Tevbe Suresi 122. Ayet Meali: Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. ﴾122﴿ " ve Tefsiri:
Tevbe Suresi 122. Ayet Meali
Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. ﴾122﴿
Tevbe Suresi 122. Ayet Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri:
122- Bununla beraber müminler bütünüyle hep birden, nefir olarak savaşa katılacak değillerdir. Yani daha yukarıda "Sizinle topyekün savaşa tutuştukları gibi siz de müşriklere karşı topyekün savaşın!" (Tevbe, 9/36) ve "İster hafif, ister ağır hazırlıklarla hepiniz topyekün savaşa katılın!" (Tevbe, 9/41) buyurulmuş olmak ve Medinelilerle civardaki bedevilerin savaştan kalmaları caiz olmamakla beraber gerek gaza ve gerek ilim öğrenmek için yeryüzündeki bütün müminlerin hepsinin birden koşup harekete geçmesi doğru değildir. Hepsinin birden savaştan kalmaları doğru olmadığı gibi, hepsinin birden seferber olmaları da doğru olmaz. O halde onların herbir oymağından, bir şehir halkı veya büyük bir kabile gibi herbir topluluktan bir taife, yani bir kısım, bir grup, bir cemaat kalıp dinde tefakkuh etmeliler, külfet ve zahmete katlanıp dinin inceliklerini iyice ve derinlemesine öğrenmeliler ve nefir olup savaşa katılanları dönüp geldikleri vakit, belki hazer ederler diye uyarmalılar. Yani halka üstünlük taslamak ve tahakküm etmek veya daha başka dünya çıkarları elde etmek gibi maksatlar uğruna değil, sırf kendi halkını, özellikle savaşa katılıp da din eğitim ve öğretiminden uzak kalmış olan din kardeşlerini inzar ve irşad maksadı ile fıkıh ve din ilimleri öğrensinler, kalanlar da bu iş için, yani eğitim ve öğretim için seferber olup toplansınlar. Şu halde dinde tefakkuh, yani derinliğine bilgi edinme işi de bir farz-ı kifayedir. Ve Allah yolunda cihaddan sayılmaktadır. Bu mânâya göre, din ilimlerinin tahsili için de bir seferberlik söz konusudur. Burada zamirleri nefir olan taifeye racidir.
Fakat âyette diğer bir mânâ daha rivayet edilmiştir. Şöyle ki: Müminler cihaddan tehallüf edenler (katılmayıp evlerinde oturanlar) aleyhinde nazil olan ilâhî açıklamaları işitince bu sefer de hepsi cihad için seferberliğe koşmaya başlamışlar, bunun üzerine her oymaktan bir kısmının cihada gitmesi bir kısmının da kalıp din ilimleri tahsil etmesi, bilgilerini derinleştirmesi ve kavmini uyarıp bilinçlendirmesi emrolunmuş. Ve böylece ilim belgelerle cihad, savaş da kılıçla cihad olmuştur. Her ikisinin de asıl gayesi, Allah'ın peygamber ve vahiy göndermesinin hikmeti olan nefse karşı cihad-ı ekberi kazanmak olduğu böylece anlatılmıştır. İşte bundan dolayıdır ki "Dinde derinleşsinler ve inzarda, uyarıda bulunsunlar." zamirleri savaşa katılanlara değil, katılmayıp kalanlara raci olmuş demektir.
Bu açıklamalardan sonra "acaba savaşa hangi düşmandan başlamalı?" denecek olursa:
- Bu Ayetin Elmalılı Tefsiri Burada Bitti.
* Tefakkuh: Tefakkuh, yani fıkh etmek, bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene ulaşmak demektir. Ayrıca, "iyi ve derin, ince anlayış" anlamında da kullanılır. Fıkh'ın ifâde ettiği anlayış, Arapça'da "fehm" kelimesinin ifâde ettiği anlayış gibi değildir. Birinin ne söylediğini anlarız, bu "fehm"dir; fakat söylenenin, olup bitenin "künhüne vâkıf olma", gerçeğine erme, onu bütünüyle kavrayıp bir sonuca varma "tefakkuh"dur.
Kaynak:Kavramlar Ansiklopedisi
Hüseyin Avni Hocamızın Neden İlim Öğrenmeliyiz? Yazısından alıntı: https://darusselam.com/fikir/neden-lim-oerenmeliyiz.html@DarusSelamTR aracılığıyla:
“İlim öğrenmek her bir müslümana farzdır”.
[3] Ebû Hanîfe (Müsned), İbn-u Mâce, İbn-u ‘Adiyy, Beyhakî, İbn-u Abdi’l Berr (Câmi’u Beyâni’l İlm)
Kendi sahamızla alakalı ilimleri öğrenmenin bize farz olduğunu bu hadisi şeriften açıkça anlamaktayız.İçimizden birilerinin de öğretici olmasının gerektiğini, “Müminlerin hep birden cihada çıkmaları gerekmez.İçlerinden her fırkadan bir topluluk harbe çıkmalı (Bir kısmı da geri kalmalı.) dır ki,din hususunda fıkıh öğrensinler ve kavimleri kendirline döndükleri vakit,onları korkutsunlar.Ta ki onlar sakınsınlar”.[Tevbe 122] ayetinden anlamaktayız.
İmam Ebû Hanîfe (rh); “Fıkıh,kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri incelikleri ile bilmesidir” derken, amelin yanında, îman ve ahlâk meselelerini de tarifin içine katıyordu.Onun için,akide mevzuunda yazdığı eserine El-Fıkhu l-Ekber (en büyük fıkıh) ismini vermiştir. Kalp,nefis ve ahlak ile alâkalı mevzuların ilmine de Bâtın Fıkhı denilmiştir.Yukârıdaki fıkıh tarifine, “amel bakımından”,ilavesini yapanlar ise,kendilerince ayrı bir ıstılah ortaya koyup belli bir ilim sahasını kast etmişlerdir.Ancak,ayette geçen fıkhın geniş manada olan fıkıh olduğu açıktır.
O halde,İslâm’ın her sahasında fıkıh sahibi olunması emredilmektedir. Bu, ilmihal noktasında bütün müminleri içine almaktadır.Bundan fazlası,tamamıyla bir kişi veyahut kişilerde bulunduğu taktirde en güzeli olacaksa da,bu hususta iş taksimi de yapılabilir."
*Sahih-i Müslim Şerhi Fethül Bari'den:
Allah Kimin İçin Hayır Dilerse Onu Dinde Anlayış Sahibi Kılar
71- Muaviye r.a. şöyle demiştir: Hz. Peygamberin şöyle dediğini işittim:
"Allah kimin için hayır dilerse onu dinde anlayış sahibi kılar. Ben yalnızca taksim eden bir kişiyim, veren Allah'tır. Allah'ın emri gelinceye (kıyamet kopuncaya) kadar bu ümmet Allah'ın emri üzere kalacak, muhalefet edenler onlara zarar veremeyeceklerdir.[62]
Açıklama
Bu hadis üç hüküm içermektedir:
1. Dinde tefakkuhun (anlayış sahibi olmanın/fıkıhta derinleşmenin) fazileti
2. Mal ve mülkü verenin hakikatte Allah olduğu
3. Bu ümmetin bir bölümünün kıyamete kadar hak üzerinde sabit kalacağı
Birinci hakikat ilim konusuna, ikinci hakikat sadakalar (zekat vb.) konusuna, üçüncü hakikat kıyamet alametleri İle ilgili bölüme uygundur. "Allah'ın emri gelinceye kadar" sözünde yer alan "Allah'ın emri" kalbinde imandan bir şey bulunanların ruhunu kabzedecek olan rüzgardır ki bundan sonra yeryüzünde insanların en kötüleri kalacak, kıyamet de onların üzerine kopacaktır.
Bunların üçü de diğer bir açıdan ilim konulan ile hatta bu başlık ile doğrudan doğruya ilgilidir. Çünkü bu hadis; Allah'ın dininde anlayış sahibi/derin fıkhı bilgiye sahip kişiler için iyiliğin söz konusu olduğunu, bunun yalnızca kişisel çaba ile kazanılamayacağını, aksine Allah'ın nasip ettiği kişilerin buna sahip olacağını, buna sahip olanların kıyamete kadar mevcut olacağını belirtmektedir.
Buhârî bunlardan kasdedilenin hadis âlimleri olduğunu belirtmiştir.
Ahmed b. Hanbel "Burada kasdedilenler hadis âlimleri değil ise başka kim olabilir bilmiyorum!" demiştir.
Kadı Iyaz "Ahmed b. Hanbel bununla ehl-i sünnet ve hadis âlimleri gibi inananları kasdetmiştir" demiştir.
Nevevî "Bunların mücâhid, fakîh, muhaddis, zâhid, iyiliği emreden vb. hayırları yapan müminlerden, Allah'ın emirlerini yerine getirenlerden bir grup olması muhtemeldir. Bunların bir yerde toplanmış olması şart değildir. Ayrı ayrı olmaları da mümkündür" demiştir.
Bu hadisten şu hususlar anlaşılır: Dinde anlayış sahibi olmayan, yani İslâm'ın temel kurallarını ve bunlara ilişkin fıkıh ve İnanç ile ilgili detayları Öğrenmeyen kişilerin hayırdan mahrum olduğunu gösterir. Ayrıca âlimlerin diğer insanlar üzerinde bariz bir şekilde üstünlüğünün bulunduğunu, dinde derin fıkhı bilgi sahibi olmanın da diğer İlimler üzerinde bir üstünlüğünün olduğunu göstermektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder