اَلرَّحْمٰنُ Rahman, Fatiha Suresi'nde besmele tefsir edilirken bu yüce isim hakkındaki açıklamalar geçti. Yani rahmet ve sonsuz ihsanı kaynaşıp duran ve ondan dolayı bir ismi de Rahman olan Allah Teala. اَلرَّحْمٰنُ İrab yönünden mübteda, kendinden sonra gelen de haberi görünür. Lakin müstakil bir ayet olduğuna bakarak takdir edilen bir mübtedanın haberi olarak şöyle bir cümle ortaya çıkar. "Allah, Rahmandır" yahut هُوَ الرَّحْمٰنُ "O muktedir Melik, Rahmandır." Rahmetiyle O Rahman, عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ Kur'an'ı öğretti. İlimden, öğretmek manasını ifade eden "ta'lim" fiili, iki mef'ul alacağı için bu anlamda burada birinci mef'ul hazfedilmiş, böylece maksat, şuna veya buna öğretmek değil, bizzat öğretimin kendisinin ifade edildiği anlatılmıştır. Böylece bu kelime, gerek Cibril'e, gerek Peygamber'e, gerek ümmete olan öğretimin kısımlarından hepsini içine almaktadır. Bazıları da demişlerdir ki, burada «عَلَّمَ» alamet manasınadır. Buna göre ayetin anlamı, Kur'an'ı alamet kıldı, yani ibret alacak olanlara bir ayet, yahut nübüvvet için bir delil ve mucize kıldı demektir. Bu durumda diğer bir mef'ulün hazfini gözetmeğe gerek kalmaz ve önceki surenin başında yer alan اِنْشَقَّ الْقَمَرُ "Ay yarıldı." (Kamer, 54/1) ayeti ile mütenasib olur. Yani o sure heybet kapısından, bu sure de rahmet kapısından bir mucize ile başlamış bulunur. Şu halde tercemede öğretti denilmeyip de ta'lim etti denilirse bu iki duruma da işaret edilmiş olur. Mamafih Alusi der ki: "Konuşan bin münasebet de gösterse, yine bunun ilim öğretiminden ibaret olduğunu bilmek gerekir." (Alusi, a.g.e., XXVII, 98.) Kur'an'ın öğretimi manasına gelince, ayette «عَلَّمَ» fiilinin yer alması, Kur'an'a ilim izafe etmektedir. Bu, Kur'an'ın yalnız lafızlarının değil, manasının da çok üstün bir tarzda ilim ifade ettiğini göstermektedir. Ancak bu, farklılık arzetmektedir. Bazan işaret ve remizlerden kevni hadiselere vakıf olma derecesine kadar çıkar. İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim'in İbn Mes'ud'dan yaptıkları rivayete göre, Kur'an'da her şeye dair ilim indirilmiş ve her şey beyan edilmiş ise de bizim ilmimiz onun tamamını kavrayacak durumda değildir. İbn Abbas da demiştir ki: "Devemin ipi kaybolsa her halde onu Allah'ın Kitabında bulurdum." (Alusi, a.g.e., XIV, 98.) Mursi de şöyle der: "Kur'an, evvelkilerin ve sonrakilerin ilimlerini içine almaktadır." Öyle ki onun hakikatini ancak mütekellim olan (konuşan) Allah Teala bilir. Sonra وَمَا يَعْلَمُ تَاْو۪يلَهُۤ اِلاَّ اللّٰهُ "Onun te'vilini (yorumunu) ancak Allah bilir..." (Ali İmran, 3/7) ayetince Allah Teala'nın kendine tahsis ettiği bilgiler müstesna olmak üzere Resulullah, sonra da sahabilerin büyükleri, onlardan sonra da ilimde onlara varis olan Tabiin bilir." Bir kısım alimler de öğretimi, manaların tasavvur edilmesi için nefsi uyarmak şeklinde tarif etmişlerdir.
Kıyametin yaklaşmasına karşı ilahi rahmetten ortaya çıkan en büyük ve önemli nimetin Kur'an öğretimi nimeti olduğu böylece ifade edildikten sonra, kime ve nasıl öğretildiği hususunu anlatmak için buyuruluyor ki:
O Rahman خَلَقَ اْلاِنْسَانَ insanı yarattı. Bazı alimler burada insanla kasdedilen Adem, bazıları da Kur'an'ın işaretiyle Muhammed Aleyhis-selatü ve'sselam olduğunu söylemişlerse de, hepsini içine almak üzere insan cinsi olması daha doğru olabilir. Mamafih Kur'an'ın öğretimine konu olan kamil insanın kasdedilmiş olması da düşünülebilir. Yani Kur'an'ı öğretmek üzere insanı yarattı. عَلَّمَهُ الْبَيَانَ Ona beyanı öğretti, yani kendini, vicdan ve gönlünde meydana gelen duygu ve anlayışlarını, başkalarına açık ve güzel bir şekilde ifade etmek, maksadı anlatmak ve anlamak demek olan konuşma ve dil nimetini belletti ki, ilmin elde edilmesi ve Kur'an öğretimi nimeti de bununla meydana gelir. Hz. Adem yaratıldıktan sonra kendisine eşyanın isimlerinin öğretilmesi sayesinde meleklerin bilemediklerini bildi, onların ulaşamadıklarına ulaştı. Peygamberlerin nübüvvete nail olmaları, Allah tarafından tebliğ yapabilmeleri, kitaplar getirmeleri, ümmetlerin onlardan istifade edebilmeleri hep beyan ilmi, dil nimeti sayesinde olduğu gibi, Kur'an'a ve Kur'an'ın tefsir ve tercemesi nimetine ulaşmamız ve ondan faydalanma derecemiz dahi o nimetten aldığımız hisse oranındadır. Ebu's-Suud der ki: "Ayette ifade edilen beyanı öğretmekten murad, insanı sırf kendi beyanına gücü yeter kılmaktan ibaret değil, onunla başkasının beyanını anlamak manasını da ifade eder. Çünkü Kur'an'ı öğretmek ancak onun üzerinde dönüp dolaşır." (Ebu's-Suud, a.g.e., VIII, 176.) Bu cümleler, eşanlamlı haberlerdir. Sonrakilerin atıf harfi olmadan zikredilmeleri teker teker sayım üslubunda geldikleri içindir. Müsned-i ileyhin (mübtedanın) başta zikredilmesi de, kasr (tahsis) ifade eder. Bundan sonra beşer hayatının en fazla ilgilendiği nimetler güzel bir surette beyan edilerek secde ve şükretmeye davet için buyuruluyor ki: اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ Güneş ve ay bir hisab iledir, yani hesab ile cereyan ederler. Binaenaleyh insanlar hesabı iyi bellemeli ve bir hesab gününün geleceğini bilip ona göre hesaba hazır olmalıdır.
Hüsban, "ha"nın ötresiyle hisab manasına ve hisabın çoğulu hisablar manasına gelir. Bir de değirmen taşının eksenine hüsbanü'r-reha denilir. وَالنَّجْمُ Ve necim, yani arzdan çıkıp da sapı olmayan bitki, çemen وَالشَّجَرُ ve şecer, sapı olan bitki, ağaç يَسْجُدَانِ secde ederler, Allah'ın iradesine tabii olarak boyun eğerler, kanunları karşısında elastikiyetle istediği konumu alırlar. O halde insanlar isteyerek Allah'ın emirlerine uyarak, nimetlerine şükretmek için secdeyi bilmelidirler.
Yorumlar
Yorum Gönder