Ana içeriğe atla

Kamer, 54/1. Ayet اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsirinden ayetin tefsiri)

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. ﴾Kamer 1﴿ Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler. ﴾Kamer 2﴿ Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir. ﴾Kamer 3﴿



Elmalılı Hamdi Yazır, Kamer Suresi 1-2. ayeti kerimenin tefsirinden;


1-2. Saat yaklaştı, müminlere sevabın, kâfirlere cezanın vaad edildiği kıyamet vakti günden güne yaklaşmaktadır. Hazırlanmak gerekir. Ve Ay, yarıldı. Peygamber (s.a.v)'in en parlak mucizelerinden olan ayın yarılması mucizesi meydana geldi. Sahabe, Tâbiîn ve Müteahhirîn (daha sonraki dönemde yaşayanlar)'den bilinen tefsircilerin hepsi, âyetin bu mucizeyi haber verdiğinde ittifak etmişlerdir. Haber meşhurdur, sahabeden bir hayli kimse rivayet etmiştir. Bunlar arasında Hz. Ali, İbnü Mes'ud, İbnü Abbas, Huzeyfe, Enes, Cübeyr b. Mut'im, İbnü Ömer ve daha başkalarını sayabiliriz. Gerçi İbnü Abbas ve Enes gibi bazıları bu olaya bizzat şahid olmamışlardır. Zira İbnü Abbas henüz dünyaya gelmemişti, Enes de Medine'de o sıralarda dört beş yaşlarında bulunuyordu. Fakat âyetin tefsirinde olayı sahih olarak rivayet etmişlerdir. İbnü Mes'ud, Cübeyr b. Mut'îm ise bizzat şahid olarak rivayet edenlerdendir.

Buhari İbn Mes'ud'dan şu rivayetleri nakleder: 


1) "Resulullah (s.a.v)'ın devrinde ay iki parçaya ayrıldı. Bir parça dağın üstünde bir parça da dağın ardında idi. Resulullah: "Şahid olun" buyurdu. (Müslim, Münafikun, 45, 46, 47.) 


2) "Ay yarıldı, biz peygamberle beraberdik, iki parça oldu, bize şahid olun, şahid olun buyurdu." (Müslim, Münafikun, 43.) Buhari'de İbn Abbas'tan yapılan bir nakil de şöyledir: "Peygamberin zamanında ay ikiye ayrıldı". Enes'ten de bir rivayet vardır. "Mekke halkı, kendilerine bir ayet gösterilmesini istediler. Peygamber de ayın yarılması mucizesini gösterdi, ay iki parçaya ayrıldı." Müslim'in ise İbn Mes'ud'dan yaptığı rivayetler şöyledir: 


1) "Resulullah (s.a.v)'ın sözüyle ay iki parçaya bölündü. Resulullah: "Şahid olun" buyurdu." (Müslim, Münafikun, 44, 45.) 


2) "Biz Resulullah ile Mina'da bulunduğumuz sırada idi, ay ikiye ayrıldı. Bir parçası dağın arkasında, bir parçası da beri tarafında idi. Resulullah bize: "Şahid olun" buyurdu. 


3) "Resulullah'ın sözüyle ay iki kısma ayrıldı. Bir kısmını dağ örttü, bir kısmı da dağın üstünde idi. Resulullah اللّٰهُمَّ اشْهَدْ "Allah'ım şahid ol" dedi. İbn Ebi Adi rivayetinde ise, اِشْهَدُوا اِشْهَدُوا "şahid olun, şahid o-lun" dediği nakledilir." (Müslim, Münafikun, 44; Buhari, Menakib, 27; Menakibu'l-Ensar, 36; Tefsiru Sureti 54/1; Ahmed b. Hanbel, I, 377, 413, 447; III, 275, 278; IV, 82.) Enes de şöyle der: "Mekkeliler Resulullah (s.a.v)'tan bir mucize göstermesini istediler, o da iki defa "ayın bölünmesi" mucizesini gösterdi." Diğer bir rivayette ise, "merreteyn" iki kerre sözü, "firkateyn" iki parça olarak geçmektedir. Buhari'nin yaptığı gibi, Tirmizi de İbn Mes'ud'dan şu hadisleri nakleder: "Biz Resulullah ile beraber Mina'daydık. Ay, iki parçaya bölündü. Bir parçası, dağın ötesinde bir parçası da, berisinde idi. Resulullah bize "şahid olun" dedi." (Tirmizi, Tefsiru Sureti 54/1, 3, 5; Ahmed b. Hanbel, I, 456.) Yani اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ "Kıyamet saati yaklaştı, ay (ikiye) yarıldı". Tirmizi'nin Enes'ten yaptığı nakil de şöyledir: "Mekkeliler Peygamber (s.a.v)'den bir mucize istediler. Bunun üzerine Mekke'de (Buradaki "Mekke'de" tabiri Medine'ye hicretten evvel Peygamber Mekke'de iken demektir. Şu halde Mina'da olmasına engel değildir.(Müellif)) ay iki kere (merreteyn) yarıldı. İşte bu olaydan dolayı اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ ayeti nazil oldu. İbn Ömer'den de şu rivayeti nakleder: "Resulullah'ın sözüyle ay yarıldı. Resulullah: "Şahid olun" buyurdu." Tirmizi, Cübeyr b. Mutim'den de şu nakilde bulunur: "Peygamber'in sözüyle ay yarıldı, hatta iki parça oldu. Biri şu dağın üstünde diğeri de şu dağın üstünde idi. Bunun üzerine, "Muhammed bizi büyüledi." dediler. Bir kısmı da, "Eğer bizi büyüledi ise herkesi de büyüleyemez ya!" dediler.


Şifa-i Şerif'de de Ebu Huzeyfeti'l-Erhabi'den şöyle bir rivayet nakledilir: Hz. Ali dedi ki; "Ay ikiye ayrıldı. O sırada biz Resulullah ile beraberdik." 


Yine "Şifa"da ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Esved rivayetiyle İbn Mes'ud'un: "Hatta dağı, ayın iki parçası arasında gördüm." (Ahmed b. Hanbel, I, 413.) dediği nakledilir. Ayrıca Mesruk rivayetiyle de İbn Mes'ud'dan şu nakledilir: "Kureyş kafirleri "Ebu Kebşe'nin oğlu size büyü yaptı." dediler. İçlerinden birisi, "Eğer Muhammed, aya büyü yaptı ise, büyüsü bütün yeryüzündeki insanları tutacak değil ya! Diğer belde (şehir)lerden gelenlere sorun bakalım görmüşler mi? "dedi. Gelenlere sordular, onlar da aynı şekilde gördüklerini söylediler." Semerkandi'nin nakline göre; Ebu Cehil, "Bu bir sihirdir. Uzaklarda yaşayanlara haber gönderin gören olmuş mu bakalım?" dedi. Uzaklarda yaşayanlar da ayı yarılmış olarak gördüklerini haber verdiler. Yine de onlar, هٰذَا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ "Bu öteden beri süregelen bir sihirdir." Dediler.


İbn Cerir, İbn Ebi Hatim ve Ebu Nuaym Delail'de şu rivayeti naklederler: "Huzeyfe Medayin'de okuduğu bir hutbesinde demişti ki: "Uyanın Allah Teala, اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ "kıyamet saati yaklaştı, ay (ikiye) ayrıldı" buyuruyor. Evet kıyamet cidden yaklaştı ve peygamberimiz zamanında ay hakikaten ikiye ayrıldı. Dünya ayrılık ilan etmektedir. Haberiniz olsun ki bugün meydan yarın koşu vardır." (et-Taberi, a.g.e., XXVII, 51.)


Kısacası bu konuda hayli çok hadis mevcuttur. Bütün bunlar ayetin tefsiri hakkında zikredilmiş rivayetlerdir. Özellikle İbn Mes'ud ve İbn Abbas'ın rivayetlerindeki ifadeler, ayın yarılması mucizesinin mazide olduğunu göstermektedir. Nitekim İbn Mes'ud'un diğer bir ifadesinde beş şey geçmiştir. Bunlar "duhan (duman), lizam (gereklilik), batşe (şiddetli yakalama), kamer (ay) ve rum'dur. Enes'in rivayetinde «مَرَّتَيْنِ» "iki defa" ifadesi vardır. Alusi'nin nakline göre Abd b. Humeyd, Hakim, İbn Merduye ve Beyhaki İbn Mes'ud'dan رَاَيْتُ الْقَمَرَ مُنْشَقًّا شَقَّتَيْنِ مَرَّتَيْنِ بِمَكَّةَ قَبْلَ مَخْرَجِ النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ "Peygamber çıkmadan önce Mekke'de iken ay'ı iki kere ikiye ayrılmış olarak gördüm." (Hakim, el-Müstedrek, 2/471; Alusi, a.g.e., XXVII, 75.) diye rivayet etmişlerdir. Bunun için Hafız Ebu'l-Fadl Iraki "Nazmu's-Siyer" adlı eserinde yarılmanın iki kere vuku bulduğu üzerinde İcma' bulunduğuna inanmış olarak, "İcma ile iki kere yarıldı." demiştir. (Müslim, Münafikun, 46.) Hafız İbn Hacer de ayın yarılması hakkında demiştir ki: "Peygamber (s.a.v) zamanında yarılmanın birden fazla olduğunu kesin olarak kabul eden hiçbir hadis alimini tanımıyorum. "İcma ile" kaydı iki kereye değil, yarılmaya bağlı olmalıdır diyenin kasdı da, firkateyn "iki parça" demek olsa gerektir. (Firkateyn, filkateyn, iki kıt'a manasınadır. Sahilhayn de şıkkayn, iki şak, iki nısıf, Cübeyr b. Mut'ım hadisinde isneteyn, yani ikiye ayrıldı, Ebu Nuaym'ın rivayetinde ise "فصَارَ قَمَريْنِ " "iki ay oldu" ifadesi vardır. Aliyyü'l-Kari'nin şifa şerhinden naklen. (Müellif)) Aliyyü'l Kari der ki: "İbn Cevziyye bir kitabında şunları söylemiştir: "Merreteyn"den bazı kere fiiler, bazı kere de eşyanın kendisi kasdedilir. Ekseriya fiiller için kullanılmakla beraber اِنْشَقَّ الْقَمَرُ عَلىٰ عَهْدِ رَسُولِ اللّٰهِ مَرَّتَيْنِ "Resulullah zamanında ay iki defa yarıldı." Hadisinde olduğu gibi a'yanda dahi kullanılır ki, bu hadiste şıkkayn (iki yarım) ve firkateyn (iki parça) demektir. Bunu bilmeyenler, yarılmayı iki zamanda iki defa olmuş diye zannetmişlerdir. Halbuki şeyhim Irakiye, yarılmanın bir kere olduğunu söyledim bana cevap vermedi." Lakin Alusi İbn Mes'ud rivayetinde şakketeyn (iki parça) ve merreteyn (iki kere) denilmesi sebebiyle bunun fırkateyn (iki yarım) manasına olmasının uygun olmayacağını ifade ederek sözüne şöyle devam etmiştir. (Alusi, a.g.e., XXVII, 75.) İbn Mes'ud'un sözündeki "merreteyn" ifadesinin, görmekle alakalı olması daha uygundur. Buna göre mana, ikiye yarılma olmayıp, iki kere bakıp şüphesiz olarak görme demektir. Bizim ise bu konuda vardığımız sonuç şudur: Ayın yarılması hadisesi iki değil, bir keredir. Ancak bu inşikak (yarılma) esnasında ay, şimşek çakar gibi süratle iki defa ayrılıp kapanmıştır. Ve iki ayrılış esnasında da dağ, yani Hira, yahut Ebu Kubeys dağı ikiye ayrılan ayın arasından görülmüştür. 


Ayetin «وَانْشَقَّ الْقَمَرُ» "Ay yarıldı" diye açıkça ifade ettiği hadislerde de bu şekilde meşhur olduğu halde, bir iki müfessirin buna mecazi bir mana verdiği de söylenmiştir. Ebu's-Suud'un nakline göre: Osman b. Ata, babasının سَيَنْشَقُّ يَوْمَ الْقِيمَةِ "ay kıyamet günü yarılacaktır" dediğini nakletmiştir. (Ebu's-Suud, a.g.e., VII, 167.) Nesefi gibi bazı tefsirciler de, bu rivayeti Hasan-ı Bas-ri'ye isnad etmişlerdir. Gerçi mazi (geçmiş zaman)nin muzari (gelecek zaman) manasına geldiği ve gerçekleşmesine işaret için gelecek zamanın mazi sigasıyla ifade edildiği yerler Kur'an'da pek çoktur. Lakin burada böyle bir te'vilin manasız olacağı gösterilmiştir. Çünkü önündeki «وَاِنْ يَرَوْا» ayeti, bunu reddetmektedir. Fahru'ddin Razi der ki: "Tefsircilerin hepsi bundan maksadın, "Ay ikiye ayrıldı, onda bölünme meydana geldi." demek olduğunu söylemişlerdir, nakledilen haberler de, yarılmanın meydana geldiğine işaret etmektedir ve bu konudaki haberler de sahihtir." (Fahru'r-Razi, a.g.e., XXIX, 29.) Ayrıca ashabdan bir cemaat da yaptıkları rivayetlerde, "Resulullah (s.a.v)'tan bir mucize olarak ayı ikiye ayırması istendi, o da Rabbine dua etti. Bunun üzerine Allah da onu ikiye ayırdı ve tekrar eski haline döndü." demişlerdi. Bütün bunlara rağmen bazı tefsircilerin ortaya çıkıp bundan kasdın«سَيَنْشَقُّ» "yarılacaktır" demek olduğunu söylemeleri, uzak bir ihtimaldir ve tamamen manasızdır. Çünkü onu kabul etmeyip imkansız gören felsefeci, mazide de öyle görür istikbalde de, mümkün olduğunu kabul eden için de yoruma ihtiyaç yoktur. Ayın yarılması aslında mümkün olan şeylerdendir. Meydana gelişi, doğru bir haberle ifade edilince inanmamak için hiçbir sebeb yoktur. Mütevatir olan Kur'an, onu isbat etmek için en kuvvetli delil iken başkaca mütevatir haber aramaya da ihtiyaç yoktur. Olayın dışındaki tarihçi ve falcıların farkına varamamasından veya onu bir ay tutulması gibi görmelerinden dolayı yazıya geçirmemiş olmaları, söz konusu olayı inkarda onları haklı çıkaramayacağı gibi, gök cisimlerinin, yarılma ve kapanması mümkün değildir, diyenlerin lakırtılarının da önemi yoktur. Boş ve manasız olduğu ortadadır." Ebu Hayyan da der ki: «اِنْشَقَّ الْقَمَرُ» Sözünün manasını "Kıyamette ikiye bölünecektir" şeklinde zannedenlerin hilafına ümmetin ittifakı vardır ve onu (bölünecektir diyenlerin görüşünü) وَاِنْ يَررَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سَحْرٌ مُسْتَمِرٌّ "Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür." derler (Kamer, 54/2) ayeti de reddetmektedir. Çünkü bu söz, ancak istenen bir mucizenin meydana gelmesinden sonra münasip olur." (Ebu Hayyan, a.g.e., VIII, 173.)


Huzeyfe Medain'deki hutbesinde: "Uyanık olunuz ki, kıyamet saati yaklaştı ve Peygamber zamanında ay hakikaten yarıldı." demişken, artık Hasan-ı Basri'nin, "Saat geldiği vakit, ikinci sura üfürüldükten sonra ay yarılacaktır." şeklindeki sözüne itibar edilemeyeceği gibi, "Ayın yarılması ay doğduğu esnada karanlığın yarılmasından ibarettir ve manası: «ظَهَرَ اْلاَمْرُ» "durum ortaya çıktı" demektir. Çünkü Araplar, açık olan şeyler için ayın parlaklığını darb-ı mesel (atasözü) yaparlar. Nitekim karanlığın ortadan kalkmasından dolayı sabah vaktine felak (sabah aydınlığı) ismi verilmiştir ve infilaka (yarılmaya), bölünme denilir." diyenlerin sözüne de iltifat edilmez. Bunlar, bozuk görüşlerdir. Eğer müfessirler bunları zikretmemiş olsalardı o zaman ben bunlara hiç itibar etmezdim. Hakikaten imandan ziyade inkara arzulu olanları memnun edecek gibi görünen bu son tevil, büsbütün bozuk bir safsatadır. Zira her dilde olduğu gibi Araplar'da da ay ile aydınlığın mesel olmuş bir münasebeti bulunduğu gizli bir şey değildir. Ayrıca bir şeyin üzerine ayın doğması, açıklık ve meydana çıkmadan mecaz ve kinaye olabilirse de ayın yarılmasına, karanlığın yarılması düşüncesinden hareketle "ayın doğması" manasını vermek sonra da bundan açıklık aydınlık ve görünme manasına geçerek, ortalığın aydınlandığı ve kıyametin yaklaştığı manasını anlamak pek aykırı bir düşünce olur. Evet sabahleyin karanlığın yarılmasına "fecr", "felak" ve "infilak" denilir. Çünkü sabah demek, o karanlığın yarılışı ve açılışı demektir. Fakat bundan dolayı güneşin doğmasına "inşikak-ı şems" (güneşin yarılması) denilemeyeceği gibi, ayın doğmasına da "inşikak-ı kamer" denilemez. Mecazda işitme şart değildir diye birisinin böyle bir mecaz düşünebileceği farz edilirse, o zaman Kur'an'ı böyle aykırı manalardan uzak tutmak lazım gelir. Hatırlatmaya ihtiyaç yoktur ki, kıyametin yaklaşmasına yakışan mana ayın doğması ile ortalığın aydınlanması değil, ayın ayrılması ve gökteki cisimlerin de yıkılabileceğinin anlaşılmasıdır. Bu sebebledir ki ayın yarılması mucizesi, saatin zamana olan yakınlığından çok, akla yakınlığını göstermiştir.


Bu münasebetle şunu da söyleyelim ki: Hasan-ı Basri ve Ata'ya isnad edilen manada bir yanlış anlama vardır. Onların, ayın kıyamette yarılacağını söylemeleri, geçmişte ayın yarılması olayını inkar ettikleri şeklinde anlaşılmıştır. Halbuki hakikat öyle değildir. Onlar, ayette açık ve haberde meşhur olan mazideki ayın yarılması hadisesini inkar etmiş değil, ayetin işaret ettiği diğer bir manayı açıklamış ve tefsir etmişlerdir. Yani meydana gelen ayın yarılması mucizesinden ileride ayın büsbütün yarılıp kıyametin kopacağı manasını anlamanın lüzumunu hatırlatmak istemişlerdir. Zira "kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı" denilince, ayın yarılmasının kıyamet alametlerinden olduğu anlaşılmış oluyor. Fakat Peygamber (s.a.v.) zamanında yarılmış olmakla, olduğu gibi kalacak mıdır? Yoksa bu yarılışından ileride vakti geldiği zaman, وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ "Güneşle ay bir araya getirildiği zaman" (Kıyamet, 75/9) ayetine göre hepsinde yok olma sırrının ortaya çıkacağını anlatmak için mi bu ayet (Kamer, 54/1) zikredilmiştir? İşte Hasan ve Ata سَيَنْشَقُّ فِى الْقِيمَةِ "Ay, kıyamette yarılacaktır." demekle bu hususa işaret etmiş olmaktadırlar. Bu mana, zannedildiği gibi «اِنْشَقَّ» fiil-i mazisinin muzari manasına yorumlanması tarzında bir mecaz ile te'vili değil, mazi olan yarılmanın müstakbeldeki yarılmaya bir işareti ve aynı zamanda «اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ» "Kıyamet saati yaklaştı." cümlesinin bir ifadesidir. Bu şöyle demektir: Ayın yarılması, meydana gelmiş bir hadisedir. Mazide vuku bulan bu yarılma, ayın ve onun gibi olan gök cisimlerinin de yarılıp parçalanabileceğini ve bu suretle kainattaki her şey hakkında Peygmaber (s.a.v)'in haber verdiği kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Binaenaleyh müşriklere, o saatin gelip çatması ile Peygamber'in zaferi de uzak değil, yaklaşmaktadır denilmiştir. İşte bizim anladığımıza göre «سَيَنْشَقُّ» "ay yarılacaktır" denilmesinin ma-nası budur. Bu da, bütün müfessirlerin anladığı mananın muhtevasından başka bir şey değildir. Yoksa Hasan ile Ata ayın yarılması mucizesinin vukuundan haberdar olmamış veya rivayetleri reddetmiş, yahut ayetin ifade şeklinden habersizce mazi manasını ortadan kaldırmışlardır, demek için hiçbir delil yoktur. Ancak istikbaldeki yarılmaya işaret için böyle söylemişlerdir. 


Felsefe açısından meselenin münakaşası, kelam ilminin konusudur. Fahru'ddin-i Razi demiştir ki, "Felsefeci, (ayın yarılması hususunda) maziye de istikbale de karşı çıkar." (Fahru'r-Razi, a.g.e., XXIX, 29.) Esasen mucizeleri tasavvur edemeyenlere karşı ilk yapılacak iş, Kur'an'ın birçok yerinde yapıldığı gibi yaratılıştaki acaibliklere dikkat nazarlarını çekmektir. Bunun için önce burada İbn Sina'nın bazı sözlerini nakledelim:


İbn Sina, "İşarat"ının sonunda «اَسْرَارِيَّاتٌ» adıyla mucize ve keramet gibi olağanüstü ve hayranlık uyandıran şeylerden bahseden نَمَطٌ عَاشِرٌ "Onuncu ünite"de insan nefsinin fevkaladelikle ilgili olan bazı hususiyetlerine, karakter ve kuvvetlerine, irfanına (kainatın sırlarını bilme kudretine) ve metafizik aleme dair işaretlerden sonra şu uyarıları yaparak der ki: "Belki sana arifler (veliler) den alışılmamış türden birtakım haberler ulaşır sen de hemen yalanlamaya kalkışırsın. Mesela denilir ki bir arif (Dünyanın nimet ve güzelliklerinden yüz çevirene zahid, namaz, oruç ve diğer ibadetlere devam edene abid, nefsinde hak bilgisini devam ettirmek üzere fikriyle metafizik aleme gidene de arif ismi verilir. Bunlardan her biri diğerinin yerine de kullanılabilir (İbn Sina'nın, İşarat adlı eserinden naklen Müellif)) insanlar için yağmur duasına çıktı da, yağmur yağdı, yahut şifa dileğinde bulundu da şifa buldular, veya aleyhlerine dua etti de zelzeleye tutulup yere geçtiler, yahut başka bir şekilde helak edildiler, yahut lehlerine dua etti de üzerlerinden vebayı, hastalığı, sel ve tufanı bertaraf etti. Yahut bazılarına yırtıcı hayvanlar boyun eğdi, yahut bir kısmından kuşlar kaçmadı ve daha bunlar gibi açıkça imkansızlık derecesinde tutulmayacak şeyler duyduğun zaman birden bire inkara kalkışma da bekle, acele etme. Çünkü tabiatın sırlarında bu nevi olayların da sebebleri vardır. Belki ben sana bazılarını da hikaye ederim. Tabiat aleminde gayba dair işler, üç kaynaktan meydana gelir. Birincisi, daha önce zikredilen nefsin karakterleri; ikincisi, dört unsurdan oluşan cisimlerin özellikleri ki mıknatısın kendine has olan kuvveti ile demiri çekmesi gibi. Üçüncüsü göksel kuvvetler ki, bu kuvvetlerle yer cisimlerinin konumlarına göre, özel tabiatları arasında yahut onlarla insanların konumlarına göre özel tabiatları arasında bulunan bir ilgi, bir takım garip izlerin meydana gelmesine yol açar. Sihir, ilk kısma ait şeylerdendir. Belki mucizeler, kerametler ve ney-rencat, (bir şeyi başka şeye çevirme) ikinci kısımdandır. Tılsımlar ise üçüncü kısma aittir. Sakın ukalalığın ve halktan farkın, münkirlikle her şeyden sıyrılıp çıkmak olmasın. O, bir beyinsizlik, hafiflik ve acizliktir. Sabit olan bir şeyi anlayamadığından dolayı yalanlamandaki hımbıllık (güçsüzlük), delili olmayan bir şeyi tasdik edivermendeki hımbıllıktan aşağı değildir. Kulağına gelen haberin garipliği seni rahatsız etse bile onun imkansız olduğuna delilin olmadıkça bekle, hemen yalanlama. Doğru olan, bu durumdaki haberler için delilin bulunmadıkça onların mümkün olabileceğini kabul etmektir. İyi bil ki, tabiatta nice acayib ve aktif halde bulunan üstün kuvvetlerle, etkilenen pasif kuvvetlerin birleşmesinde nice garip durumlar vardır. Birader! Sana hak kaynağından yayık döğdüm ve latif kelimeler içinde hikmet lokmaları ile ziyafet çektim. Sen, o gibi cahillerden, rezillerden, görgüsü ve alışkanlığı olmayıp, gönül eğlencesi koku arkasında dolaşmak olan kimselerden yahut şu feylesofluk taslayanların inkarcılarından ve sinek gibi bulaşık mızmızlarından uzak ol." 


Böyle dua ile deprem olabilmesi ve koleranın kalkabilmesini bile tabiat sırlarında imkansız görmeyen İbn Sina maalesef, tabiat ilmi adına nazariyyesinde yanlış bir fikre saplanmış, gök ve göksel cisimleri, tabiatlarında doğrusal harekete bir meyil ilkesi bulunmayan, el ile dokunulmayan sırf örneği olmayan, maddesiz, basit bir cisim olarak düşünmüş ve bunun sonucu olarak da tabiatında doğrusal hareket ilkesi bulunmayan bir cismin yırtılma (yarılma) ve kapanma özelliğinin olamayacağını izah ederek bu büyük önerme ile şu neticeye varmıştır. Cüssesi büyük olan, yönleri sınırlayan ve kendisinde yalnız dairesel bir meyil ilkesi bulunan göğün cismi, yırtılmayı kabul etmez. İbn Sina bunu söylerken delillere dayandığını da göstermiştir. Bu şekilde o, göğün, oluşum ve bozulma kabul etmediğini, onun tekvini (madde ve suretin birleşimi) değil, ibdai (maddesi ve örneği bulunmayan) bir cevher olduğunu söylemiş, sonra da yıldızların, taşıyıcıları olan feleklerin cisim olmadıklarını, bununla beraber dört unsurdan oluşmayan maddesiz bir cevher cinsinden olduklarını ifade etmiştir. İbn Sina daha sonra da bu önermeye dayalı olarak mevcut olmayan cisimlerle mevcut olan cisimlerin yabancı bir şey gibi birbirlerinin içine giremeyeceklerini binaenaleyh, güneş, ay ve bütün yıldızların da basit (gayr-i mürekkeb) olmaları gerektiğini isbatlı bir şekilde göstermiş, sonra da rengi kabul edip görünür olmakla beraber kendilerine dokunulamayacağını da ilave etmiştir. Kısacası gök ve felekler sanki uzak gibi koparılması düşünülemeyecek sade bir boyut suretinde saydam ve basit bir büyük cisim ve yıldızlar da ışık gibi görünen ve fakat dokunulması ve bölünmesi mümkün olmayan, maddesiz basit ibdai cisimler şeklinde telakki edilerek ya heyula (madde)larının başkalığından yahut maddelerinin umumi tabiatı ile ayrılması mümkün olduğu halde, cisimlerinin tabiatlarından dolayı gök ve göksel cisimlerin yırtılma (yarılma) ve kapanmalarının tabiatıyla imkansız olduğu fizik felsefesinde delillendirilmiş gibi sayılmakla, zamanlarının ilmi adına bu felsefe ardından gidenler ayın tabiatına bakarak yarılmasını imkansız zannetmişlerdir.


Ancak gerçekte bu, delil ile isbat edilmiş olmayıp söylediğimiz gibi tabiatında doğrusal harekete ilke olabilecek bir meyil bulunmadığını kabul eden bir önermeye dayandırılmıştır ki, bu önermenin yıldızları da içine almasında eski Batlamyos astronomi nazariyelerinin tesiri vardır. Haydi uzay gibi hiç ölçüsü ve ağırlığı olmadığından dolayı harekete asla meyli olmayan basit, bölünmeyen sade bir "Etendu" (boyut) suretinde bir cisim tasavvur olunsun, fakat herhangi bir cisimde dairesel hareket ilkesi olan meyil kabul edildikten sonra doğrusal hareket ilkesi olan meylin imkansızlığını iddia eden bir konu bize tenakuz gibi gelmektedir. Çünkü doğrusal veya dairesel olmak hareket kavramının cevheri ile ilgili olmayıp, sıfatı ile ilgili bir durumdur. Birinin mümkün olabildiği bir yerde, diğeri de mümkündür. İki hareketten birisine mani olan durumun, hareketin kendisinden değil başka bir engelden olduğunu düşünmek gerekir. Burada Kelamcıların münakaşalarını izah edecek değiliz. Ancak şunu da söyleyelim ki bu feylesofların yıldızları, taşıyıcıları olan yörüngelerle beraber hareket ettirebilmek için maddesiz cisimlerden saymaları da doğru değildir. Onlar da yer yüzü gibi maddi cisimlerden oluşturulmuştur. Dolayısıyla oluşum ve bozulmayı kabul ederler. Zamanımızın fenni ve felsefi anlayışları da böyledir. Hatta bugün kabul edilen görüşe göre arz güneşten ayrılmış olduğu gibi, ay da arzdan ayrılmıştır. Buna göre de «اِنْشَقَّ الْقَمَرُ» mazide meydana gelmiş bir hadise olarak doğrudur. Felsefeci isterse ayete bu anlamı verebilir. Fakat bu manayı verirken gerek ayın yarılması mucizesini ve gerek kıyametin kopmasıyla ileride ayın yarılabileceğini imkansız saymağa hakkı olmadığını da itiraf etmesi gerekir.


Bugünkü fen, ayı bir gök cismi kabul etmediği gibi yarılabilme kabiliyyetini de inkar etmez. Ancak yarılması için tatbik edilmesi lazım gelen kuvveti veya kudreti tayin edebilmek bir mesele teşkil eder. Yoksa gerek içinden bir parçalanma ve gerek dışından bir cereyan, bir dalga bir çarpışmanın farzedilmesiyle parçalanması düşünülebileceği gibi bir nevi elastikiyyet veya tazyikin farzedilmesiyle açılıp kapanmasını düşünmek de mümkündür. Burada söz konusu olan müessir (tesir eden) ise Allah Teala'nın kudret ve iradesidir. Nitekim مَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَاْتِىَ بِاٰيَةٍ اِلاَّ بِاِذْنِ اللّٰهِ "Allah'ın izni olmadan hiçbir Peygamber için mucize getirme imkanı yoktur." (Ra'd, 13/38) ayeti de bunu ifade etmektedir. Necm Suresi'ndeki شَد۪يدُ الْقُوٰى "müthiş kuvvetlerin" öğretilmesi ile اِسْتِوَاء "doğrulma"dan sonra قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنىٰ "İki yay kadar yahut daha yakın oldu." (Necm, 53/9) ayetinde ifade edilen sarkma sonucu mucizelerin görünmesiyle ortaya çıkan akli ve hissi yakınlık, Kamer Suresi'nde irade yakınlığı ile tecelli etmiş ve Resulullah (s.a.v)'ın arzusu üzerine ayın yarılması ile ilgili ilahi irade ortaya çıkmıştır.


Şeyh Muhyiddin-i A'rabi "Fütuhat"ının üçyüz otuzuncu babında Hz. Muhammediyeden ayın menzillerini bilme hakkında ruhani bir ifade ile şöyle der: "(Ey okuyucu!) Allah seni tarafından bir kuvvet ile güçlendirsin, bilki: Ay, hilal ile bedir arasında ışığın fazla ve noksan bulunması haliyle görünen ara bir makamdır. Görülünce hayret ifadesi olarak "aay!" diye, sesler yükseldiği için hilal denilmiştir. Görenin gözüne ışığın, dolunay halinde görünmesine de "bedr" denilir. Ayın, hilal ile bedir arasının dışında başka bir menzili yoktur. Ancak ay ile gözler arasına perde olan güneş ışınları altında gözlerin idrakinden uzak kalan dolunay haline "mihak" denir. O vakit, ayın güneşe gelen yüzünde, tıpkı bize doğru olduğu zamanki dolunay hali vardır. Güneşin görünmediği yüzü de mihaktır. Bu iki makam arasında da, bir yüzünde ışık göründüğü kadar diğer yüzünden eksilir ve bir yüzünden eksildiği kadar da diğer yüzünde ışık görünür. Bu ise, yörünge çizgisinin eğik olmasındandır. Demek ki o, hem daima dolunay, hem daima görünmez olur. Bu da, Allah Teala'nın veli kullarına bildirmeyi istediği bir sır içindir. Onlara fiilen bu meseli zikretmiştir ki, bundan ibret alıp ayın yaratılış sebebini anlasınlar. Yani varlığının şekli, ve göründüğü mertebelerin tefsirine göre hallerinin değişmesi sebebiyle olgun insanı tanıma ve Allah'ı bilme gayesine ersinler. Allah Teala وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ "Ay için bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik." (Yasin, 36/39) buyurdu da buna ne bedir, ne de hilal ismini vermedi. Çünkü ayın bu iki durumdan (hilal-bedr) başka menzili yoktur. Menziller tabiri, ancak ay hakkında doğru olur. Yaklaşma ve sarkma dereceleri de ay içindir. Gayb alemine giriş ve şehadet alemine çıkışta ışığın artması ve eksilmesi ona ait bir özelliktir. Sonra Allah Teala ayı, kamil (olgun) insanın İlahi suret ile ortaya çıkışı için yarılma ile vasıflandırdı. (Çünkü ayın yarılması, peygamberin Allah tarafından gönderildiğinin bir delili, bir mucizesidir. (Müellif)) Böylece kamil insanın ortaya çıkışı, ayın yarılması demek oldu. Onun için kamil insanın ortaya çıkışı ayın iki parça üzere yarılmasının ortaya çıkması gibi iki emir üzerine gerçekleşti. Sahabilerden rivayet edildi ki, Resulullah'ın sözü üzerine ay ikiye yarıldı. Arap-lar'dan bir cemaat, peygamberin hak Peygamber olduğuna dair kendilerine bir mucize gösterilmesini istemişlerdi. Bunun üzerine ay ikiye yarıldı da Resulullah (s.a.v) orda hazır bulunanlara "şahid olun" dedi. Allah Teala da «اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ» "kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı." buyurdu. Fakat bu ayette Allah, istenen yarılma mucizesini mi kasdetti? Bu bilinmiyor. ("يَنْشَقُّ " denildiğine işaret ediliyor. (Müellif)) Mamafih ayetten anlaşılan odur. Çünkü yarılmayı ifade eden kelamın ardından واِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ "Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve 'Eskiden beri süregelen bir büyüdür.' derler." (Kamer, 54/2) buyurulmuştur. Gerçekten onlar ayın yarılması mucizesini gördükleri vakit öyle söylemişlerdi. Ve onun için Resulullah (s.a.v) orada hazır bulunanlara "şahid olun" demişti. Çünkü onların meydana gelmesini istedikleri şey, gerçekleşmişti. Bununla beraber onlara göre gerçek olan ancak görünür olandır, meydana gelen o husus bizzat kendinde mi yoksa bakanın bakışında mı gerçekleşmiştir? Çünkü o ihtimal, ancak ayın, kendisinde de gözle görülen yarılmanın olduğunu haber verdiği zaman, haber verenin sözü üzerine artık tartışma konusu yapılmayacaktır. Halbuki haber verenin sözü münakaşa konusudur. (Yani sihir diyenlerin bakış açıları budur. Onlar ayın, açıkça kendilerine gösterilmesinden başka bir şeye inanmıyorlar.) İstedikleri mucize meydana geldiği zaman yaptıkları itirazın, kendilerinden ortaya çıkmamasını isteklerinde şart da koşmamışlardı. Binaenaleyh Peygamber (s.a.v)'e kendisinden istenenden fazlası da gerekmez. (Yani mucizeyi gösterdikten sonra zorlayıcı bir surette inandırmak, Peygamber'in vazifesi değildir. Hatta isteklerinde onlar bunu şart koşmuş olsalardı yine lazım gelmezdi. Çünkü inanmaya zorlayan mucize, peygamberlerin geliş hikmetlerine terstir. Yoksa bazı rivayetlerde zikredildiği gibi onlar ay yarıldığı takdirde iman edeceklerini vaad etmekle, itiraz etmeyeceklerine de söz vermişlerdi. Fakat kendi hislerine, görüşlerine inanmadılar, başka bölgelerden gelecek haberlere işi havale ettiler.) Sonra başka yerlerden insanlar geldi, o gece meydana gelen ayın yarılması olayını haber veriyorlardı. Onun için de Allah Teala سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Onların "Süregelen bir sihir" dediklerini hikaye etti, sonra da كُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ "Her iş yerini bulacaktır." (Kamer, 54/3) buyurdu. Böylece o iş de meydana gelmiş oldu. Kısacası: Ay, berzahiyyu'l-mertebe (yani iki mertebe arası) olmasa idi, ne hilal ve bedr (dolunay) halini ne de fena ve gizlenmeyi kabul etmezdi. Demek ki, öteden beri süregelen sihir de: «كُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ» "Her iş bir gayeye bağlıdır." hükmüne dahildir. İşte bu, hakka karşı çıkma ve kesin bir bilgiden uzak kalmanın sonucudur. ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ "İşte onların erişebilecekleri bilgi budur..." (Necm, 53/30) denilmek suretiyle de bunun bir ilim olduğu tesbit edilmiştir. Şeyh'in bu sözlerinden bazıları, yanlış bir fikre kapılarak, ayın yarılması mucizesi hakkında onun, "ayın aslında yarılmasının gerekli olmayıp bakanların gözlerine öyle gösterilmiş olmasının yeterli olduğunu söylediğini" zannetmiş-lerdir. Halbuki böyle demek, Şeyh'i sihir diyenlerin sözlerine iştirak etmiş farzetmektir. Bu ise, Şeyh'in şanına yakışmaz. Zamanımızda basılan en güzel eserlerden "Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali" adlı kitabında İsmail Fenni Bey mu'cizata dair verdiği son derece faydalı bilgiler sırasında, Şeyh'in bu sözlerine de temas ederek şöyle bir müt-alaada bulunmuştur: 

Muhyiddin-i Arabi, ayın yarılmasının, bakan kimsenin bakışında meydana gelme ihtimalini ortadan kaldırmadığını beyan ediyor, şu halde ona göre bu mucizenin yalnız insanların bakışlarında vuku bulmuş olması da muhtemeldir. Gerçekte buna karşı, o halde müşriklerin ona sihir demekte haklı olmaları gerekir denilerek itiraz edilebilirse de bu itiraza cevap vermek mümkündür. Denilebilir ki, ayın yarılmasının yalnız insanların bakışlarında meydana gelmiş olması, onun hakiki bir mucize olmasına mani değildir. Çünkü buna benzer bir sihrin vukuu, ne görülmüş ne de işitilmiştir. Sihirbazların bazı hayaller gösterdikleri rivayet edilirse de bu hayalleri öyle gök cisimlerini içine alacak seviyeye ulaştıran ve fiilen mevcud ay'ı, bulunduğu halin dışında gösteren bir sihirbazı hiç kimse işitmemiştir ilh..." 

Böyle bir cevap hiç de doğru olmaz. İtiraf etmek gerekir ki, gerek sözde, gerek fiilde olsun vuku bulmamış bir şeyi, olmuş gibi göstermek, büyük bir hüner de sayılsa, yine de gerçeğe uymayan bir yalan ve bir aldatmadan başka bir şey değildir. Nübüvvet makamının kutsal kudretini, böylesi kusur ve noksanlıklardan uzak tutmak gerekir. Sihir diyenlerin maksadı da, onun gerçekte olmayıp yalnızca gözlere sunulan bir görüntüden ibaret olduğunu iddia etmekten başka bir şey değildir. (Asr-ı Saadet tarihinin dördüncü cildinde Bay Ömer Rıza şunları söyler: "Bazı kelamcılar özellikle Şah Veliyyullah ayın iki parçaya ayrılmadığını ancak öyle görüldüğünü söylerler. İmam Gazali bu fikri kabule meyilli görünmektedir. Çünkü Enes'in hadisinde şu sözler vardır: "Mekke halkı Peygamber'in kendilerine bir mucize göstermesini istediler, o da onlara ayı iki parça olarak gösterdi." Bu, büyük bir galat ve yanlış bir nisbet etmedir. Evet gösterdi, fakat o yalan değildi. Çünkü ayette اِنْشَقَّ اْلقَمَرُ "ay yarıldı" denilmektedir. (Müellif)) Şeyh'in anlattığı da budur. O, sözlerinin tamamında ayın yarılmasını bir vakıa olarak anlatmıştır. Bununla beraber onlara göre gerçek, ancak açıkça görülendir. O olay ayın bizzat kendisinde mi? Yoksa bakan kimsenin bakışında mıdır? Bu ihtimal ancak haber verenin sözüyle ortadan kalkacaktır. Haber verenin sözü ise, tartışma konusudur, şeklindeki sözünden maksat da, sihir diyenlerin bakış açılarındaki berzehiyyeti anlatmaktır.

Zamirler, onlara raci; ihtimal, onların kendi hislerindeki şüpheleri haber vermektedir. Tartışmaya giren yine onlardır. ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِ "Onların erişebilecekleri bilgi budur." ifadesi de onlar hakkındadır. Onun için Şeyh o sözlerinin arkasından şu hatırlatmayı yapar: "Yine bil ki, bakış ve varsayım, sır ve nurlardan ortaya çıkan ilimlerdendir. Nur da, göz ve görmek içindir. O yüzden Allah Teala bu makamı zikrettiğinde فَاعْتَبِرُوا يَآ اُولِى اْلاَبْصَارِ "Ey akıl sahipleri ibret alın." (Haşr, 59/2) buyurdu. Yani gözün nuruyla idrak ettiği, görülebilen şeyler ve hükümlerinden size verdiğini, basiret (kalb) gözleriyle idrak edeceğiniz görüntü veya fikre geçiniz ki o, en kuvvetli ve en mükemmel görüştür. Fikir, o yüksek mertebeden aşağıda bulunan en aşağı görüntüdür. İkisi de açık olandan gizli ve batın olana doğru gider. Bunlar, اٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ "Sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır." (Yunus, 10/6) ayetindeki müttakiler olduğu gibi اٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ "Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (Ra'd, 13/3) ayetinde yer alan mütefekkirlerdir. Müttakiye Allah ilim öğretir yetiştirir. Onun için onun ilmine şek ve şüphe girmez. Mütefekkir ise, kendisinde bulunan kabiliyyetlerin gücüne göre ilim elde eder. Onun için o, bazen isabet, bazen de hata edebilir. İsabet ettiği takdirde de yollar çeşitli olduğu için o isabeti ifade eden kuvvet ile kendisine şüphe girmesi de mümkün olur. Kısaca müttaki, basiret (sezgi) sahibidir. Mütefekkir ise basar (görme) ile basiret arasındadır. "Basar" ile kalmaz, saf basirete de varamaz. İsmail Fenni Ertuğrul da sözünün sonunda hiss-i takvası ile basiretine sahip olarak şu sağlam hakikatleri hatırlatır: "Muhyiddin-i Arabi, (k.s.) hem alimlerin hem şeyhlerin büyüklerinden hem de müfessirlerden olduğu için kendisinin ayın yarılması mucizesini, bakışlarda meydana gelme ihtimali olan bir hadise olarak görmesinde şüpheciler, kendi düşüncelerine uygun bir izah tarzı bulabilirler. Lakin Allah'a şükür biz bu şekilde düşünenlerden değiliz. Allah'ın kudretinin her şeye yettiğine ve tabiat kanunlarının «كُنْ» "ol!" emrinin neticesinden başka bir şey olmadığına ve Kur'an'ın sırf hakikatleri ihtiva eden bir kitab olduğuna imanımız vardır. Madem Kur'an'da ay yarıldı buyurulmuştur, alimlerin büyük çoğunluğu ve müfessirler bu yarılmanın kıyamette meydana geleceği hakkında Osman b. Ata'nın babasından yapmış olduğu rivayeti, daha önce geçen sahabilerin rivayetleriyle, ayrıca وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ "Bir mucize görseler yüz çevirirler ve: 'Sürekli bir sihirdir' derler." ayetinin açık delaletiyle reddederek, ayın yarılmasının Hz. Peygamber zamanında mucize olarak vuku bulduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Biz artık bunun bizzat meydana gelmiş olduğu hususunda asla şüphe etmez ve niteliğini ancak Allah ve Resulü'ne havale ederiz. Böyle bir olayın dünyanın her yerinde görülmesi lazım geleceği yolunda ortaya atılmak istenen itirazın dahi bize göre şüpheyi gerektirecek bir tarafı yoktur. Zira ayın yarılmasını etrafta bulunanlar da görmüşler ve bunu bizzat ifade etmişlerdir. Gerçi ufukların farklı oluşu, ayın bulutlarla kaplı oluşu, geceleyin insanların çoğunun evlerinde bulunmaları ve herkesin göğü gözetlemekle meşgul olmaması gibi sebeblerden dolayı bunu, tabiatiyla bütün alem göremezse de, elbette diğer yerlerde de görenler olmuştur. Ancak o cehalet döneminde hüküm süren bilgisizliğe dayalı olarak söz konusu hadisenin sihirbaz, cin ve şeytanların işleri gibi gösterilerek yazıya geçirilmemiş olması da muhtemeldir. Tabii kanunların mucizeleri olarak izaha çalışmak bu tarz mucizeleri olağanüstü durumdan çıkarıp sıradan işler derecesine sokmağa kalkışmak demektir. Halbuki akıl, bu gibi mucizelerin mahiyetlerini idrak etmekten acizdir. Böyle olmakla birlikte onu selahiyyet dairesinin dışında kullanmak pek korkunç hatalara sebebiyet verir." Şerh-i Mevakıf'da Seyyid-i şerif Cürcani, ayın yarılması mucizesinin mütevatir olduğunu söylemiştir. İbn Hacib'in muhtasar şerhinde Sübki de bu görüşü tercih ederek der ki: "Doğrusu, ayın yarılması olayı mütevatirdir. Kur'an'da delili mevcuttur. Buhari, Müslim ve diğer sahih hadis kitaplarında muhtelif tariklerden gelen rivayetler bulunmaktadır. Öyle ki mütevatir olduğunda hiç şüphe yoktur." Mütevatir olduğunu gösteren Kur'an ayeti اِنْشَقَّ الْقَمَرُ "ay yarıldı" ayetidir. Hadislerin de bu ayetin tefsiriyle ilgili olduğu düşünülürse bütün bunlara bakarak tevatürün, manevi tevatür boyutuna ulaştığı görülür. Bununla beraber, Ay'ın yarılması olayını ifade eden ayetin mücmel ve mütevatir derecesine çıkaran hadislerin de tefsir mahiyetinde olduğu göz önünde tutulursa, hadiseyi değişik yorumlayan ve tafsilatını inkar eden kimseyi tekfir etmek doğru olmaz. Çünkü dinden çıkarmak çok önemli bir iş olduğu için, ihtiyatlı davranmak lazım gelir.


Evet saat yaklaşıp ay yarıldığı halde وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُونَ hala bir mu-cize görseler yüz çevirirler. Olacak, olmadan akıllanmıyorlar, akibeti düşünmüyorlar. İbret almak istemiyorlar da her gördükleri mucizeden yüz çeviriyorlar. وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ Ve süregelen bir sihir diyorlar. Bu cümleden anlaşıldığına göre burada ayet, hayret verici alamet, yani olağanüstü durum ve mucize manasınadır. Bununla beraber şu da bir kaidedir ki, şart cümlesinde yer alan nekreler, olumsuz cüm-lelerdeki nekreler gibi umumi mana ifade ederler. Binaenaleyh, buradaki "ayet" söz konusu kaideye göre, herhangi bir mucize manasına gelip, her türlü mucizeyi içine almaktadır. Yani hiçbir ayeti, hiçbir delili ve hiçbir mucizeyi nazar-ı itibara almıyorlar da "öteden beri süregelen bir sihir" deyip geçiyorlar. Ayette geçen "müstemirr" kelimesine de bir kaç mana verilmiştir. Birisi bilindiği gibi yeniden yeniye cereyan eden ve ard arda gelen demektir. İkincisi de gelip geçici anlamındadır ki, Buhari'de bu mana nakledilmiştir. Bu iki mana da "mürur" mastarından türemiştir. Bir de "mirre"den türemiş olarak kuvvet ve sağlam anlamı verilmiştir ki bunun da Ebu'l-Aliye ve Dahhak'tan nakledildiği söylenir. Bu mana, verilen ilk mananın lazımı olarak da düşünülebilir. Sihir tabirine yakışan, gelip geçici manasını vermektir. Ayet ve mucizelerin peşpeşe ve birbirini takip etmesine yakışan da, kuvvet ve devamlılık ifade eden manadır. Binaenaleyh bu manaların hepsinin yeri vardır. Yukarıda geçtiği üzere ayın yarıldığını gördükleri vakit bu, Ebu Kebşe'nin oğlunun sihri, bakalım etraftan gelecek yolculara soralım dediler. Gelenler de gördüklerini söyleyince o zaman da bunun süregelen bir sihir olduğunu söylediler, şeklinde rivayet edildiğine göre burada kuvvetli ve devamlı manasının kasdedilmiş olması gerekir. Halbuki sihir, her ne suretle de olsa batıl olacağından onların böyle söylemeleri şaşkınlıkla bir nevi tenakuza düşmüş olduklarını göstermektedir. وَكَذَّبُوا Ve tekzib ettiler. Peygamber (s.a.v)'i ve getirdiği haberleri ve gösterdiği delil ve mucizeleri yalana nisbet edip inkar ettiler. Fakat bir şey bildiklerinden yahut bir delile dayandıklarından değil de وَاتَّبَعُوآ اَهْوَآئَهُمْ arzularına uydular, yani keyiflerine ve nefislerinin isteklerine tabi oldukları için yalanladılar. Vuku bulan hadisedeki gerçeğin gereğini hesaba katmadılar. وَكُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ Halbuki her iş, müstakirrdir. Yani Peygamber (s.a.v)'in işi, zannettikleri gibi gelip geçici değildir. Onun her işi, Allah Teala'nın ilim ve takdirine göredir ve ona doğru gitmektedir. Hepsinin varıp karar kılacağı bir gaye ve sonuç vardır ki, hakikatı o zaman ortaya çıkar. Peygamber (s.a.v)'in işlerinin hakikat ve yüceliği, onların arzularının mahiyeti ve uğursuzluğu, Allah'ın yanında belli olduğu gibi saati gelince ortaya çıkacaktır. وَلقَدْ جَآئَهُمْ مِنَ اَلاَنْبَآءِ مَا Şüphesiz onlara önemli haberlerden öylesi de geldi ki, yani geçen ümmetlerin halleri veya ahiretle ilgili haberlerden Kur'an'da öyle mühimleri geldi ki ف۪يهِ مُزْدَجَرٌ onda vazgeçirecek tehdit, sakındıracak öğüt, yahut sakınılması gereken acı sonuçlar vardır.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakara Suresi 255(Ayet-el Kürsi), 256,257,258. Ayetlerin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri

Bakara, 2/255. Ayet  اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ   Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.  Kur'...

Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Meali ve Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: 1-Elif. Lâm. Mîm. 2-O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. 3-Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. 4-Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. 5-İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Bakara, 2/1. Ayet  الٓمٓ ۚ  Elif. Lâm. Mîm.  Bakara, 2/2. Ayet  ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ  O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.  Bakara, 2/3. Ayet  اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ  Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.  Bakara, 2/4. Ayet  وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ  Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.  Bakara, 2/5. Ayet  اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.  Kur'an-ı Kerim  T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Bakara Suresi 1-5 ayetlerinin Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri: ...

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri:

Bakara Suresi 21-25. Ayetler Elmalı Hamdi Yazır Meali ve Tefsiri: Meâl-i Şerifi 21- Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız. 22- O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın. 23- Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. 24- Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının. 25- İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olma...

Rad Suresi 2-5. Ayetlerin Meali ve Elmalılı Tefsiri : 2. Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah'tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. 3. Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. 5. (Resûlüm! Kâfirlerin seni yalanla

Rad Suresi 2-5 Ayetler Elmalılı Tefsiri: اَللّٰهُ الَّذ۪ى Allah O'dur ki, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ gökleri direksiz, dayaksız yüceltti. Ne yapmak ve yükseltmek için iskeleye, ne de manivelaya, ne de dayamak için direk dikmeye muhtaç olmadan sırf kudretiyle yaptı, yükseltti, kaldırdı ve orada tuttu, düşmesini önledi. تَرَوْنَهَا Onları görüyorsunuz. Yani üzerinizde olan gökleri görüp duruyorsunuz: O büyük gök cisimleri öylece direksiz olarak duruyorlar, orada dönüp durduklarını da siz görüyorsunuz. İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadiri mutlaktır. Bu manada تَرَوْنَهَا daki zamir "direksiz göklere" racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Bazı tefsir alimleri bunun عَمَد "amed"e (Amed, amudun veya imadın çoğuludur ve direkler anlamına gelir.) raci ve onun sıfatı olması ihtimalini de dikkate almışlardır ki, o ...

Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam akıl sahipleri için açıkça deliller vardır. ﴾Ali İmran 190﴿

إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ وَٱلْفُلْكِ ٱلَّتِى تَجْرِى فِى ٱلْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ ٱلنَّاسَ وَمَآ أَنزَلَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مِن مَّآءٍ فَأَحْيَا بِهِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِن كُلِّ دَآبَّةٍ وَتَصْرِيفِ ٱلرِّيَٰحِ وَٱلسَّحَابِ ٱلْمُسَخَّرِ بَيْنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ لَءَايَٰتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.   ﴾Bakara 164﴿   إِنَّ فِى خَلْقِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَٱخْتِلَٰفِ ٱلَّيْلِ وَٱلنَّهَارِ لَءَايَٰتٍ لِّأُو۟لِى ٱلْأَلْبَٰبِ Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında e...