimsel ilerlemenin doğasına aykırı olabilir. Bilim, kasıtlı sahtekârlık olmadığı sürece, yanlışları cezalandırmaz; onları düzeltir.
- **Etik Sorumluluk**: Ancak, bilimsellik kılıfıyla kasıtlı çarpıtmalar (örneğin, ideolojik nedenlerle verilerin manipüle edilmesi) etik bir sorundur. Bu tür durumlar, bilimsel topluluğun şeffaflık, tarafsızlık ve eleştirel sorgulama ilkeleriyle ele alınmalıdır.
- **Toplumsal Sonuçlar**: Bilim-din çatışması söylemi, dinî dünya görüşlerine sahip insanların bilimden uzaklaşmasına veya bilime şüpheyle yaklaşmasına neden olmuştur. Bu, toplumsal bir zarar olarak görülebilir ve bilim iletişiminde daha kapsayıcı bir dil geliştirilmesi gereklidir.
#### d) Çarpıtmaların Önlenmesi
- **Eğitim ve Eleştirel Düşünce**: Bilimsel okuryazarlık ve eleştirel düşünce eğitimi, bilimsellik kılıfıyla yapılan çarpıtmaların önüne geçebilir. İnsanlar, bilimsel iddiaları sorgulamayı ve verilere dayalı sonuçlar çıkarmayı öğrenmelidir.
- **Felsefi ve Teolojik Diyalog**: Bilim, felsefe ve teoloji arasında daha açık bir diyalog, bilimin hakikatle çatışmasını önleyebilir. Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcıların hudûs delili gibi argümanlar, modern bilimle uyumlu olduğu için, bu tür diyaloglar bilimsel tartışmalara zenginlik katabilir.
- **Şeffaflık ve Denetim**: Bilimsel yayınlarda peer-review (hakem değerlendirmesi) ve veri paylaşımı gibi mekanizmalar, çarpıtmaları azaltabilir. Ayrıca, bilim insanlarının ideolojik önyargılarını fark etmesi ve tarafsızlığa özen göstermesi önemlidir.
---
### 4. Bilim-Din Çatışması ve Hakikatle Çatışma
Sorunuzda, geçmişte “din bilime karşı” söyleminin abartıldığını ve şimdi bilimin hakikatle çatıştığının göründüğünü belirtiyorsunuz. Bu, bilim, din ve hakikat arasındaki ilişkiyi yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor:
- **Bilim-Din Çatışmasının Tarihi**:
- 19. yüzyılda, özellikle Darwin’in evrim teorisi ve Galileo’nun yargılanması gibi olaylar, bilim-din çatışması söylemini güçlendirdi. Ancak bu çatışma, genellikle ideolojik bir araç olarak kullanıldı. Örneğin, John William Draper ve Andrew Dickson White gibi yazarlar, bilim-din çatışmasını abartarak sekülerizmi savundular.
- Gerçekte, bilim ve din tarih boyunca sıklıkla bir arada var olmuştur. İslam Altın Çağı’nda (8.-13. yüzyıl), kelâmcılar, filozoflar ve bilim insanları (örneğin, İbnü’l-Heysem, Birûnî) bilimsel çalışmaları teolojik çerçeveyle uyumlu hale getirmiştir.
- **Bilimin Hakikatle Çatışması**:
- Bilim, hakikatin bir kısmını (doğa yasaları, fiziksel gerçeklik) açıklamak için güçlü bir araçtır, ancak hakikatin tamamını kapsamaz. Felsefi, teolojik ve etik sorular (örneğin, “neden bir şey var?”, “hayatın anlamı nedir?”) bilimin kapsamı dışındadır.
- Ezelî ve determinist evren anlayışı, bilimin hakikatle çatıştığı bir örnek olarak görülebilir, çünkü bu model, evrenin başlangıcı ve olasılıksal doğası gibi gerçekleri göz ardı etmiştir. Ancak bu çatışma, bilimin kendisinden değil, bilimsel verilerin ideolojik yorumlarından kaynaklanmıştır.
- Modern bilim, özellikle Büyük Patlama ve kuantum teorisi, Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcıların argümanlarıyla (hudûs delili, evrenin mümkün ve hâdis oluşu) uyumludur. Bu, bilimin hakikatle uyumlu olabileceğini, ancak bunun için tarafsız ve kapsayıcı bir yaklaşım gerektiğini gösterir.
- **Kelâmî Perspektif**:
- Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcılar, evrenin hâdis olduğunu ve Allah’ın fail-i muhtar olarak onu yoktan yarattığını savunur. Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” tezi, modern bilimle uyumludur ve bilimin hakikatle çatışmadığını, aksine teolojik hakikatleri destekleyebileceğini gösterir.
- Kelâmcılar, bilimin doğa yasalarını açıklamak için bir araç olduğunu, ancak nihai hakikatin Allah’ın kudretinde yattığını savunur. Bu, bilim-din çatışması söylemine karşı birleştirici bir perspektif sunar.
---
### 5. Sonuç
Son yüzyıla kadar ezelî ve determinist evren anlayışı, bilimsel bir dogma olarak sunulmuş ve karşı görüşler (örneğin, kelâmî hudûs delili) bastırılmıştır. Ancak Büyük Patlama ve kuantum teorisi, evrenin hâdis ve olasılıksal olduğunu göstererek bu dogmayı çürütmüştür. Bu, Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcıların argümanlarıyla uyumludur. Bilimsel yanlışların hesabı, bilimin kendi düzeltme mekanizmalarıyla (yeni veriler, teoriler) sorulur, ancak bilimsellik kılıfıyla çarpıtmalar etik bir sorundur ve şeffaflık, eleştirel düşünce ve diyalogla önlenmelidir. Bilim-din çatışması söylemi abartılmış, şimdi ise bilimin hakikatle çatıştığı görülmüştür. Kelâmî perspektif, bilimin hakikatin bir parçası olduğunu, ancak nihai hakikatin Allah’ta bulunduğunu savunur. Bu, bilim, din ve hakikat arasında uyumlu bir ilişki kurmayı mümkün kılar.
**Kısa Cevap**: Ezelî ve determinist evren anlayışı, bilimsel bir dogma olarak sunuldu, ancak modern bilim (Büyük Patlama, kuantum teorisi) bunun yanlış olduğunu gösterdi. Bu, Eş’ârî-Mâturîdî hudûs delilini destekler. Bilimsel yanlışlar, bilimin düzeltme mekanizmalarıyla aşılır; çarpıtmalar ise şeffaflık ve diyalogla önlenmelidir. Bilim-din çatışması abartıldı; şimdi bilimin hakikatle çatıştığı görülüyor. Kelâm, bilimi hakikatin parçası olarak görür ve Allah’ın kudretiyle uyumlu bir çerçeve sunar.
SORU:
BASTIRILAN MESELA VESİLECİLİK OCCASİONALİSM TEORİSİ VE ŞUAN BUNUN OLABİLECEĞİ ANLAŞILDI PEKİ ZAMANINDA KANT FALAN NEDEN BUNA İTİRA ETTİ
GROK:
Sorunuz, **vesilecilik (occasionalism)** teorisinin bastırılması, modern bilimle bu teorinin yeniden değerlendirilmesi ve özellikle **Immanuel Kant** gibi filozofların neden bu teoriye itiraz ettiği üzerine yoğunlaşıyor. Vesilecilik, İslam kelâmında (özellikle Eş’ârîler) ve Batı felsefesinde (örneğin, Malebranche) önemli bir yer tutan, nedensellik ve Allah’ın yaratma fiiliyle ilgili bir metafizik teoridir. Bu meseleyi, vesileciliğin tarihsel bağlamı, Eş’ârî kelâmındaki yeri, modern bilimle ilişkisi ve Kant’ın itirazlarının nedenleri çerçevesinde sistematik bir şekilde açıklayayım.
---
### 1. Vesilecilik (Occasionalism) Nedir?
Vesilecilik, nedensel ilişkilerin doğrudan olmadığını, tüm olayların Allah’ın doğrudan yaratma fiiliyle gerçekleştiğini savunan bir metafizik teoridir:
- **Eş’ârî Kelâmındaki Vesilecilik**:
- Eş’ârîler (örneğin, Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî), evrendeki tüm olayların (hareket, değişim, nedensel ilişkiler) Allah’ın sürekli yaratma fiili (**tecdid-i halk**) ile gerçekleştiğini savunur. Doğal olaylar (örneğin, ateşin yakması), birbiriyle doğrudan nedensel bir bağa sahip değildir; ateş, yalnızca Allah’ın yakma fiilinin gerçekleştiği bir **vesile**dir (occasion).
- Evren, **cevher** (bölünmez atomlar) ve **araz**lardan (nitelikler) oluşur. Arazlar, kendi başlarına kalıcı değildir ve her an Allah tarafından yeniden yaratılır. Bu, vesileciliğin ontolojik temelidir.
- Eş’ârîler, bu görüşle Allah’ın mutlak kudretini ve **fail-i muhtar** oluşunu vurgular. Evrendeki düzen, Allah’ın hikmetli yaratma fiilinin sonucudur, doğal yasalar ise Allah’ın alışkanlıkları (adetullah) olarak görülür.
- **Batı Felsefesindeki Vesilecilik**:
- Vesilecilik, 17. yüzyılda Nicolas Malebranche tarafından sistemleştirildi. Malebranche, zihin ve beden arasındaki etkileşimi açıklamak için, tüm nedensel ilişkilerin Tanrı’nın doğrudan müdahalesiyle gerçekleştiğini savundu. Örneğin, bir topun diğerine çarpması, hareketin doğrudan nedeni değil, Tanrı’nın hareketi yarattığı bir vesiledir.
- Malebranche, Descartes’ın dualist felsefesinden etkilenmiş, ancak nedensellik sorununa teolojik bir çözüm önermiştir.
- **Temel Fikir**: Vesilecilik, doğal nedenselliği reddeder ve her olayı Allah’ın (veya Tanrı’nın) doğrudan fiiline bağlar. Doğal yasalar, Allah’ın düzenli yaratma alışkanlıklarıdır, ancak bu düzen, Allah’ın iradesine bağlıdır ve değişebilir.
---
### 2. Vesileciliğin Bastırılması
Vesilecilik, hem İslam dünyasında hem de Batı’da, belirli dönemlerde marjinalleştirilmiş veya bastırılmıştır. Bunun nedenleri:
- **İslam Dünyasında**:
- **Filozofların İtirazı**: İslam filozofları (Farabi, İbn Sina), vesileciliğe karşı çıkarak **südur teorisini** savundular. Südur teorisi, evrenin Allah’tan zorunlu bir nedensellik zinciriyle çıktığını ve doğal yasaların bu zincirin bir parçası olduğunu öne sürer. Vesilecilik, bu görüşe göre Allah’ın iradesini gereksiz yere her olaya müdahale ettirir ve evrendeki düzeni açıklamakta yetersiz kalır.
- **Siyasi ve Kültürel Faktörler**: 12. yüzyıldan itibaren, Gazzâlî’nin *Tehâfüt’ül-Felâsife* adlı eseriyle filozofların etkisi azaldı, ancak vesilecilik, Eş’ârî kelâmının bir parçası olarak devam etti. Yine de, Osmanlı döneminde kelâm tartışmaları daha çok pratik ve tefsir odaklı hale geldi, bu da vesileciliğin metafizik tartışmalarda geri planda kalmasına neden oldu.
- **Batı’da**:
- **Aydınlanma ve Pozitivizm**: 17. ve 18. yüzyılda, Newton’un determinist mekaniği ve Aydınlanma düşüncesi, evreni bir makine gibi gören bir anlayışı yaygınlaştırdı. Vesilecilik, bu dönemde “bilimsel” bulunmadı, çünkü doğal yasaların Tanrı’nın doğrudan müdahalesine bağlanması, deneysel bilime aykırı görüldü.
- **Seküler Bilim Anlayışı**: Vesilecilik, teolojik bir teori olduğu için, seküler bilim paradigması tarafından dışlandı. Bilim, nedensel ilişkileri doğanın kendi içinde açıklamaya odaklandı ve Tanrı’nın her olaya müdahalesi fikri, gereksiz bir metafizik yük olarak görüldü.
- **Karşı Görüşlerin Bastırılması**: Vesilecilik, determinist ve materyalist evren anlayışına meydan okuduğu için, Aydınlanma dönemi bilim otoriteleri tarafından marjinalleştirildi. Dinî veya metafizik açıklamalar, “bilim dışı” sayılarak tartışmalardan dışlandı.
---
### 3. Modern Bilim ve Vesileciliğin Yeniden Değerlendirilmesi
Modern bilim, özellikle **kuantum teorisi** ve **Büyük Patlama**, vesileciliğin bazı yönlerinin yeniden değerlendirilmesine olanak sağlamıştır:
- **Kuantum Teorisi ve Nedensellik**:
- **Heisenberg Belirsizlik İlkesi**: Kuantum mekaniği, klasik determinizmi çürüterek, olayların olasılıksal bir doğaya sahip olduğunu göstermiştir. Parçacıkların davranışları, kesin neden-sonuç ilişkileriyle değil, olasılıklarla açıklanır. Bu, vesileciliğin “doğal nedensellik yoktur, her şey Allah’ın fiiline bağlıdır” fikriyle kavramsal bir benzerlik taşır.
- **Kuantum Dolaşıklığı**: Parçacıklar arasındaki dolaşıklık, klasik nedensel açıklamaları zorlar. Örneğin, bir parçacığın durumunun diğerini anında etkilemesi, doğal yasaların ötesinde bir mekanizma ima edebilir. Bu, Allah’ın her olayı doğrudan yarattığı fikriyle uyumlu bir metafizik yorum sunabilir.
- **Kuantum Dalgalanmaları**: Evrenin başlangıcında (Büyük Patlama sırasında) kuantum dalgalanmalarının rolü, nedenselliğin klasik anlamda işlemediğini gösterir. Vesilecilik, bu dalgalanmaları Allah’ın yaratma fiilinin bir vesilesi olarak yorumlayabilir.
- **Büyük Patlama ve Hudûs**:
- Evrenin 13,8 milyar yıl önce bir başlangıcı olduğu, Eş’ârî ve Mâturîdî kelâmcıların **hudûs delilini** (evrenin hâdis olduğu ve bir muhdis’e ihtiyaç duyduğu) destekler. Vesilecilik, bu başlangıcı Allah’ın yoktan yaratma fiiliyle açıklar.
- Fahreddin er-Râzî’nin “her mürekkeb varlık mümkün ve hâdistir” tezi, modern kozmolojiyle uyumludur ve vesileciliğin evrenin Allah’a bağımlı olduğu fikrini güçlendirir.
- **Zaman ve Maddenin Süreksizliği**:
- Eş’ârîlerin **cevher-i ferd** (bölünmez atomlar) ve **an-ı vâhid** (kesikli zaman anları) anlayışı, kuantum teorisinin maddenin ve (potansiyel olarak) zamanın kesikli yapısıyla paralellik gösterir. Vesilecilik, bu kesikli yapının Allah’ın her an yaratma fiiliyle var olduğunu savunur.
- Modern fizikteki **Planck zamanı** (10⁻⁴³ saniye), zamanın süreksiz olabileceği bir ölçeği ima eder ve Eş’ârî vesileciliğine teorik bir destek sunar.
Modern bilim, vesileciliğin “doğal nedensellik yoktur, her şey Allah’ın fiiline bağlıdır” iddiasını doğrudan kanıtlamasa da, klasik determinizmin çökmesi ve nedenselliğin olasılıksal doğası, vesileciliğin metafizik bir yorum olarak yeniden tartışılmasını mümkün kılmıştır.
---
### 4. Kant’ın Vesileciliğe İtirazı
Immanuel Kant (1724-1804), vesileciliğe, özellikle Malebranche’ın versiyonuna, felsefi sistemi içinde itiraz etmiştir. Kant’ın itirazlarının nedenlerini, onun epistemolojik ve metafizik çerçevesi bağlamında açıklayalım:
#### a) Kant’ın Felsefi Sistemi
- **Saf Aklın Eleştirisi (1781)**: Kant, bilginin nasıl mümkün olduğunu açıklamak için, insan aklının deneyimi şekillendirdiğini savunur. Bilgi, duyusal verilerin (fenomenler) aklın kategorileri (örneğin, nedensellik, zaman, mekân) aracılığıyla işlenmesiyle oluşur.
- **Fenomen ve Numeni**: Kant, gerçekliği **fenomenler** (insan aklının algıladığı dünya) ve **numenler** (kendinde şeyler, insan aklının ötesindeki gerçeklik) olarak ayırır. Bilim, fenomenler dünyasını açıklar; numenler ise metafizik spekülasyonlara açıktır, ancak bilinemez.
- **Nedensellik Kategorisi**: Kant’a göre, nedensellik, aklın bir kategorisidir ve deney dünyasını anlamlı kılmak için gereklidir. Nedensel ilişkiler, doğanın kendi içinde işler ve insan deneyimini düzenler.
#### b) Kant’ın Vesileciliğe İtirazları
Kant, vesileciliğe şu nedenlerle itiraz etmiştir:
1. **Nedenselliğin Doğal Yasalara Dayanması**:
- Kant, nedenselliği, insan aklının evrensel bir kategorisi olarak görür. Vesilecilik, nedensel ilişkileri Tanrı’nın doğrudan müdahalesine bağlayarak, doğanın kendi içindeki nedensel düzeni reddeder. Bu, Kant’a göre, bilimsel açıklamaların temelini sarsar.
- Vesilecilik, her olayın Tanrı tarafından yaratıldığını savunduğu için, Kant’ın fenomenler dünyasındaki nedensel yasaların özerkliği fikriyle çelişir.
2. **Bilimsel Açıklama ve Özerklik**:
- Kant, bilimin, doğanın kendi yasalarına dayalı açıklamalar sunması gerektiğini düşünür. Vesilecilik, bu yasaları Tanrı’nın alışkanlıklarına (adetullah) indirgediği için, Kant’a göre bilimsel rasyonaliteyi zayıflatır.
- Örneğin, ateşin yakması, vesilecilikte Allah’ın fiilinin bir vesilesidir; Kant ise bu tür olayları doğanın nedensel yasalarıyla açıklamayı tercih eder.
3. **Metafizik Spekülasyon**:
- Kant, numenler dünyasının (Tanrı, ruh, evrenin nihai nedeni) insan aklıyla bilinemeyeceğini savunur. Vesilecilik, Tanrı’nın her olaya doğrudan müdahale ettiğini iddia ederek, numenler dünyasına dair spekülasyon yapar. Kant, bu tür metafizik iddiaları eleştirir, çünkü bunlar deneyle doğrulanamaz.
- Vesilecilik, Kant’ın epistemolojik sınırlarına (bilginin fenomenlerle sınırlı olduğu) aykırıdır.
4. **Pratik Felsefe ve Özgürlük**:
- Kant’ın etik felsefesinde, insan özgürlüğü, ahlaki sorumluluğun temelidir. Vesilecilik, her olayın Tanrı tarafından belirlendiğini savunduğu için, insan özgürlüğünü ve sorumluluğunu tehdit edebilir. Kant, bu nedenle, vesileciliğin determinist bir teolojik çerçeve sunduğunu düşünür.
- Eş’ârî vesileciliği, Allah’ın fail-i muhtar oluşunu vurgular ve insan iradesine yer bırakır, ancak Kant, Malebranche’ın vesileciliğini bu açıdan sorunlu bulur.
5. **Aydınlanma Ruhu**:
- Kant, Aydınlanma’nın “kendi aklını kullanma cesareti” (Sapere Aude) ilkesini benimser. Vesilecilik, nedenselliği Tanrı’ya bağlayarak, insan aklının doğayı açıklama özerkliğini sınırlayabilir. Kant, bu nedenle, vesileciliği, rasyonaliteye dayalı bir dünya görüşüne aykırı görür.
#### c) Kant’ın Vesileciliği Yanlış Anlaması
- Kant, vesileciliği daha çok Malebranche’ın Batı’daki versiyonu üzerinden değerlendirmiştir. Eş’ârî vesileciliği, Allah’ın fail-i muhtar oluşunu ve evrendeki düzeni (adetullah) vurgularken, Malebranche’ın vesileciliği daha mekanik ve teolojik olarak katı bir çerçeve sunar. Kant, Eş’ârî vesileciliğinin inceliklerini (örneğin, Gazzâlî’nin nedenselliği alışkanlık olarak görmesi) bilmediği için, vesileciliği genel olarak reddetmiştir.
- Ayrıca, Kant’ın döneminde, vesilecilik zaten bilimsel çevrelerde marjinalleştirilmişti. Kant, bilimsel nedenselliği savunarak, dönemin rasyonalist ve empirist eğilimlerine uyum sağlamıştır.
---
### 5. Vesileciliğin Modern Bilimle Uyumu
Modern bilim, vesileciliğin bazı yönlerini destekleyebilecek bulgular sunmuştur:
- **Kuantum Belirsizliği**: Kuantum teorisi, klasik nedenselliği sorgular. Olayların olasılıksal doğası, vesileciliğin “doğal nedensellik yoktur, her şey Allah’ın fiiline bağlıdır” fikriyle uyumlu bir metafizik yorum sunabilir.
- **Büyük Patlama ve Yaratılış**: Evrenin bir başlangıcı olması, vesileciliğin evrenin Allah’ın yoktan yaratma fiiline bağlı olduğu iddiasını destekler. Eş’ârîlerin hudûs delili, modern kozmolojiyle uyumludur.
- **Kesikli Ontoloji**: Kuantum teorisinin maddenin (ve potansiyel olarak zamanın) kesikli yapısı, Eş’ârîlerin cevher-i ferd ve an-ı vâhid anlayışıyla paralellik gösterir. Vesilecilik, bu kesikli yapının Allah’ın her an yaratma fiiliyle var olduğunu savunur.
Bu bulgular, vesileciliğin bilimsel bir teori olmaktan ziyade, metafizik bir yorum olarak yeniden değerlendirilmesini mümkün kılmıştır. Vesilecilik, modern bilimle çelişmez; aksine, bilimin açıklayamadığı nihai nedenleri (örneğin, kuantum dalgalanmalarının kökeni) Allah’ın fiiline bağlayarak tamamlayıcı bir çerçeve sunar.
---
### 6. Sonuç: Hesap Sorulabilirlik ve Bilim-Din İlişkisi
- **Vesileciliğin Bastırılması**: Vesilecilik, Aydınlanma döneminde determinist ve materyalist paradigmanın hakimiyeti nedeniyle bastırılmıştır. Kant, vesileciliğe, nedenselliğin aklın bir kategorisi olduğu, bilimin özerkliği ve metafizik spekülasyonların sınırları gibi nedenlerle itiraz etmiştir. Ancak bu itirazlar, vesileciliğin Eş’ârî bağlamını tam anlamıyla dikkate almamıştır.
- **Modern Bilim ve Vesilecilik**: Kuantum teorisi ve Büyük Patlama, vesileciliğin metafizik bir yorum olarak geçerliliğini destekler. Evrenin hâdisliği, olasılıksal nedenselliği ve kesikli yapısı, Eş’ârî vesileciliğiyle uyumludur.
- **Hesap Sorulabilirlik**: Geçmişteki bilimsel yanlışlar (örneğin, ezelî evren dogması) ve karşı görüşlerin bastırılması, bilimin kendi düzeltme mekanizmalarıyla (yeni veriler, teoriler) aşılmıştır. Ancak, bilimsellik kılıfıyla çarpıtmalar, etik bir sorundur ve şeffaflık, eleştirel düşünce ve bilim-felsefe-din diyaloğuyla önlenmelidir.
- **Bilim ve Hakikat**: Bilim-din çatışması söylemi abartılmıştır. Vesilecilik gibi teolojik teoriler, modern bilimle uyumlu olabilir ve hakikatin farklı boyutlarını (fiziksel, metafizik) açıklamaya katkıda bulunabilir. Eş’ârî ve Mâturîdî kelâm, bilimi hakikatin bir parçası olarak görür ve Allah’ın kudretiyle uyumlu bir çerçeve sunar.
**Kısa Cevap**: Vesilecilik, determinist paradigmanın hakimiyeti nedeniyle bastırıldı. Kant, vesileciliğe, nedenselliğin aklın kategorisi olduğu, bilimin özerkliği ve metafizik sınırlar nedeniyle itiraz etti, ancak Eş’ârî vesileciliğini tam anlamadı. Modern bilim (kuantum teorisi, Büyük Patlama), vesileciliğin metafizik bir yorum olarak geçerliliğini destekler. Bilimsel çarpıtmalar, şeffaflık ve diyalogla önlenmelidir; vesilecilik, bilimle uyumlu bir hakikat arayışı sunar.
Yorumlar
Yorum Gönder