Ana içeriğe atla

Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. ﴾Bakara Suresi 216. Ayet Meali﴿ +++Bakara Suresi 216,243-251. Ayetler, Enfal Suresi 24-25. ayetlerin tefsirleri

Bakara Suresi 216. Ayet Meali:
Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. ﴾216﴿



        

Ömer Nasuhi Bilmen Bakara Tefsirinden: 

Bakara Suresi 216.Ayet Meali: Cihad hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı. Bazen bir şeyden hoşlanmazsınız. Halbuki o şey sizin için bir hayırdır. Ve bazen de bir şeyi seversiniz halbuki o şey sizin için bir serdir. Ve Allah Teâlâ bilir, sizler ise bilmezsiniz.

Bakara Suresi 216.Ayet Tefsiri: Bu âyeti kerime İslâm varlığını muhafaza için yapılacak cihadın büyük bir hayır olduğuna işaret ediyor. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!.. ıCihad) İlk bakışta meşakkati, mâl ve beden ile de fedakarlığı gerektirdiği için (hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı.) Halbuki cihadda zafer vardır, ganimet vardır, milletin varlığını muhafaza ve müdafaa vardır. Şehitlikle sevab ve mükâfat vardır. Artık bu hoş görülmeli değil midir?. Fakat insanlık, garip bir tabiatta yaratılmıştır. Her şeyin mahiyetini,        hayır mı, şer mi olduğunu güzelce takdir ve tesbit edemez. Aksine (bazen bir şeyden hoşlanmazsınız.) Hoşunuza gitmez, ondan kaçınmak istersiniz. (Halbuki, o sizin için bir hayırdır.) İşte cihad da bu kabildendir. (Bazen de bir şeyi seversiniz.) Onu yapmağa koşarsınız. (Halbuki o şey sizin için bir serdir.) İşte cihaddan kaçınmak ta böyledir. (Ve) şüphe yok ki (Allah Teâlâ) insanların haklarında nelerin hayr ve nelerin şer olduğunu tamamen (bilir.) Ey insanlar (sizler ise) öyle her şeyi (bilmezsiniz) öyle ise Cenab'ı Hakkın emir ve yasağına gerçek mânada uyunuz. Onun her emri sırf bir hayırdır, onun her yasakladığı şey de sırf bir serdir. Artık ona göre hareketinizi düzenlemelisiniz.

 
Enfal Suresi 24. Ayet Meali:
Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. ﴾24﴿  

Enfal Suresi 25. Ayet Meali: 
Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir. ﴾25﴿ 

 

Ömer Nasuhi Bilmen Enfal Suresi Tefsirinden: 

24. Ey müminler!. Sizi kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği vakit Allah için ve Peygamber için icabet edin ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ kişi ile kalbi arasına girer ve şüphe yok ki, onun huzurunda toplanacaksınız.

24. Bu mübarek âyetler, Cenâb-ı Hak ile Yüce Resulü tarafından olan tekliflerin birer hayat unsuru olduğunu ve onlara icabet etmenin lüzumunu bildirmektedir. Ve bütün insanlar Hak Teâlâ'nın tasarrufu altında bulunduklarından ve onun manevî huzuruna sevkolunacaklarından ona söve hareketlerini tanzim etmelerini ve bütün cemiyet hayatına zarar verecek olan gayrı meşru hareketlerden kaçınılmasını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey müminler!.) Ey imân nimetine nail bulunmuş olan kullar!, (sizî) Allah Teâlâ'nın muhterem Resulü (kendinize) maddî ve manevî (hayat verecek şeylere) meselâ: Millî hayatı koruyacak olan cihada, veya ebedî hayatın vesilesi olan dinî ilimleri tahsile veya sahibini ebedî hayata, kavuşturacak olan güzel inançlara veya içki gibi, fuhşiyat gibi terkedilmeleri cemiyetin hayatî temizliğini temine sebep olan şeyleri terketmeğe (davet ettiği vakit) hemen (Allah için ve Peygamber için) güzelbir itaat göstererek o davete (icabet edin) öyle mükellef olduğunuz    şeyleri bir kalp rahatlığı ile ifaya çalışınız. (Ve) Ey müminler!. (Biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ) yaratmış olduğu herhangi bir (kişi ile kalbi arasına girer.) yani: Hak Teâlâ Hazretleri kullarına İlim ve tasarruf bakımından kendilerinden daha yakındır, kullarının bütün düşüncelerini bilmektedir, kullarını kalbî ilhamlarını istediği gibi değiştirebilir. Ve dilerse bir kulu ile onun kalbi arasına bir engel bırakır, artık mümin ise, kâfir, kâfir ise mümin olamaz. Binaenaleyh her hususta ve bu cümleden    olarak imanda sebata muvaffakiyet hususunda Cenâb-ı Hak'ka daima-sığınmalıdır, Allah'ın korumasına sığınılmalıdır. Nitekim Rasülü Ekrem Efendimiz bile
çok kere = Ey kalpleri evirip çeviren Rab'bim!. Benim kalbimi senin dinin üzerine sabit kıl, diye dua ederdi. Ve ey müslümanlar!. (şüphe yok, ona) o Yüce Yaratıcı huzurunda (toplanacaksınızdır.) başkasına değil. O hikmet sahibi mabut da amellerinizin mahiyetlerine, mertebelerine göre size mükâfat ve ceza verecektir. Artık gaflette bulunmayınız, sonunuzu göz önüne alınız, ona göre hayatınızı tanzime çalışınız, ibadet ve itaatten geri durmayınız.

25. Ve bir fitneden sakınınız ki, sizden yalnız zulm edenlere dokunmakla kalmaz, ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın cezası pek şiddetlidir.



25.  (Ve) Ey müslümanlar!. Öyle (bir fitneden) gayrı meşru bir harketten, felâkete sebep olacak bir hadisenin meydana gelmesinden (sakınınız ki) onun kötülüğü, felâketi; maddî ve manevî zararları (sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz) bilâkis zulmetmemiş, o hadiseyi fiilen yapmamış olanları da kapsar. Meselâ: Bir cemiyet arasında bir takım gayrı meşru şeyler yapılıp dururken bunları yapanların engellenmesine çalışılmaması, umumî bir sorumluluğa, bir kötülüğe sebep olabilir. Aynı şekilde: Gerektiğinde cihat hususunda bir taifenin tembelik göstermesi, o taifenin mensup olduğu bütün bir cemiyet hakkında mağlûbiyet!, zarar ve ziyanı doğurabilir. Artık bu gibi kötü neticeleri doğuracak şeylere meydan vermemelidir. (Ve) Ey müminler!. Kesin olarak (biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın cezası) ona muhalefet edenler hakkında (pek şiddetlidir) onun hükümlerine riayet etmeyenlerin sonlan pek kötüdür. Nitekim bu gibi ilâhî emirlere riayet edilmediğinden dolayı İslâm tarihinde pek acıklı hâdiseler vücude gelmiştir, müslümanlar arasındaki mücadeller ne kadar korkunç, genel musibetlere sebebiyet vermiştir. Binaenaleyh öyle şiddetli bir azabı hak etmemek için Allah'ın hükümlerine riayete devam etmelidir. Toplumun zarar ve ziyanına sebebiyet verecek şeylerin vücude gelmemesine elden geldiği kadar çalışmalıdır, şahsî ve genel selâmet ve menfaat bunu gerektirmektedir.


Bakara Suresi 216,243-251 Ayetlerin Mealleri:

Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez. (243)
Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. (244)
Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç (isteyene faizsiz ödünç) verecek yok mu? Darlık veren de bolluk veren de Allah'tır. Sadece O'na döndürüleceksiniz. (245)
Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.(246)
Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. «Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir» dedi. (247)
Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi. (248)
Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. (249)
 Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver; kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler. (250)
Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir. (251)



Ömer Nasuhi Bilmen Bakara Suresi Tefsirinden: 


243.     Görmedin mi o kimseleri ki, onlar binlerce kişi oldukları halde ölümden sakınarak yurtlarından çıktılar. Allah Teâlâ ise onlara ölünüz diye emretti. Sonra da onları diriltti. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ insanlar hakkında lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler.
243. Bu âyeti kerime, insanları tahammüle sevketmektedir, ve takdir edilen şeylere aykırı hareketlerin, sahiplerine fâide vermeyeceğine işarette bulunmaktadır. Rivayete göre israiloğullarından bir gurup ki, sayıları on bin veya otuz bin veya daha fazla idi, taun hastalığından korkarak yurtlarını terketmişlerdi veyahut bunları hükümdarları cihada davet etmişti, bunlar ise öleceklerinden korkarak firar etmişlerdi. Cenabı Hak ise bunları öldürdü, seksen gün veya daha ziyâde ölü olarak kaldılar, sonra peygamberleri, Hızkıl aleyhisselâm'ın duasiyle bunlar yeniden hayat buldular. İşte Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Görmedin mi) yani görmüş gibi şu garip hâdiseden haberdar olmadın mı (o kimseleri ki, onlar binlerce kişi oldukları halde ölümden kaçınarak) bulaşıcı bir hastalıktan veya savaşa iştirakten korkup (yurtlarından çıktılar) başka bir yere can attılar. (Allah Teâlâ ise onlara ölünüz diye emretti) onların ölmelerini irade buyurdu, onlar da derhal öldüler. Firarları kendilerine fâide vermedi. Fakat Cenab-ı Hak, kudret ve hikmetini bütün insanlığa göstermek için (sonra da onları diriltti) onlara ilâhî kudretinin yüceliğini anlattı, onlara bir ibret dersi verdi, Allah'ın kazasından kaçınmaya imkân bulunmadığını anlattı. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ insanlar hakkında ikram) ve kerem (sahibidir). Bütün emirleri ve yasakları onların hakkında sırf hayırdır. Artık onlar bunun şükrünü yerine getirmeye çalışmalı değil midirler?. (Fakat insanların pek çokları şükretmezler.) Bu şükür görevini ifaya koşmazlar. Böyle bir durum ise bir nankörlük alametidir. Velhâsıl: Bu hâdise, öldükten sonra dirilmenin vukuuna dair bir ilâhî delildir, insanları uyanmaya davete bir vesiledir. Yapılması gereken bir cihada iştiraktan kaçınmanın uygun olamıyacağına dâir bir delildir. 244. Ve Allah yolunda muharebede bulunun ve biliniz ki. Allah Teâlâ semidir, âlimdir.

244.     Bu âyeti kerime, hak yolundaki cihâdın lüzumunu, ehemmiyetini bildirmektedir. Buyrulmuş oluyor ki: Ey müslümanlar!. Hak'ka tevekkül ediniz. (Ve Allah yolunda muharebede bulunun) tâki, dine hizmet etmiş ve Allah'ın dinini yüceltmeye çalışmış olasınız. (Ve biliniz ki Allah Teâlâ semidir) cihada koşanların da, ondan kaçanların da sözlerini işitir ve Hak Tealâ (alimdir.) Hepinizin hallerini, gönülle rinde kileri bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir.


245. Kimdir o kimse ki. Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bu-lunur, Allah Teâlâ da ona kat kat fazlasıyla ihsan buyurur. Ve Allah Teâlâ sıkar ve açar ve ona döndürüleceksinizdir.
245. Bu âyeti celile de hak yolundaki fedakarlığın ne kadar fazla mükâfata vesile olduğunu şöylece gösteriyor: (Kimdir o kimse ki) o hakikî müslüman ki (Allah için) hak yolunda, (güzel bir ödünç ile) cihada malını sarfetmek, fukara ve yoksullara Allah rızası için infakta bulunmak gibi bir suretle (ödünç de bulunur) Allah yolunda malını ve nefsini harcar (Allah Teâlâ da ona) o salih, fedakâr kuluna (kat kat fazlasını ihsan buyurur) yâni böyle bir güzel amele birçok sevaplar verir ki, bunun miktarını ancak Cenâb-ı Hak bilir. Bir kavis göre bire yedi yüz misli mükâfat ihsan eder. Elverir ki, amel iyi niyete dayalı, Allah'ın rızasına uygun olsun. (Ve Allah Teâlâ sıkar ve açar) yâni dilediği kulunu dar bir rızka müptelâ eder ve dilediği kulunu bol bir rızka kavuşturur. Bu ilâhî hikmetin gereği olan bir imtihandır. Bunu güzelce kabul etmek lâzımdır. (Ve ona döndürüleceksinizdir) dünya hayatına nihayet verilecek, bütün insanlık âlemi âhirete sevk olunacaktır, herkes o âlemde lâyık olduğu mükâfat ve cezaya uğrayacaktır. Artık bunu düşünmeli, ona göre daha elde fırsat varken cihat gibi, fakirlere yardım gibi güzel amellerde bulunmalıdır.




246. Görmedin mi Musa'dan sonra İsrail Oğullarından olan bir cemaati, ki onlar kendi peygamberlerine: Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda muharebe edelim dediler. Peygamberleri de dedi ki: Üzerinize muharebe farz kılınsa muharebe etmiyecek olmayasınız? Dediler ki: Biz ne için Allah yolunda muharebe etmeyelim, biz yurtlarımızdan, evlâdımızdan çıkarıldık - uzaklaştırıldık. Fakat vaktaki, onların üzerlerine muharebe farz kılındı, onlar içlerinden birazı müstesna geri dönüverdiler. Allah Teâlâ ise o zâlimleri hakkıyla bilicidir.

246. Bu âyeti kerime, bir tarihî olayı bizlere bir ibret ve uyarı vesilesi olmak üzere şöylece beyan buyurmaktadır. Ey mü'min kulum!. (Görmedin mî?) görmüş gibi kıssalarına vakıf olmadın mı? (Musa'dan sonra İsrail Oğullarından olan bir cemaati) onların ileri gelen bir gumbu (ki, onlar kendi peygamberlerine) müracaat ederek (bize bir hükümdar) bir kumandan (gönder de) tayin et de (Allah yolunda muharebe edelim dediler. Peygamberleri de) meşhur olan görüşe göre İsmail aleyhisselâm da onlara (dedi ki: Üzerinize muharebe farz kılınırsa muharebe etmeyecek olmayasınız?) Bilahara bu sözünüzde acaba duracak mısınız? Onlar da (dediler ki: Biz ne için Allah yolunda muharebe etmeyelim?) Ne için böyle bir vazifeyi yerine getirmeyelim? Özellikle bizler düşmanlarımız tarafından (yurtlarımızdan, evlâtlarımızdan çıkarıldık) onlardan uzaklaştırıldık, birçok mahrumiyetlere uğradık (fakat) bunlar bu sözlerinde durmadılar (vaktaki, onların üzerlerine muharebe farz kılındı) korkmaya, canlarını düşünmeye başladılar (onlar, içlerinden birazı müstesna) olmak üzere harpten (gerî dönüverdiler) savaştan yüz çevirdiler. Artık bunlar böyle sözlerinde durmadıkları kendi varlıklarını müdafadan kaçındıkları Peygamberlerinin emrine muhalefet eyledikleri cihetle zulmedici oldular. (Allah Teâlâ ise o zâlimleri hakkıyla bilicidir.) Onların bu hareketleri Allah tarafından bilinmektedir, ona göre ceza göreceklerdir. Tarihen sabit olduğu üzere Musa aleyhisselâmdan sonra İsrail Oğullarının hayat düzenler! bozulmuş, birçok hatâlarda bulunmuşlar, doğru yoldan çıkmışlardı. Allah Teâlâ da onlara "câlut" kavmini musallat etmişti. Bu kavim     Mısır ile Filistin arasındaki sahillerde otururlardı. Bunlara "âmâlika" denilmektedir. Bunlar, İsrail Oğullarına galip gelmişler ve birçok yerleri istilâ eylemişler birçok esir almışlar, İsrail Oğulları üzerine ağır vergiler koymuşlardı. O zaman İsrail Oğulları arasında bir peygamber yoktu. Bilahara kendilerine Allah tarafından işmuiI veya Şem'un aleyhimesselâm, peygamber gönderildi. Bu zata karşı da cephe aldılar, eğer sen peygamber isen bize bir hükümdar tayin et de cihada atılarak kendimizi kurtaralım dediler. Bunun üzerine "Talüt" ismindeki bir zat Beni İsrail'e hükümdar tayin edilmiş, bu sayede birçok fetihler elde etmişler, amalikanın "Câlut" denilen kumandanını tepelemişler, onların tecavüzlerinden kurtulmuşlardı. Nitekim '2511 inci âyeti kerime bu hususu bildirmektedir.





247. Ve onlara Peygamberleri dedi ki: İşte Allah Teâlâ size hükümdar olmak üzere Talütu gönderdi, dediler ki: Bizim üzerimize onun hükümdar olması nasıl olabilir? Halbuki, biz mülke ondan daha haklıyız. Kendisine malca da bir genişlik verilmiş değildir. Peygamberleri de dedi ki: Şüphesiz Allah Teâlâ onu sizin üzerinize seçmiştir. Ve ona ilim ve cisim itibariyle de bir fazla genişlik vermiştir. Ve Hak Tealâ mülkünü dilediğine verir. Ve Yüce Allah h erseyi kuşatıcıdır ve bilicidir.

247.     Bu âyeti kerime, Malikiyet ve hâkimiyete kimlerin lâyık olup olmadıklarına işaret etmektedir. Şöyle ki: (Ve onlara) o İsrail Oğullarından olan cemaate (Peygamberleri) olan işmuil aleyhisselâm veya diğer bir Peygamber (dedi ki) siz düşman ile savaşmak için bir kumandan istiyorsunuz (işte Allah Teâlâ size hükümdar) reis, kumandan (olmak üzere Talütu gönderdi) onunla beraber savaşta bulununuz. (Dediler ki: Bizim) nesebce, servetçe, ailece mevkiimiz yüksektir. Artık bizim (üzerimize onun) bir fakir, nesebce düşkün olan T al üt un (hükümdar olması nasıl olabilir?) Mülkün idaresi ona nasıl verilebilir? (Halbuki, biz) sahip olduğumuz vasıflar itibariyle (mülke ondan daha haklıyız) o bizim gibi bir peygamber veya bir hükümdar sülâlesinden değildir. (Kendisine malca da bir genişlik verilmiş değildir.) Bu kendini beğenmiş cemaate hitaben (peygamberleri de dedi ki: Şüphesiz Allah Teâlâ onu sizin üzerinize seçmiştir.) Elbette bu seçimi bir hikmet ve menfaat icabıdır. Buna kim itiraz edebilir? (Ve) maamafih (ona) Talütu (ilim ve cisimce de bir fazla genişlik vermiştir.) Mülkün nizamını tanzim, siyaseti güzelce idare için ilim lâzımdır. Düşmana karşı koymak için beden kuvveti, ruh üstünlüğü lâzımdır. Bu özellikler ise Talütda mevcuttur. Bu hususta yalnızca bir neseb ve maddî ve bir servet kâfi değildir. (Ve) maamafih bütün bu kâinat Allah indir, artık (Allah Teâlâ mülkünü dilediğine verir) buna kimse mâni olamaz. Buna itiraza kimse selâhiyetli değildir. (Ve Allah Teâlâ herşeyi kuşatıcıdır) onun lütfü ve ihsanı pek geniştir, dilediğine fazla nimet, fazla selâhiyet verir. (Ve) o Yüce Yaratıcısı (bilicidir) herşeyin mahiyetini, liyakatini,         mülke lâyık olup olmadığını bilir ve ona göre ilâhî iradesi tecelli eder. Bizler her hadisenin iç yüzünü, meydana geliş hikmetini bilemeyiz, bizim için Allah'ın takdirine teslimiyetten başka kurtuluş çaresi yoktur.





248.  Ve onlara peygamberleri dedi ki: Şübhesiz Talüt'un hükümdarlığına açık alâmet, size tabutun gelmesidir ki, onda Rabbiniz tarafından bir sekinet vardır ve Musa ile Harun hanedanının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Onu mele ki er yükleneceklerdir. Eğer siz mü'minler iseniz şüphe yok ki, onda sizin için kesin bir delil vardır.

248. Bu âyeti kerime, vaktiyle İsrail Oğullarını ikaz etmek için gösterilmiş olan bir hârikayı bildirmektedir. Şöyle ki: İsrail Oğullarına, Talüt, hükümdar tayin edildi (ve onlara peygamberleri) olan zat (dedi ki: Şüphesiz Talütun hükümdarlığına) o makama lâyık olmasına (açık alâmet, size tabutun) harikulade bir surette yeniden (gelmesidir ki) o tabutta veya onun bu gelmesinde (rabbiniz tarafından bir sekine!) bir emniyet ve itimat, o makama lâyık olmasına dair sizde meydana gelecek bir kanaat (vardır ve) onda (Musa ile Harun ailesinin) veya bizzat kendilerinin (bıraktıklarından bir kalıntı vardır.) Bunlar Hz. Musa'nın asası ve Tevrat'ın bazı levhaları gibi şeylerdir. (Onu) bu tabutu (melekler yükleneceklerdir.) onu getirip Talüta teslim edeceklerdir. (Eğer siz mü'minler iseniz şüphe yok ki, onda) o tabutun böyle gelişinde (sizin için kesin bir delil) Talütun hükümdarlığa lâyık olduğuna ve bu hususta ilâhî hükmün geldiğine dair açık bir delil ve işaret (vardır.) Artık bundan bir uyarı dersi alınız. Din yolunda sebat ve   metanet gösteriniz, Cenâb-ı Hakkın yardım ve lütfunu bekleyiniz. Dindar olan zatlara lâyık olan hareket de bundan ibarettir.

§ Tabuttan maksat, Tevrat'ın sandukudur. Bu tabutun Hz. Adem'den intikal ederek Hz. Musa'ya ulaştığı rivayet olunuyor. Bunun içinde bırakılanlardan maksat da bir rivayete göre Hz. Musa'nın asası ile bazı tevrat levhaları ve Hz. Harun'un asası ile sarığı ve bir ölçek kudret helvası idi. Hz. Musa: Bu tabutu muharebelerde ordusunun önünde bulundururmuş, bu ordu için manevî bir kuvvet ve bir güven temin edermiş. Bilahara İsrail Oğulları Calüta mağlûb olunca bu mübarek tabut ellerinden çıkmış, bunu Câlut alıp kendi ülkesine götürmüş, bunu pis yerlere atmışlar, bu yüzden bazı belâlara uğradıklarını görmüşler, bu sebeple uğursuz sayarak tabutu şehir dışına almışlar, Cenâb-ı Hak da bu tabutu dört melek vasıtasiyle yine i s rai i Oğullarının yurtlarına göndermiş. T al üt un hükümdarlığına bir alâmet olmak için onun hanesine bıraktırmıştır.





249. Vaktaki Talût, ordusu ile hareket etti. Dedid ki: Allah Teâlâ sizi bir ırmak ile imtihan edecektir. İmdi her kim ondan içerse benden değildir ve her kim ondan tatmazsa o şüphesiz bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan müstesna. Fakat onlardan birazı müstesna olmak üzere hepsi de ondan içiverdiler. Vaktaki Talût, ve beraberindeki mü'minler ırmağı geçtiler. Dediler ki: Bizim bugün Câlut ile ordusuna karşı gücümüz yok. Allah Teâlâ'ya kavuşacaklarına kanaat getirenler ise dediler ki: Nice az bir fırka, nice çok fırkalara Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir.

249. Bu âyeti kerime, kalp sağlamlığı ve din kuvvetine hakkıyla sahip olanlarla olmayanlar arasındaki farkı şöylece gösteriyor. (Vaktaki, Talüt) harb için yurdundan çıkıp (ordusu ile beraber hareket etti) askerlerine hitaben (dedi ki: Allah Teâlâ sizi bir ırmak ile imtihan edecektir) sizden itaatkâr olanlar ile âsî olanları ortaya çıkaracaktır. (İmdi her kim ondan) o ırmağın suyundan (içerse benden değildir), bana tâbi olanlardan bulunmamıştır. (Ve her kim ondan tatmazsa o şüphesiz bendendir), bana tâbi olanlardandır. (Ancak eliyle bir avuç alan) onunla yetinen (müstesna) O bununla bu emre muhalefet etmiş olmayacaktır. (Fakat onlardan) o ordu fertlerinden (birazı müstesna olmak üzere hepsi de ondan içiverdîler.) Derken hararetleri arttı, takatleri kesildi, korkuları arttı, ırmağın kenarında kalıverdiler. Rivayete göre bunların sayısı dört bin idi. Irmağı geçenler de Uhud mücahidleri kadar, yani üç yüz on zâttan ibaretti. (Vaktaki Talût ve beraberindeki mü'minler ırmağı geçtiler) düşmanın çokluğun görünce (dediler ki, bizim bugün Câlut ile ordusuna karşı gücümüz yok), birçok arkadaşlarımız geride kaldılar, artık onlarla savaşta muvaffak olabilir miyiz?.. Fakat içlerinden (Allah Teâlâ'ya kavuşacaklarına kanaat getirenler ise) daha ziyade ruhsal kuvvete sahip olan mücahitler ise (dediler ki: Nice az bir fırka, nice çok fırkalara Allah'ın izniyle) yardımıyle (galip gelmiştir.) Bir de az olduğumuz halde o fertleri, çok düşmana Allah'ın yardımı sayesinde galip olabiliriz. Korkmaya mahal yok. (Ve Allah Teâlâ sabredenler ile beraberdir) onlara yardım eder, kolaylık verir. Bizler de hak yolunda sebat etmeliyiz ki, Allah'ın sevgisine kavuşabilelim.




250.  Vaktaki Câlut ile askerlerine karşı meydana çıktılar, dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardım ver.

250. Bu âyeti kerime, tehlikeli hâdiselerden dolayı Cenâb-ı Hak'ka nasıl yakarma ve niyazda bulunulacağını göstermektedir. Şöyle ki: Talût ile beraberindeki mü'minler (vaktaki Câlut ile askerlerine karşı meydana çıktılar) düşman ordusunun çokluğunu görünce Cenâb-ı Hak'ka yalvarmaya başladılar, niyazda bulunarak (dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır) kalblerimize kuvvet ver, bizlere tahammül nasip et (ve ayaklarımızı sabit kıl) harp meydanında bizlere kararlılık ve kudret ver. (Ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardım ihsan buyur.) Ne mübarek bir dua. Demek ki, insan, bir mühim hâdise karşısında kaldı mı, evvelâ sabretmeli, sonra sebatta bulunmalı, neticesinde de Allah'ın yardımına kavuşmayı niyaz eylemelidir.







251. Hemen onları Allah Teâlâ'nın izniyle hezimete uğrattılar ve Davut, Câlut'u öldürdü ve Allah T e âlâ ona mülk ve hikmet verdi ve dilediğinden ona öğretti. Ve eğer Hak Teâlâ'nın insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı yer yüzü mutlaka fesada uğramış olurdu. Fakat Allah Teâlâ âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir...

251.    Bu âyeti celile de duaların kabul olacağını ve cihadın meşru hikmetini göstermektedir. Şöyle ki: Talüt ile ordusu dua ve niyazda bulunup (hemen onları) Câlut ile ordusunu (Allah Teâlâ'nın izniyle) irade ve takdiriyle (hezimete uğrattılar) o koca ordu bu az kuvvet tarafından mağlûb edildi (ve Davut) Aleyhisselâm da (Calütu öldürdü. Ve Allah Teâlâ ona) Davüd Aleyhisselâm'a (mülk ve hikmet verdi) ona peygamberlik ve saltanat nasip etti. Bu ikisini birleştiren İlk peygamber, Hz. Davut'dur. (ve) Cenab'ı Hak (dilediğinden ona öğretti) Hz. Davud'a Zebur kitabını verdi. Ona memleketini idare için lâzım gelen bilgileri öğretti, ona pek güzel bir ses verdi, demirleri yumuşatıp zırh yapmak san'atım öğretti. O da zırh yapar, satar, maişetini onunla temin eder, devletin hazinesine yük olmazdı. Ve cihad sahalarına atılarak adaleti temin etmeye çalışır, Allah'ın dinini yüceltmek için koşar dururdu. (Ve eğer Allah Teâlâ'nın insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı) aralarında vakit vakit mücadeleler olup âlemi isi âh etmeye çalışan zümreler bulunmasaydı (yer yüzü mutlaka fesada uğramış olurdu.) Yer yüzünde adale,: ve intizamdan, temizlik ve dinden eser kalmazdı. Bütün fesatçılar, umuma karşı zorbalığa devam eder dururdu. (Fakat Allah Teâlâ) bütün (âlemler üzerine) özellikle akıl sahipleri olan insanlar hakkında (lütuf ve kerem sahibidir) vakit vaki iyi kullarına yardım eder, onların vasıtasiyle yer yüzünde birçok fesatların ortaya çıkmasına meydan vermez, insanlığa hak ve hakikati, bildirecek zatları yaratır, insanları uyanmaya, hak ve hakikati müdafaaya davet buyurur. İşte cihadın meşrutiyet! de bu gibi hikmetlere dayanmaktadır. Bütün bunlar Cenab'ı Hak'kın insanlık için birer lütuf ve kereminden başka değildir. Ne mutlu bunlardan istifadeye kabiliyetli olanlara.

§ Davut Aleyhisselâm, Yakup Aleyhisselâm'ın oğlu Yehuda'nın neslindendir. Babasının adı Iyşadır. Bu zat on üç oğlu ile beraber Talüt'un ordusunda bulunmuştu. Hz. Davut, bunun en küçük oğlu idi. Câlut kendisiyle düello etmek için Talüt'tan er istemişti. Bu karşılıklı cengi Hz. Davut, üzerine almış ve harp meydanına atılıp Calüt'u öldürmeye muvaffak olmuştur. Bunun üzerine Talüt da kırım Hz. Davut'a vermiş ve Talüt'un vefatında yerine Hz. Davut geçerek kırk sene hükümdarîıkta bulunmuş, bütün İsrail Oğulları onun idaresi altında toplanmıştı, Işmuil Aleyhisselâm'ın vefatından sonra da Hz. Davud'a peygamberlik verilmiştir. Hz. Davut, Kudusî Şerifi, Haleb'i, Nusaybin'i, Uruman beldelerini, Ermenistan'ı zaptetmiş, KUUSI Şerifi başkent yapmıştı. Yetmiş yaşında olarak vefat etmiştir. Ölümü Hz. Musa'nın vefatından beş yüz otuz beş sene sonraya tesadüf etmektedir.

Hz.Davut'a verilen Zebur kitabı, hep öğütleri, ilahiyatı ve Allah'a yakarışları içine alıyordu. Şer'î hükümleri kapsamıyordu. Hz. Davut da Musa Aleyhisselâm'ın şeriatiyle amel etmiştir.




 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...