Rahmân, 55/7. Ayet
وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ
Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu.
Rahmân, 55/8. Ayet
اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ
Sakın dengeyi bozmayın.
Rahmân, 55/9. Ayet
وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ
Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.
Rahmân, 55/10. Ayet
وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ
Allah, yeri canlılar için yaratmıştır.
Rahmân, 55/11. Ayet
ف۪يهَا فَاكِهَةٌۖ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ
Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır.
Rahmân, 55/12. Ayet
وَالْحَبُّ ذُوالْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُۚ
Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
Rahmân, 55/13. Ayet
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?
Kur'an-ı Kerim T.Diyanet Vakfı Mealinden
T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı
Rahman Suresi 7-13. Ayetler Elmalılı Hamdi Yazır Efendi tefsiri
Hüsban, "ha"nın ötresiyle hisab manasına ve hisabın çoğulu hi-sablar manasına gelir. Bir de değirmen taşının eksenine hüsbanü'r-reha denilir. وَالنَّجْمُ Ve necim, yani arzdan çıkıp da sapı olmayan bitki, çemen وَالشَّجَرُ ve şecer, sapı olan bitki, ağaç يَسْجُدَانِ secde ederler, Allah'ın iradesine tabii olarak boyun eğerler, kanunları karşısında elastikiyetle istediği konumu alırlar. O halde insanlar isteyerek Allah'ın emirlerine uyarak, nimetlerine şükretmek için secdeyi bilmelidirler. وَالسَّمَآءَ رَفَعَهَا Hem semaya bak onu yükseltti. Bu terkib Nahiv'de اِضْمَارٌ عَلىٰ شَر۪ي۪طَةِ التَفْس۪يرِ tabiri ile ifade edilir. Yani bir mef'ulün fiilini önce hazfedip sonra zamiriyle meşgul olarak tefsir etmektir. Şu halde kelam, وَرَفَعَ السَّمَآءَ رَفَعَهَا "Göğü yükseltti, onu yükseltti." Takdirindedir. Bunun faydası, evvela mef'ule dikkatleri çekmek, sonra da fiilin bilindiğini beyan etmekle özel bir şekilde bunu hatırlatmaktır. Semadan kasıt, bütün cisimleriyle üzerimizde yükselen yüce bir alemdir. Onun yükseltilmesi, yani yükseklik verilip yukarı kaldırılması da yüksek olarak yaratılması ve inşa edilmesidir. Yükseklikten maksat da, belli olan hissi ve suri yüksekliktir. Genel mecaz yoluyla hissi ve manevi yüksekliği içine alacak bir mananın kasdedilmiş olması da caiz olabilir. Belli ki semanın böyle yüksekliği onu yükselten Rahman'ın kudret ve rahmetinin yüksekliğini, böylece kendisinin daha yüce, yani cihet ve mekanın ötesinde bir ululukla yüksek olduğunu gösterir. Evet, O Rahman öyle ulu, öyle yüksek, öyle secde ve saygıya müstahaktır ki, gerek maddi ve gerekse manevi tarafı ile yüksekliği görülüp duran o güzel semaya yüksekliği O verdi. وَوَضَعَ الْم۪يزَانَ Ve mizanı koydu, yani o yüksekliklerin durabilmesi için aşağıya ve yukarıya çeşitli ve birden fazla ağırlıklar, varlıklar ve haklar arasında her şeyin kendi hakkına göre duruşu ve konumu demek olan denge kanununu, adalet kanununu koydu ki, bu kanun olmasaydı göklerin ve yerin nizam ve intizamı olmazdı. Nitekim bir hadis-i şerifte بِالْعَدْلِ قَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَاْلاَرْضُ "Göklerin ve yerin varlığını sürdürmesi adaletledir." (Alusi. a.g.e., XIV, 101) buyurulmuştur.
Mizan, "misak" kelimesi gibi hem tartmak manasına masdar hem de tartı aleti, terazi, manasına ism-i alet olabilir. Vezin, eşyanın diğerine nibsetle miktarı veya miktarının tanınmasıdır ki esasen bu kelime ağırlık için kullanılır. Ve bir mukayese ve eşitlikle yapılır. İşte bu mukayesenin yapıldığı alete de mizan denilir. Bu surette vezin, daima bir muadele, yani bir denkleşme nisbetini ifade ettiğinden adalete ve adaletin ölçüsü olan şeriata da mizan denilmiştir. Onun için burada mizan, eşyanın gerek ağırlık itibariyle ve gerek diğer hususlarda miktarlarının bilinmesine ölçü olarak herhangi bir alet manasına yorumlanabildiği gibi daha genel bir anlam ifade etmek üzere adalet manasında kullanıldığı ve şeriat olarak da tefsir edildiği olmuştur. Burada mizan kelimesi üç kere zikredilmiştir. Her ne kadar Zemahşeri bunun şiddetli bir tavsiye ve takviye için tekrar edildiğini (ez-Zemahşeri, a.g.e., IV, 44.) söylemiş ise de, marifet yönüyle zikir ve tekrar da ilk yaratıcının aynı olması şeklinde bir külli kaidenin olmadığı ve peşpeşe gelen üç fasılanın (ayet sonunda yer alan kelimenin) aynı manada bir tekrardan ibaret olmasının uygun düşmeyeceği cihetle biz bunlardan herbirinin ayrı bir manaya işaret ettiğine inanıyoruz. Öncelikle وَوَضَعَ الْم۪يزَانَ "Mizanı koydu." ayetinde yer alan mizan, semanın yüksekliği münasebetiyle ortaya çıkan bütün eşya arasındaki genel denge kanunudur ki: (pesenteur) yahut (gravitaion) denilen yer çekimi veya ağırlık kanunu bunun en açık görüntüsüdür. Bildiğimiz terazi, kantar ve çeki gibi tartı ölçeği olan bütün mizanların esası da budur. Eskiler bunun yalnız yeryüzünde kullanıldığını zannediyor idiyseler de, sema ve yerdeki bütün cisimler hakkında geçerli genel bir kanun olduğu ve astronomi ilmi bakımından hususi bir önemi bulunduğu artık anlaşılmıştır. Bununla beraber genel denge kanunu yalnız cansız, duygusuz ve fiziki olan çekim kanununa hasredilmeyip kimyevi ve ruhi münasebetleri dahi içine almak üzere adalet kanunu adıyla daha kapsamlı olarak izah edildiği takdirde, faydasının daha fazla olacağı aşikardır. Bu, her şeyi eşya arasında layık ve münasib olduğu yer ve mertebeye koyma demektir.
Kadi Beydavi mizanı, her hazır olan şeye hak ettiğini, her hak sahibine de hakkını vermek suretiyle alemdeki işlerin düzeni ve doğru hareket etmesi diye tarif etmiştir. (el-Beydavi, a.g.e., II, 483.) Böylece o, gerek yaratma ve gerek kanun koyma açısından adalet ve dengeden daha genel bir mana ifade etmiş olur. Şu halde ikinci mizan kelimesi, mastar yahut şeriat, üçüncüsü de amel defteri olabilir. Mamafih başka türlü düşünmek de mümkündür. Evet, mizanı koydu اَنْ ki لاَ تَطْغَوْا فِى الْم۪يزَانِ tartıda haksızlık etmeyesiniz. Şeriat ve kanuna tecavüz edip de haddinizi aşmayasınız, tartısız iş yapmayasınız, yahut maddi ve manevi tartıda taşkınlık etmeyesiniz de Allah Teala'nın emirlerine, hükümlerine itaat ve hukuka riayet edesiniz. وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ Hem vezni: ister söz, ister fiil olsun her hususta tartma işini adaletle yapın, yani hem ayarsız tartı kullanmayın, hem de tartarken insaf ve adaletle dosdoğru tartın. Kendiniz için tartarken bir tarafı, başkası için tartarken de diğer tarafı ağır tutmayınız. Hepsinde terazinin dilini doğru tutunuz. وَلاَ تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ Ve tartıyı aksatmayın, eksiltmeyin. Teraziyi kötü niyetli kullanmak suretiyle ahirette mizanınıza yazık etmeyesiniz diye O Rahman, mizanı koydu ve göğe yükseklik verdi. وَاْلاَرْضَ وَضَعَهَا Arzı da alta koydu, tevazulu (alçak gönüllü) kıldı, aşağıya serdi. لِلاَنَامِ Enam için. Enam, lügatta halk, yahut cin ve insan yahut yer yüzündeki yaratıklar demektir. Yerin bu şekilde aşağıya konulması, üzerinde bulunan yaratıkların menfaati içindir. Şöyle ki: ف۪يهَا فَاكِهَةُ Onda bir çok meyva vardır. Mahlukatın özellikle insanların faydalanabilmesi için bir çok meyva vardır. وَالنَّخْلُ ذَاتُ اْلاَكْمَامِ Ve ekmamı olan hurma ağacı vardır. Ekmam, kafın kesriyle "kimm"in çoğuludur ki, meyvanın çiçeğinin üzerindeki kabcık, tomurcuk demektir. Yahut kafın fethiyle "kemm"den çoğul olarak örtmek anlamını ifade etmesi sebebiyle, lifleri, dalları ve kab-cıkları gibi üzerini örten şeyler demektir ki birisinde gelecek için çoğalma ve faydalarına, diğerinde de kurutmasına işaret edilmiş demektir. وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ Ve çimli daneler, buğday ve arpa gibi hububat ki, taze çim yaprakları içinde yetişir ve o yapraklar kuruduğu zaman saman olur ve bu suretle hem kendilerinden hem de yapraklarından istifade edilir. وَالرَّيْحَانُ Hem de reyhan, ki koku alma organını temizler, sinirlere ve ruha neş'e ve canlılık verir. Reyhan, güzel kokulu ve gönül açıcı demek olup, bizim de reyhan dediğimiz nebat gibi koklanan güzel kokulu otların hepsine denir. Bununla beraber İbn Abbas'tan reyhanın burada rızık manasına olduğu da nakledilmiş. Nitekim bir a'rabiye nereye gidiyorsun? diye sormuşlar o da: اَطْلُبُ مِنْ رَيْحَانِ اللّٰهِ "Allah'ın reyhanından yani rızkından istiyorum." diye cevap vermiş. Rızkın insana rahatlık vermesi, yahut ekmek kokusunun özellikle acıkmış olanlara her kokudan daha güzel gelmesi, reyhan ile rızık arasındaki münasebeti ortaya koymaktadır. Buna göre maksat, Zemahşeri'nin de dediği gibi, danenin çimli yapraklarına karşılık özü demek olur. (ez-Zemahşeri, a.g.e., IV, 45.) Hamza, Kisa'i ve Halef-i aşir kıraetlerinde nasb ile وَالْحَبَّ ذَا الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانَ şeklinde okunması, ihtisas üzere fiilin hazfedilmesinden dolayıdır. وَخَلَقَ الْحَبَّ... "Taneyi yarattı." Şeklinde takdir edenler olmuşsa da وَاَخُصُّ الْحَبَّ "Özellikle taneyi..." takdiri bizim zevkimize göre daha mülayimdir ki, bu durumda manası, hele o çimli daneler ve o hoş reyhan (Reyhan, aslında revhten reyvihan şeklinde olup kelimedeki vav, kural gereği ya'ya kalbedilip şeddelenmekle reyyihan olduktan sonra "meyyit" ve "meyt"de olduğu gibi, tahfif için ikinci "ya" hazfedilmiştir. Bazıları da aslı revhan, demiştir. (Müellif)) (koku) demektir. فَبِاَىِّ اٰلآءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ İmdi Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz? "Fa" kendisinden sonra geleni önce geçene uygun olarak sıralamak içindir. Ala, Necm Suresi'nde geçtiği üzere nimetler ve lütuflar demek olup müfredi اِلْى ، اِلًى ، اَلًى ، وَيَا اَلَوْءٌ 'dür.
Yorumlar
Yorum Gönder